Written by Görüş

Siyonizm ve Vahşetin Teşhiri: Baptist Hastanesi’nin Bombalanması ile Pesah Bayramı Saldırısı Arasında

Yahudilerin Pesah Bayramı ile Hıristiyanların Dallar Bayramı ay takvimine dayalı olduğundan genellikle aynı zamana denk gelir. Dallar Bayramı, Hıristiyanların Paskalya’sından önceki Büyük Perhiz’in son pazar gününe denk gelmektedir.

Siyonizm, kendisine aykırı olan her şeyden kurtulmaya and içtiğini göstermek için bu iki bayramın çakışmasını bir fırsat olarak kullanmaktan geri durmadı. Dallar Bayramı gecesini özellikle seçerek Batı’da ve ABD’de yaygın olan Protestan kiliselerinden Anglikan Kilisesi’ne ait Gazze Baptist Hastanesi’ni bombaladı. Böylece Siyonizm, bize ve dünyaya adeta şu mesajı vermek istedi:

Öldürme gücümüzün sınırı yok. Suç işlememizin önünde hiçbir engel yok. Batı’ya en yakın Hıristiyan kurumunu, en kutsal gecelerinden birinde vurabiliriz. Bu da mutlak üstünlüğümüzün bir kanıtıdır.”


Bu kanın bu denli istisnai bir vahşetle dökülmesi, Yahudi Pesah Bayramı’na da adanmış bir kutlamaydı adeta. Filistinlilerin kanı bir kurban olarak sunuldu. Üstelik bu, mayasız ekmeğin ancak Yahudi olmayan bir çocuğun kanı ile karıştırılmasıyla tamamlanacağı rivayet edilen o özel günde gerçekleştirildi. Baptist Hastanesi’nde tam olarak yaşanan buydu. Siyonizm, Yahudilerin yüzyıllardır reddetmeye çalıştığı bu ithamı, kendi elleriyle fiilen gerçekleştirmiş oldu. Böylece bu çarpıcı tarihsel ironiyle birlikte, siyonizmin hangi açıdan bakılırsa bakılsın mutlak bir kötülük olduğu gerçeği, apaçık bir şekilde gözler önüne serildi.

İşgalci gücün kötülüklerinin tezahürü bununla sınırlı kalmadı. Dallar Bayramı gününde, işgal güçleri Hıristiyanlara da, Ramazan boyunca Müslümanlara uyguladığı kısıtlamaların aynısını dayattı. Batı Şeria’dan Kudüs’e ibadet için gelen Hıristiyanların girişine izin verilmedi, Eski Şehir’in girişleri kapatıldı ve Kıyamet Kilisesi’ne ulaşım zorlaştırıldı. Bu uygulamaların önemli bir kısmı, Mescid-i Aksa’nın kuşatma altına alınması ve buraya yapılan baskınların kolaylaştırılması amacıyla yapıldı.

Bunlar yalnızca bir başlangıç. 14 Nisan’dan itibaren bir hafta boyunca, Pesah Bayramı’nı kutlayan radikal Siyonistler, Mescid-i Aksa’ya yönelik baskınlarıyla eş zamanlı olarak Çile Yolu (Via Dolorosa/Hz. İsa’nın çarmıha gerilmeden önce yürüdüğü yol) üzerinden geçen Hıristiyanlara yönelik saldırılarına başlayacaklar. Her yıl olduğu gibi, bu yıl da Hıristiyanlara tükürmekten, hakaret etmekten, saldırmaktan ve kilise ile manastırları ateşe vermekten geri durmayacaklar. Onlar bu tür saldırıları, Tanrı’nın rızasını kazanmanın ve O’na yakınlaşmanın bir yolu olarak görüyorlar. Ancak hayır, bu insanlar, bu eylemlerle Hıristiyanları Yahudiliğe davet ettiklerini düşünmüyorlar –zira Yahudilik kapalı bir dindir ve başka inançlardan kişilerin bu dine mensup olmalarına nadiren izin verir–; onlar için mesele sadece eziyetin ta kendisi. Salt eziyet, Tanrı’yı memnun eden bir davranış sayılıyor!

Böyle bir düşünceye inanan kişinin, farklı inançlara sahip kişilere karşı duyduğu içgüdüsel intikam ve kin duygusunu “Tanrı’nın rızası” kisvesiyle meşrulaştırması, nihayetinde onun yalnızca kendi benliğine tapan, arzularını kutsallaştıran biri olduğunu gösterir. İşte siyonizm de tam olarak bu hâlin en belirgin tezahürüdür; Siyonist topluluğun kendi benliğine tapınması… Din, milliyetçilik ve mutlak ırk üstünlüğü fikrinin tuhaf ve tehlikeli bir bileşimi…

Elbette, 14 Nisan’dan itibaren Eski Şehir’de ve çevresindeki kilise ve manastırlarda Hıristiyanlara saldıracak olanların büyük çoğunluğu, “Lehava” adlı örgütün mensuplarıdır. Bu örgüt, Yahudi ırk saflığını koruma, karma evlilikleri engelleme ve Hıristiyanları Filistin’den kovma çağrısı yapan bir yapıdır. Bugün işgal polisinden sorumlu Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, bu örgütün kurucularından biri ve ilk lideridir.

Siyonizmin uzun yıllar boyunca “marjinal aşırılıklar” olarak dışlamaya çalıştığı bu uygulamalar, bugün artık onun merkezî güçleri hâline gelmiştir. Siyonizm artık kendisiyle daha tutarlı. Zira zahiri ve batını tamamen örtüşmektedir. Kuruluşunun ilk on yıllarında takındığı Avrupai seküler maske artık tamamen düşmüş durumda. Artık biz de, dünya da onu olduğu gibi görüyoruz; yalnızca bize değil, bütün insanlığa karşı mutlak bir kötülüğü temsil eden yok olması gereken bir ideoloji. Hatta Yahudiliğin bizzat kendisi için bile bir felaket. Çünkü siyonizm, Yahudiliği yeniden yalnızlığa ve tecride mahkûm ediyor.

 

Bu yazı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Ziyad Ibhais tarafından yazılmıştır, çevirisi Kudüs’te Bugün tarafından yapılmıştır.