Written by Görüş

Kudüs’teki Rubio Konferansı ile Doha Zirvesi Arasında

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Arap-İslam zirvesinin başlamasından iki saat önce Kudüs’te soykırımın başbakanı Benjamin Netanyahu ile düzenlediği basın toplantısında, Doha’da toplanan tüm Arap ve Müslüman müttefiklerine karşı ABD’nin gerçek tutumunu sergiledi:

1. Konuşmasına, Kudüs’ün Yahudileştirilmesinde ABD ortaklığını vurgulayarak başladı. Bunu da Davud Şehri’ni canlandırdığı söylenen ve efsaneye göre Mescid-i Aksa’nın güneyindeki Silvan’da bulunan tünelin açılışına katılarak gösterdi.

2. Katar’daki saldırının ABD ile müttefikleri arasındaki ilişkilere etkisi sorulduğunda, “Ne olursa olsun değişmeyen bazı temel gerçekler var: 48 İsrailli rehinenin serbest bırakılması, Hamas’ın ortadan kaldırılması ve Gazze halkına daha iyi bir gelecek sağlanması. Ancak bu gelecek, rehineler serbest bırakılmadan ve Hamas ortadan kaldırılmadan başlayamaz. ABD, Katar’ı bu hedeflere ulaşması için teşvik etmeye devam edecek.” dedi.

3. İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonu hakkındaki yorumu sorulduğunda ise, “Teröristlerden kurtulmak yoğun bir askeri operasyon gerektirebilir.” ifadelerini kullandı. Bu da Netanyahu’nun Gazze’deki soykırımı sürdürmesi için ihtiyaç duyduğu tek şeydi.

Netanyahu’ya Doha saldırısının tekrarlanıp tekrarlanmayacağı sorulduğunda ise, “Terörü barındıran ülkelerin egemenliği yoktur.” diyerek, saldırı kararını kendisinin aldığını ve sorumluluğunu üstlendiğini övünerek dile getirdi.

Bu açık çelişki, Rubio’nun tutumuyla Arap-İslam zirvesinin tutumu arasındaki bazı mantıklı soruları gündeme getiriyor:

Birincisi: ABD, 57 ülkenin çoğunun kendisini müttefik olarak gördüğü bir durumda nasıl tek bir müttefikin yanında durabilir? Onlarca müttefike, ortaklarının tutumu üzerinde en ufak bir etki imkanı tanımayan bir ittifak ne anlama gelir? Aslında hepimiz bunun ittifak adıyla süslenmiş bir bağımlılık ve boyun eğme ilişkisi olduğunu biliyoruz. Bugün yaşananlar da bu gerçeği süssüz bir şekilde gözler önüne serdi.

İkincisi: ABD’ye bağımlı ya da ona tabi olanların gerçekten bağımsız bir iradeleri kalır mı? Siyasi iradelerine güvenilebilir mi? 23 aydır süren soykırımın şiddetini azaltmayı bile başaramayan, onu durdurmak bir yana, bu sorunun cevabını da hepimiz biliyoruz.

Üçüncüsü: Son üç günde 7 Arap ülkesinin bombalanmasına rağmen hiçbir fiili karşı duruşun olmaması, ABD ile ittifakın hala bir varlık sebebi taşıyıp taşımadığı ya da en azından kendini savunma bilincini koruyup korumadığı sorusunu gündeme getiriyor.

 

Bu yazı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Ziyad Ibhais tarafından yazılmıştır, Kudüs’te Bugün ekibi tarafından çevrilmiştir.