Written by Görüş

Kudüs’ten Gazze’ye Soykırımla Yüzleşmek

26 Mayıs 2025 Pazartesi günü, 1967’deki ikinci Arap felaketinde Kudüs, Batı Şeria, Gazze, Golan Tepeleri ve Sina’nın düşmesinden bu yana en yıkıcı günlerden biri olabilir. Gözler şafak vakti, bir yangınla uyandırılan ve etrafında 37 can alan soykırımdan kurtulmanın bir yolunu bulmaya çalışan küçük gülün görüntüsüyle uyandı. Bu, yirmi ay boyunca sürekli tekrarlanan, diri diri yakılan, kuşatılan ve aç bırakılan çocukların günlük hikayesiydi.

Kısa bir süre sonra, işgal başladığından beri esir tutulan Mescid-i Aksa’ya yönelik en vahşi saldırı gerçekleşmiştir. Bu durum her baskında tekrarlanmış ve her saldırı bir öncekinden daha karanlık gerçekleri dayatmıştır. Bugün Mescid-i Aksa’ya düzenlenen baskın, iddia edilen Siyonist egemenlik gösterisini, bir veya iki bayrak kaldırılması girişiminden, sürekli tekrarlanan mini bir bayrak yürüyüşüne dönüştürmüş ve sonunda Mescid-i Aksa Siyonist bayraklarının dalgalandığı bir meydan haline gelmiştir. Ritüeller, özellikle de toplu halde tam secde ritüeli, tüm Mescid-i Aksa’ya yayılmış ve Kubbet-üs Sahra’nın karşısındaki batı meydanına kadar ulaşmıştır. Mescid-i Aksa, İsrail İç Güvenlik Bakanı’nın öncülüğündeki beş Knesset üyesinin Aksa’ya düzenlediği baskınla, bir egemenlik gösterisinin sahnesi haline gelmiştir. Bakan, hamasetle “başarılarıyla” övünmek için Kıble Mescidi önünde bir basın toplantısı düzenlemiş ve “Bu Yahudi seli göze hoş geliyor” demiştir. Ayrıca Tevrat ritüelleri ve polis süngüleri altındaki tam secdeyle, güç sarhoşluğuyla üç kez “devam edeceğiz” demiştir.

Bu gösterişli basın toplantısının ardından İsrail kabinesinin, güneyde Aksa’nın bitişiğindeki Kudüs mahallesi Silvan’ın kalbinde bir toplantı yapması bekleniyordu. Bu toplantı, Silvan kalıntılarında var olduğu iddia edilen Davut Şehri’ni çevreleyen kazılarda gerçekleşmiştir. Netanyahu, kuzeye doğru Aksa’ya giden tünellerde gazetecilere hitap etmeyi tercih etmiştir. Aslında Memlük yerleşimi olan el-Vad Caddesi ve Kattanin Çarşısı’ndaki Asur Salonu’nda yedi yıl üst üste yapılan toplantıların ardından böyle bir tercihte bulunmuştur. Yahudileştirme fırtınasının merkezi, Eski Şehir’e en yakın ve Mescid-i Aksa’nın en güneydeki kuluçka merkezi olan Silvan’a kaymış durumdadır ve amaç ise, buradaki halkı yerlerinden edip yabancı yerleşimcileri yerleştirmektir.

Akşam saatlerinde düzenlenen Bayrak Yürüyüşü’nde Siyonizm gerçek haliyle ortaya konmuştur: Özünde bir şey olmayan, tek amacı Filistin halkını yok etmek ve yerine hem insani hem de yapı olarak Yahudi varlığını dayatmak olan bir sömürgecilik anlayışıdır. Bu şekildeki bir çirkin egemenlik kavramı yapışkan bir kavramdır. Bunu ifade etmenin en güzel yolu, sözde ebedi başkentin sokaklarına tükürmek, küfür etmek ve pislik atmak, siyonizm projesinin taşıdığı “erkekliğin” ve “mücadele ruhunun” bir ifadesi olarak buradan çıkarılmayı reddeden sahiplerine, özellikle çocuklara ve kadınlara saldırmaktır.

Saatler içinde egemenlik ifadeleri tükenecektir. Burası, “devlet egemenliğinin” tükürük ve müstehcenlikle dolu üç saat boyunca sürdüğü dünyadaki tek başkenttir. Bu açık imha, Siyonizmin bugün Gazze’den Kudüs’e kadar planladığı en anlamlı şeydir. Artık eskiden olduğu gibi süslü Avrupa tüylerine bürünmüş cilalı bir seçkinler grubu yoktur ve belki de Batı’nın şu anki tek sorunu da budur.

Bütün bunlarda, Nablus’taki Har Bracha, Hebron’daki Kiryat Arba hahamlarına, Eriha, Nablus, Salfit ve Kudüs hahamlarına kadar yerleşim yerlerindeki dini Siyonist hareketin içindeki en etkili hahamlar ön planda olmuştur. Proje çok açıktır: Gazze’nin yok edilmesi, Aksa’nın dini olarak sömürgeleştirilmesi, Batı Şeria’daki Filistinlilerin yerinden edilmesi ve Rabbin önderliğindeki “İsrail Krallığı”nın atan kalbine dönüştürülmesi. Bunların hepsi tek bir sömürgeleştirme projesinin unsurlarıdır. Bugüne kadar da herhangi bir nihai sınır öngörülmeksizin genişlemeye devam etmektedir.

“Soykırım” terimini ortaya atan Polonyalı Yahudi hukukçu Raphael Lemkin, bunun belirli bir halkı veya ulusu ortadan kaldırmak için sistematik, kapsamlı bir plan olduğunu ifade eder. Metodolojisini açıklarken, dil, din, kültür ve ahlak alanlarında soykırım uygulanmasının bir halkın öldürülmesinin ve ortadan kaldırılmasının ayrılmaz bir parçası olduğu sonucuna varır. Bunun nedeni, soykırımın temelde bir halkın ruhunu öldürmeyi, onları diğer halklardan ayıran ve onlara kimliklerini veren merkezi unsuru yok etmeyi, güçlerini elde edebilecekleri ve varlıklarını koruma kararlılıklarını harekete geçirebilecekleri birincil güç kaynağını yok etmeyi amaçlamasıdır.

Bugün Filistin’deki soykırım, Filistin ruhunu öldürmeyi amaçlamaktadır. Kudüs’te bu ruhu öldürme girişimi, Aksa’nın kimliğini yok ederek, bu halkın kimliğini ve ayaklanma nedenlerini ortadan kaldırarak başlamıştır. Gazze ön saflarda durup bu ruhu öldürmeye çalışan projelerini bitireceğini, ordularının prestijini zedeleyeceğini ve hegemonyalarını sağladıklarını düşündükleri topraklarda onları yenilgiye uğratacağını söylediğinde, Gazze’yi bedenen ve ruhen öldürmek gerekiyordu. Böylece bir örnek olacaktı ve hiçbir güç yok edilmesi amaçlanan bu ruha tutunmaya cesaret edemeyecekti ki Aksa da bu ruhun kalbidir.

Gazze güçlü, kararlı ve inançlı bir şekilde dururken, bedeli kanla ödenen ve Lübnan’da, Cenin mülteci kampında, Tulkerim’de ve Nur Şems’de durdurulan birkaç girişim hariç şimdiye kadar desteksiz bir öncü olarak bırakılmıştır. Ayrıca Yemen’de olduğu gibi bazı girişimler de uzaklıktan dolayı etkili olamamıştır.

Bu ruhu yok olma kaderinden kurtaracak olan, bedenin uyanıp ona güç vermesi olacaktır ki Gazze’de tek başına bırakılmasın. Ruhu iman, hakikat ve adalet olan, yeryüzünün derinliklerine kadar uzanan bir beden, bugün hasta ve uyuşturulmuş olsa bile asla ölmez. Bugün, bu trajik durum karşısında, bir şeyler yapmak isteyen herkesin görevi, yok edilmesi Arap ve İslam dünyasında, hatta tüm dünyada milyonlarca insanın öldürülmesini gerektirse de bu ruha tutunmaktır. O zaman bu ruhu öldürmek mümkün olmaz. Bugün, bize düşen görev, kaprislerin, dünyevi çıkarların, durgunluğun, Amerikan desteğinin sağlanması, maddi kazanç ve aldatıcı, aşağılayıcı kurtuluşun bir din ve ilke olarak benimsenmesi karşısında hakikate bağlı kalmaktır.

Bugün, bedeli ne olursa olsun bu hakikate bağlı kalmalı ve Aksa’nın bu topraklarda yükselen hakikat bayrağı olduğunu açıkça anlamalıyız ve bu hakikat, geç de olsa gerekliliği noktasından uygulanması noktasına kadar her türlü olası yolla taşımadığımız sürece galip gelmeyecektir.

 

Bu yazı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Ziyad Ibhais tarafından kaleme alınmıştır, çevirisi Kudüs’te Bugün ekibine aittir.