Süleyman Havuzları ya da başka bir deyişle Kudüs’ün Sakası, Beytüllahim’in 5 kilometre güneyindeki Artas köyü topraklarında, Ed-Dehişe Mülteci Kampı’nın yakınında yer almaktadır. Akıllara Beytüllahim’deki bu yerin Kudüs’le ne ilgisi var sorusu gelebilir. Kimisi bunu Filistinlilerin şu ya da bu sebeple Kudüs’ü küçük büyük her şeyle ilişkilendirme eğiliminde olmalarına bağlayabilir. Ancak havuzların bu tanımı sadece duygusal bir ilişkiyle sınırlandırılamaz çünkü havuzlar aslında Beytüllahim ve El–Halil’den Kudüs’e su taşıma projesinin bir parçası olarak oluşturulmuştur.
Güney Bölgesi Kudüs’ün Su Kaynağını Oluşturuyor
Süleyman Havuzları üç Roma havuzundan oluşmaktadır. Bazıları kayanın içine kazınmış haldeyken diğerleri devasa taşlardan inşa edilmiştir. Halk bu havuzları birinci (üst) havuz, ikinci (orta) havuz ve üçüncü (alt) havuz şeklinde isimlendirmiştir. Havuzların genişliği ve yüksekliği açısından birinci havuz en dar, üçüncü havuz ise en geniş olanıdır. Tüm sular, kanalları vasıtasıyla kendinden sonraki havuza dökülmektedir.
Devasa büyüklükteki su yollarının bir parçasını oluşturan bu havuzlar MÖ 37 ile MS 325 yılları arasında inşa edilmiştir. Havuzların inşasındaki temel hedef, El-Arrub ve Vadi el-Bayar kanalından gelen suyun, bu havuzlarda toplanıp daha sonra kil borularla Kudüs’e taşınmasıydı. Bu sistem Kudüs’ün su eksikliğini gidermek ve hacıların su ihtiyacını karşılamak için tasarlanmıştır.
Meşhur rivayete göre insanlar bu havuzları Süleyman (a.s) ile bağdaştırmışlar ve “Bu havuzların yapımında cinler ve hayvanlar ona yardım etmiş ve cinler hala bu havuzların etrafında onları korumaktadır.” demişlerdir. Ed-Dehişe Mülteci Kampı’ndan olan yazar Usame El-İsa “Beytüllahim’in Deli Adamları” romanında gözlüklerini, radyosunu ve sigara paketini bir havuzun kenarında bırakarak hayatına son veren delinin hikayesini anlatırken bu konuya değinmiştir. Yazar bu havuzları inşa etme fikrinin bir deliden başkasından çıkmayacağına vurgu yaparken bu kişinin kendisine göre Romalı Hadrian olabileceğini söylemiştir. Bununla birlikte tarih kitapları, adını 16. yüzyılda havuzları restore edip yeniden açan Osmanlı Sultanı Kanuni Sultan Süleyman’dan aldığını belirtmektedir.
Osmanlıların bölgeye yaptıkları katkılardan bir diğeri Sultan Murat’ın havuzların kuzeyine havuzları ve Beytüllahim’i kullanarak El-Halil’den Kudüs’e gelen kafileleri koruma amaçlı inşa ettiği Murat Kalesi’dir. Osmanlı döneminde Artas, Beytüllahim ve Beyt Sahur halkı, köylerinden geçen kanalları korumakla yükümlüydü. Sırf bu sebepten ötürü havuzları korumak için Artas halkı Murat Kalesi’nde yaşamaya başlamıştır. 1838 yılında Edward Robinson yazılarında köy halkının havuzları herhangi bir saldırıdan korumak için kalede yaşamaya başladıklarını ve bu sebeple köyün neredeyse tamamının boşaltılmış olduğunu belirtmiştir.
Bir Ölüm Tehdidine Dönüşen Hayat
Yağmur suyunun toplandığı havuzlardaki su bir zamanlar berrak maviyken, bugün rengini suya yansıtan kahverengi gövdeli yeşil çam ağaçları ve insanların bölgeyi terk etmesi ya da çeşitli nedenlerle yerlerinden edilmesinin ardından duvarları kaplayan yosunlar nedeniyle suyun rengi koyu yeşil olmaya başlamıştır. Bu sahne bizi geçmişe götürmektedir. Bahsettiğimiz su sistemi bölgenin kentsel gelişiminin en önemli nedenlerinden biri olmakla birlikte; insanlar bu su kaynağının etrafında toplanmaya ve bölgeyi inşaa etmeye başlamışlardır. Bugünkü Artas köyü ve kapatılan Cennet Manastır’ı da bunun bir kanıtıdır.
19’uncu yüzyılın ortalarında ülkemize yaptığı ziyareti belgeleyen “Filistin Evlerindeki Yaşam” kitabının yazarı Mary Eliza Rogers, havuzların etrafındaki bahçelerin nar, incir, şeftali, elma ve erik ağaçlarının yanı sıra kabak, salatalık, kavun, karpuz ve domatesle dolu olduğunu anlatmaktadır. Rogers ayrıca bölge halkının vadiyi ve teraslarını mercimek, fasulye, patates, altın mısır, tütün ve susam fideleriyle yetiştirme konusundaki ustalığına da dikkat çekmektedir. Çam ağaçlarına gelince bunlar sömürgeciler tarafından köylerimizin özelliklerini gizlemek ve onlara Avrupa’daki memleketlerini hatırlattığı için yalnızlık hissini uzaklaştırmak amacıyla dikilmiştir.
1948’de Nekbe’nin ardından havuzlar ve kanalların bir kısmı Ürdün yönetimine geçerken, özellikle Kudüs’te kanalların geçtiği diğer bölgeler İsrail işgali altına girdiği için havuzlar Kudüs’e su sağlamayı bırakmıştır. Ancak bununla beraber, El-Arrub ve Vadi El-Bayar Kanalı (yerel olarak Ras El-Abde olarak adlandırılır), Kudüs’e giden rotasını tamamlamadan havuzlara su sağlamaya devam etmiş; Artas ve El-Hadir Köyü sakinleri ve daha sonra Ed-Dehişe Kampı sakinleri tarafından kullanılmıştır. Nekse’den sonra, siyasi durum ve su sistemi ile havuzların sürekli ihmal edilmesi sonucunda, havuzlar kullanılmaz hale gelmiştir.
Bugün köyün bazı arazilerinde, Cennet Manastırı’nın kapalı arazilerinde olduğu gibi hâlâ bazı ürünlerin ekilmesinin yanında Artas’ın teraslarına mevsiminde marul ekilmekte, hatta köyde her yaz marul festivali düzenlenmektedir. Ancak, Filistin’in çeşitli köylerindeki siyasi ve sosyal koşullar ve sömürgeci politikalar sonucunda, Ayrım Duvarı’nın birçoğunun üstünü kapatması ve 1948’de işgal edilen topraklarda çalışmanın ekonomik açıdan daha uygun hale gelmesi nedeniyle birçok tarım arazisi terk edilip ihmal edilmiştir. Fakat Aksa Tufan’ı işleri değiştirmiş olacak ki, bazıları, içeride çalışmaları engellendikten sonra tarım alanında yıllar içinde kaybettikleri beceri ve bilgileri geri kazanmak için geri döndüklerini söylüyor.
Baskınların Ötesindeki Anılar
Bahsettiğimiz alanın önemi sadece tarihi değerinden, sulamadaki rolünden veya coğrafi konumundan kaynaklanmıyor, aynı zamanda özelde Artas ve El-Hadir köylerinin, Ed-Dehişe Kampı’nın ve genel olarak Filistin halkının anılarının da bir parçasını oluşturmaktadır. Örneğin 1980’lerde kampın gençleri yüzmeyi bu havuzlarda öğrenmiş ve kampın çocukları ise kışın evlerini ısıtmak için odun toplamak üzere kamptaki çam ağaçlarını kullanmışlardır. Bunun yanında havuzlar yeni evlenen birçok çift için güzel fotoğrafların çekildiği bir yer olmuştur. Artas halkı yüzyıllardır akan dereden abdest alır ve Mary Eliza Rogers’ın anlattığına göre köy kadınları akan suyun etrafında toplanır, beyaz ve mor elbiselerini ve örtülerini havuzun kenarındaki mermerlerin üzerine sererlerdi.
Bu kaybolan anılar karşısında bölge, işgal askerlerinin koruması altındaki yerleşimcilerin, özellikle de son yıllarda genişleyen ve evleri havuzlara yakın olan Efrat yerleşim bölgesinden gelenlerin sık sık saldırılarına maruz kalmaktadır. Söz konusu saldırılar, Tufan savaşından sonra yoğunlaşan ve vahşice genişleyen yerleşim istilası ışığında pek de ihtimal dışı olmayan bir yerde varlık gösterme ve kontrolü ele geçirmeye hazırlık olarak Yahudileştirme girişimi anlamını taşımaktadır.
Bu durum, havuzlarda meydana gelen boğulma vakaları nedeniyle Filistinlilerin bölgedeki varlığının azalmasıyla aynı döneme denk gelmektedir. Bu da havuzların çitle çevrilmesine ve arkeolojik alanı yöneten şirket tarafından ziyaret edilebilecek yerlere kısıtlamalar getirilmesine yol açmıştır. Bu durum girişin ücretli olmasının yanı sıra, mekanın insanlardan ayrılmasıyla sonuçlanmış ve ziyaretleri günlük bir rutinden, halka açık bir parkı ziyaret ediyormuş gibi kısa süreli ziyaretlere dönüştürerek insanların mekanla olan günlük bağlantılarını etkilemiştir.
Eğer bölgeyi henüz ziyaret etmediyseniz özellikle de yerleşimcilerin toprağımızın her karışına, arkeolojik ve doğal simge yapılarımıza saldırdığı bu dönemde ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Çocuklarla birlikte ziyaret edin, birlikte havuzlara taş atın ve yürümekten yorulan bacaklarını pınarın serin ve ferahlatıcı suyuna sokmalarına izin verin. Böylece onları buraya bağlayan derin ilişkiyi ve hikayeyi hafızalarına kazıyabilirsiniz çünkü ancak tarihini bilen kişiler değerlerine sahip çıkabilir.
Bu yazı Yara Ramazan tarafından Metras için yazılmıştır, çevirisi Kudüs’te Bugün ekibine aittir.