İşgalci güvenlik güçlerinin Ramazan ayında cuma namazı sırasında Müslümanların Mescid-i Aksa’ya girişinin kısıtlanması yönündeki tavsiyesi, bölgenin içinde bulunduğu bu kritik dönemde sadece deneme amaçlı bir girişim değildir. Aksine, Ramazan ayında Mescid-i Aksa’ya karşı gerçek anlamda bir savaş ilanıdır.
İsrail güvenlik servisleri, özellikle İç Güvenlik Servisi (Şabak), Sadece Filistin için değil, tüm dünyadaki Müslümanlar arasında önemli bir dini statüye sahip olan bölgenin en hassas noktasında olayları kontrol altına almak üzere her yıl Ramazan ayından önce hükûmete tavsiyelerde bulunan en önemli kurumlar arasında yer almaktadır. Son yıllarda, bölgede en ağır baskıların ve huzursuzluğun yaşandığı durumlarda, güvenlik güçleri Ramazan ayında Mescid-i Aksa’daki baskının hafifletilmesi ilkesini esas alarak önerilerde bulunmaktaydı. Çünkü İsrail güvenlik servisleri, bölgedeki çatışmaların geçmişini de göz önüne alan kapsamlı bir vizyona dayanarak beklentileri ölçmektedir.
Bu tarih incelendiğinde karşımıza tek bir sonuç çıkmaktadır: Mescid-i Aksa her an şiddetli bir şekilde patlayabilecek bir barut fıçısıdır. Bu gerçek, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışından bu yana Filistin’deki çatışmanın tarihine hızlıca bakıldığında anlaşılabilir. Mescid-i Aksa İngiliz işgalinin başlangıcından bu yana, her zaman Filistin topraklarındaki herhangi bir şiddetli veya kapsamlı çatışmanın başlangıç noktası olmuştur. Bu çatışmalar, 1920’de Mescid-i Aksa yakınlarındaki Esbat kapısı önünde başlayan Nebi Musa intifadası süreci ile başlamış, yerleşimcilerin mescit içinde gerçekleştirdiği en ağır ihlallerden bazılarının yaşandığı 2023 yılında Sukot bayramının son gününde başlayan Mescid-i Aksa’nın adını taşıyan Aksa Tufanı Operasyonu ile devam etmiştir.
Mescid-i Aksa, bir asırdan fazladır bölgede çatışmaların patlak verdiği başlıca merkezlerinden biri olmuştur. Dolayısıyla, Filistin topraklarında Aksa Tufanı Operasyonu’ndan bu yana bir buçuk yıldır yaşanan şiddetli savaş göz önüne alındığında, mantıken işgal devletinin bu çatışmaya Mescid-i Aksa’yı dahil etmekten her ne pahasına olursa olsun kaçınması gerektiği söylenebilir. Gazze’de Filistinlilere yönelik devam eden şiddetli savaşın gölgesinde geçen ilk Ramazan ayında işgal güçlerinin yaptığı da tam olarak bu olmuştur.
İşgal güçleri, geçtiğimiz Ramazan ayı boyunca Mescid-i Aksa’nın içindeki durumu kontrol altına almak ve içeride her türlü hareketi engellemek için ellerinden geleni yapmış ve bunu farklı şekillerde gerçekleşmiştir. Bunun nedenlerinden biri de Kudüs halkının, mübarek ayın ortasında Gazze’de devam eden savaş ve vahşi katliamlarla meşgul olmasıydı.
Bu defa Ramazan ayı, bu satırların yazıldığı zaman itibarıyla Gazze’de hâlâ yürürlükte olan bir ateşkes anlaşmasına denk gelmiştir. Bu anlaşma, Gazze’deki ateşkesin başlamasıyla birlikte hemen Batı Şeria’ya askeri harekât başlatma tehdidinde bulunan işgal devletinin aşırı sağının iştahını kabartmıştır. Batı Şeria’da yaşananların Kudüs ile güçlü bir bağının olması doğaldır. Batı Şeria, Kudüs’ün doğal kuluçka merkezidir ve iki bölge birbiriyle tümüyle bağlantılıdır.
Dolayısıyla, İsrail güvenlik güçlerinin, önümüzdeki dönemde genişlemesi beklenen Batı Şeria’nın kuzeyine yönelik şiddetli saldırısının gölgesinde, tüm konuların nispeten kısa bir süre içerisinde çözülmesi için çaba harcadığı anlaşılmaktadır. Bu yüzden, birden fazla sonucu olabilecek ve birden fazla olası anlama sahip olabilecek bu garip tavsiyede bulunmuştur.
Burada masada şu ihtimaller bulunmaktadır: Bu duyuru, işgal yönetiminin güvenlik güçlerinin gerçekten istediği Mescid-i Aksa’daki insan sayısını azaltma yönünde atılmış bir ön adımdır. Ancak tavsiye edildiği gibi sadece on bin namaz kılan kişi sayısıyla değil de daha fazlası ile sınırlacaktır. İstediğini elde etmek için büyük bir talepte bulunmak, bir pazarlık ve müzakere yöntemidir. Böylece bir taşla iki kuş vurmuş olursunuz ki bu, iki ihtimalden birine bağlıdır:
İşgal hükûmeti gelip bu tavsiye edilen sayıyı on binden yirmi veya otuz bine veya daha fazlasına çıkardığında, ilk tavsiye on bin olduğu için Ramazan ayında yirmi veya otuz bin Müslümanın Cuma namazı için Mescid-i Aksa’ya girmesine izin verilmesinin bir “başarı” sayılabileceği yönünde sesler yükselecektir. Böylece Müslümanların öfkesi, bir şeyi “başardıklarını” düşünerek yatışacaktır. Aynı zamanda işgal devleti Ramazan ayında Mescid-i Aksa’daki Müslüman sayısını önemli ölçüde azaltarak istediğini uygulamaya koymuş olacaktır ki geçtiğimiz yıllarda Mescid-i Aksa’da cuma namazı kılan Müslümanların sayısı en az yüz bini aşmış, Ramazan ayının son cuma günü ise iki yüz elli bine ulaşmıştır.
Ayrıca işgal devleti, savaş sırasında Gazze’de işlediği alışılmadık ve benzeri görülmemiş suçlara ilişkin haberleri yayınlayarak Filistin toplumunda yaratmak istediği sindirme ve şok durumunun, Kudüs halkını bu tavsiyeye karşı herhangi bir tepki göstermekten alıkoyma konusunda (her ne kadar küçük de olsa) bir katkı sağlama ve on bin kişinin namaz kılmasına izin verilmesi ile ilgili tavsiyesi temelinde Kudüslüler ve Filistinliler arasında hiçbir harekete ve çatışmaya sebep olmama ve Kudüslülerin işgal devletinin kendilerine verdiğiyle yetinmesi ihtimalini de göz önünde bulunduruyor olabilir. Bu durumda işgal devleti, her ne kadar çok küçük bir ihtimal olsa da Ramazan ayında Müslümanların Mescid-i Aksa’da namaz kılmamaları ve Cuma namazlarında bu kadar az bir sayıyla yetinmeleri nedeniyle çok büyük ve eşi benzeri görülmemiş bir kazanım elde etmiş olacaktır.
Yani ya güvenlik güçleri gerçekten Müslümanların sayısını bu kadar düşürmeyi amaçlamakta ve bunu başaracaktır ya da herhangi bir hareketi, çatışmayı ve Kudüslülerin tepkisini bu sayıyı biraz artırarak engellemeye çalışacaktır. Bu yirmi bin, otuz bin hatta elli bin gibi öncekinden daha yüksek bir sayı olacak, Kudüslülerin tepkisini azaltacağı gibi taleplerinin oranını da aşağı çekecektir.
Her iki durum da tehlikelidir. Çünkü Mescid-i Aksa işgalcilerin doğrudan kuşatması altındadır. Ama bu defa Müslümanların sessizliği ve onayıyla. Mescid-i Aksa’nın yirmi yıldan fazladır kuşatma altında olduğu bilinmektedir ve bunun pek çok tezahürü vardır. Bunların en basiti Müslümanların Mescid-i Aksa’ya giriş çıkışlarında işgalcilerin tacizlerine sessiz kalmalarıdır. Ayrıca camiden kadın ve erkek cemaatin çıkarılması kararları, işgalcilerin caminin idari, onarım ve başka her türlü küçük büyük işine karışması da bu minvalde sayılabilir.
Bütün bunlar göz önüne alındığında, bu tehlikeli işgal oyununa karşı koymak, Filistin halkının özüne dönme kararı almasıyla mümkündür. Yani işgal devletinin kuşatmasının fiilen kırılması, halkın bu kuşatmayı kırma kararı alması ve bu kuşatmaya rağmen her ne pahasına olursa olsun kitleler halinde Mescid-i Aksa’ya yönelmesiyle mümkündür. Özellikle Ramazan ayındaki yoğunluk işgalcileri en çok korkutan şeydir. Dünyanın dört bir yanından yüz binlerce insanın aynı anda Mescid-i Aksa’ya akın etmesi, işgalcileri şaşırtıp korkutmaktadır. Buradan şu sonucu çıkarabiliriz ki işgal devletinin kararları karşı konulamayacak bir kader değildir. Bilakis bu kararlar halkımızın geçmiş yıllarda, hatta şu anki savaş sırasında defalarca yaptığı gibi kırılıp yenilebilir.
Bu yazı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Dr. Abdullah Marouf tarafından Mugtema için kaleme alınmıştır, çevirisi Kudüs’te Bugün ekibine aittir.