2024 yılının sona ermesi, 2025 yılının başlamasıyla birlikte Mescid-i Aksa’da ve Kudüs’te en şiddetli çatışmaların yaşandığı on yıl sayılabilecek bir zaman dilimini geride bırakmış olacağız. Ortalama her bir buçuk yılda bir bu şekilde bir çatışma ortamı yaşanmaktadır. Bu on yıllık süreç, 2014 yazında Kudüs’te Muhammed Ebu Hudayr adlı çocuğun şehit edilmesinin ardından Gazze’de yaşanan şiddetli Koruyucu Hat Operasyonu ile başlamıştır. Ardından sırasıyla 2015 sonbaharında Kudüs’te Sekakin Direnişi patlak vermiş, 2017 yazında Mescid-i Aksa’da Esbat Kapısı Direnişi yaşanmış, 2019 yılı başında Rahmet Kapısı Direnişi gerçekleşmiş, 2021 yazında, ilk kez Filistin topraklarının tamamında kapsamlı bir çatışmanın yaşandığı Kudüs Kılıcı Savaşı yaşanmış ve son olarak 2023 Ekim ayından bu satırların yazılmış olduğu ana kadar devam eden Aksa Tufanı savaşı başlamıştır.
Geçtiğimiz on yıllarda Kudüs ve Mescid-i Aksa, mümkün olduğunca sükuneti korumaya çalışan İsrail hükûmetlerinin muhalefetine rağmen, aşırı sağcı dinci Siyonist radikal grupların Mescid-i Aksa’daki durumu kontrolden çıkarmaya yönelik münferit girişimlerine tanık olmuştur. Kudüs’teki demografik yapının ve Mescid-i Aksa’daki dini gerçekliğin değiştirilmesine yönelik çok yavaş, kademeli bir yöntem izlenmiştir.
1967’deki Siyonist işgalinden 1987’de Birinci Filistin İntifadası’nın patlak vermesine kadar geçen yirmi yıl boyunca, işgal yönetimleri tarafından Mescid-i Aksa’da statükoyu değiştirmeye yönelik herhangi bir örgütlü girişimde bulunulmamıştır. İşgal güçleri, 1969 yılında Avustralyalı radikal Hristiyan Denis Michael Rohan’ın Kubbet-üs Sahra’yı yakma girişimi ve 1982 yılında Amerika doğumlu İsrail vatandaşı asker Alan Harry Goodman’ın Kubbet-üs Sahra’ya saldırısı örneklerinde olduğu gibi Mescid-i Aksa’ya yönelik bireysel saldırıları örtbas etmekle yetinmiştir.
1987’de birinci Filistin İntifadası’nın patlak vermesinin ardından Mescid’i Aksa’ya yönelik saldırılar, İsrail hükûmeti tarafından örtbas edilmiş olsa bile 1990’daki Mescid-i Aksa katliamında, 1996’daki tünel direnişinde ve Ariel Şaron’un 2000’deki Mescid-i Aksa baskınında olduğu gibi görünüşte izole ve kolektif bir karakter kazanmaya başlamıştır.
2003 yılıyla birlikte, İsrail sağının iktidarı ele geçirmesiyle Mescid-i Aksa’daki statükoyu değiştirme süreci ciddi bir yönetimsel karakter kazanmaya başlamıştır. Mescid-i Aksa, Yahudilerin günlük baskınlarına maruz kalırken, Kudüs’teki İslami Vakıflar İdaresi’nin çalışmalarına yönelik sistematik kısıtlamalar başlamıştır. Bu on yıl aynı zamanda Filistinlilerin, Kudüs’teki ve Filistin içindeki İslami hareketlerin resmi kurumları aracılığıyla bu olaylara karşı koyma yöntemlerinin artmasına da tanık olmuştur.
Ancak 2014-2024 yılları arasındaki dönemin başında her şey değişmiştir. Tüm bunların gerçekleşmesini sağlayan ana etken, Filistin’in kuzeyindeki İslami harekete ait kurumlarının kapatılmasıymış gibi gözükmektedir. Bu durum Mescid-i Aksa’nın kurumsal olarak savunulmasının önüne geçilmesi, kurumsal veya hareketsel bir çerçeveye sahip olmayan halk direnişinin kapısının aralanması anlamına gelmekteydi. Ayrıca işgal yönetiminin, Aksa’da her zaman birlikte yaşadığı tüm denklemleri değiştirmeye çalışmasına kapı açmış ve özellikle son Netanyahu hükûmeti döneminde dindar Siyonist hareket İsrail’de iktidarı ele geçirmek için eşi benzeri görülmemiş bir yükselişe geçmiştir.
2012 yılından bu yana Mescid-i Aksa’daki olayların her geçen yıl artmasıyla birlikte, İsrail’in Aksa’ya yönelik saldırılarıyla ilgili yayımlanan hemen hemen her yıllık raporda “en zor yıllardan biri” ifadesinin tekrarlandığını fark etmişimdir. Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırılar her geçen yıl bir önceki yıla göre daha da şiddetlenirken, Aksa sorununun çözümüne yönelik girişimlerde de her geçen yıl ilerleme kaydedilmiştir.
2017 ve 2021 yılını bu sürecin dışında tutabiliriz. Zira 2017’nin ortasında Esbat Kapısı Direnişi yaşanmış ve işgalciler o yıl boyunca hesaplarını gözden geçirip, üçüncü bir intifadaya yol açacağı korkusuyla duraksamışlardır. 2021 yılı ise Kudüs Kılıcı Savaşına tanıklık etmiş ve bu savaş aynı zamanda işgalcilerin yılın geri kalanında Filistin topraklarındaki stratejilerini kapsamlı bir şekilde gözden geçirmelerine yol açmıştır.
Bunun haricinde, bu yılların her biri aslında, 2014’teki Koruyucu Hat Operasyonu, 2015’teki Kudüs Direnişi ve 2019’un başlarındaki Rahmet Kapısı Direnişi örneklerinde olduğu gibi işgal güçlerinin, Filistin halkının kendilerine bazı yıllarda yaşatmış olduğu olumsuzlukları telafi etmek için gerçekleştirmiş olduğu yeni ilerleme veya misilleme girişimleriyle son bulmuştur. Bu çatışmaların hepsinde Filistin halkı ve Filistin direniş güçleri işgal güçlerini taktiksel olarak geri çekilmeye zorlamıştır. Ancak bu taktik geri çekilmenin meyvelerini toplamayı başaramamış ve bunu Kudüs’teki kapsamlı İsrail projesi bağlamında stratejik bir geri çekilmeye dönüştürmeyi başaramamıştır.
Belki de bunun nedeni, ister Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinli grupların örgütsel yapısı, ister Filistin’in kuzeyindeki İslami hareketin dağıtılan kurumları açısından olsun Kudüs’te her türlü halk direnişi için gerçek anlamda örgütlenmiş bir yapının bulunmamasının yanı sıra Kudüs ve Mescid-i Aksa meselesinin, Filistin topraklarını aşan bir dizi bölgesel mesele ve güçle kesişmesidir. Sonuç olarak, Ürdün Vakıflar, İslami İşler ve Mukaddesat Bakanlığı’na bağlı bir hükûmet organı olması nedeniyle Mescid-i Aksa’nın işlerini yönetmek üzere resmi bürokratik çerçeveyi oluşturan İslami Vakıflar İdaresi’nin etkin kurumsal varlığı azalmıştır. Ayrıca Filistin’in güneyindeki İslami hareketin bazı kurumları, siyasi ve ideolojik tavanlarıyla işgale karşı örgütlü bir halk mücadelesi ortaya koyamamaktadırlar. Tabi ki bu durum, bu kurumların Mescid-i Aksa’nın günlük ve dönemsel ihtiyaçlarını karşılama konusundaki etkisini azaltmamıştır.
İşgal güçlerinin taktiksel olarak geri çekilmesi stratejik projelerinden vazgeçtikleri anlamına gelmemektedir. Bu, Filistin halkının, bütün güçleri, kurumları ve gruplarıyla, işgal güçleriyle her yüzleşmeden sonra anlamak zorunda olduğu bir gerçektir. İşte bu nedenle İsrail işgal yönetimi, elli yıldır sabırla beklediği şeyi, bir yıldır devam eden Aksa Tufanı Savaşı sırasında büyük bir hızla uygulamaya koymuştur.
Dolayısıyla dini Siyonist hareketin Netanyahu hükûmetinde iktidarı ele geçirmesinin ardından 2024 yılının, Kudüs’ün tümüne ve eş zamanlı olarak özellikle Mescid-i Aksa’ya yönelik en şiddetli saldırı dalgasına tanıklık edilen yıl olduğunu görmekteyiz. Radikal sağcılar, Maliye Bakanlığı’nda Smotrich ve İç Güvenlik Bakanlığı’nda Ben-Gvir aracılığıyla Kudüs’le ilgili en hassas konuları, yani para ve güvenliği kontrol edebilme imkanı bulmuştur.
Dolayısıyla 2024’te benzeri görülmemiş derecede korkutucu istatistiklere şahit oduk. Kudüs’te gerçekleştirilen yıkımlar, daha önceki tüm yıllık istatistikleri aşmıştır. Bir yılda 335’ten fazla yapı yıkılmış ve 1.200’den fazla Kudüslü tutuklanmıştır. Ev hapsine çarptırılan 6 kişinin yanı sıra, 370’den fazla kişi hapis cezasına çarptırılmıştır.Bu yıl içerisinde 33 Kudüslü şehit edilmiş, bunlardan 11’inin naaşı alıkonulmuş ve bu satırların yazıldığı ana kadar da gömülmemiştir.
Mescid-i Aksa ise bu yıl nicelik ve nitelik açısından tarihinin en fazla baskınına sahne olmuştur. Sayısal olarak bakıldığında Mescid-i Aksa, yıl boyunca 59 binden fazla yerleşimcinin baskınına maruz kalmış, günde ortalama 193 yerleşimci (cuma ve cumartesi günleri hariç) Aksa’ya baskın düzenlemiştir. Ayrıca Kudüslüler hakkında 120’den fazla Mescid-i Aksa’ya giriş yasağı kararı alınmıştır.
Mescid-i Aksa, ilk kez radikal bakan Ben Gvir’in radikal yerleşimci grupların tüm dini ritüellerini kamuya açık şekilde gerçekleştirmeleri kararını uygulamasına tanık olmuştur. Radikal Tapınak Grupları tarafından dua, sabah vaazı ve akşam duası gibi günlük dini ritüellerin yerine getirilmesi için günlük programlar duyurulmaya başlanmıştır. Kendisine “Tapınak Dağı İdaresi” adını veren radikal grup, artık sanki Mescid-i Aksa’nın işlerini yönetiyormuş gibi hareket etmektedir. Haham Samson Elbaum’un, Mescid-i Aksa’da bakanları, Knesset üyelerini, İsrailli politikacıları, başka kişileri kabul ettiğini ve sanki oranın sorumlusuymuş gibi baskınlara eşlik ettiğini görmekteyiz. Mescid-i Aksa muhafızlarının, yerleşimcilerin baskınları sırasında yanlarına yaklaşmasının bile tamamen yasaklandığını şahit olmaktayız.
Ayrıca, on yıldan uzun bir sürenin ardından ilk kez, işgal yönetiminin restorasyon çalışmalarını tamamen yasaklamasının ardından Mescid-i Aksa’nın bazı bölgelerinde restorasyon çalışmaları yapıldığına şahit olduk. Bu bağlamda, söz konusu operasyonlardan bazılarının İsrail Eski Eserler Kurumu’nun gözetimi altında zorla gerçekleştirilebileceği yönünde korkunç haberler gelmektedir. Bu da aslında işgal güçlerinin Mescid-i Aksa’nın yönetimine tam anlamıyla ortak olduğunu, İslami vakıfların rolünün sadece Aksa içindeki Müslümanların işlerini yönetmekle sınırlı hale geldiğini göstermektedir ki daha önce bu konuda defalarca uyarılarda bulunmuştuk.
Kudüs ve Mescid-i Aksa bu içler acısı tabloyla 2025 yılını karşılayacaktır. İşgal yönetimi ile kurumlardaki ve yerleşimci hareketlerindeki kollarının, bu yılı önce Mescid-i Aksa’da, sonra Kudüs’te çözüm yılı haline getirmeyi hedeflediğine dair çok sayıda işaret bulunmaktadır.
Gazze’ye yönelik yürütülen yıkıcı savaş, şimdi Filistin direnişini marjinalleştirerek ve Mescid-i Aksa’da düzenlenen herhangi bir büyük eyleme yanıt vermesini engelleyerek sahadaki denklemleri değiştirmeyi amaçlamaktadır. Gazze’deki savaşın ardından bir sonraki durağın Kudüs, özellikle de Mescid-i Aksa olacağın ve bunun ya Kudüs’ten sonra ya da aynı anda Batı Şeria’ya taşınacağı konusunda hiç şüphe yoktur.
Netanyahu hükûmetinin düşme ihtimaline bakılmaksızın bir sonraki seçimlerin 2026’da yapılması beklenmektedir. Bütün istatistikler, bugün İsrail’i yöneten dinci Siyonist hareketin, zamanında seçim yapılması halinde iktidarda kalma şansının düşük olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bu hareketin, yıl sonundan önce var olan gerçekliği tamamen değiştirmekten, Kudüs, Batı Şeria ve tabii ki Mescid-i Aksa’ya kendi vizyonunu dayatmaya çalışmaktan başka alternatifi bulunmamaktadır.
Bu bölgedeki işgal projesi devam etmekte ve ilerlemek için bir gerekçeye ihtiyaç duymamaktadır. Filistin halkının, Mescid-i Aksa’nın varlığını ve mevcudiyetini savunmak için işgal yönetiminin projesine her türlü şekilde ve kırmızı çizgileri olmaksızın karşı koymaktan başka bir çaresi bulunmamaktadır.
Bu yazı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Dr. Abdullah Maruf tarafından kaleme alınmıştır, çevirisi Kudüs’te Bugün ekibine aittir.