ABD Başkanı Donald Trump, Kudüs’ün üzerine kara bir bulut gibi inmiş durumda. Resmi olarak Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımlayan ve 2017’nin sonunda Amerikan Büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma kararını uygulayan ilk Amerikan başkanı olması gibi durumlar kendisinin bu hassas dosyada biriktirdiği kötü kredilerin başlıca nedenleri arasında.
Trump hiçbir zaman İsrail’e olan tam desteğini gizleme ihtiyacı duymamıştır. Öyle ki kendisini yeterince desteklemedikleri için ABD’deki Yahudi lobilerine savaş açmış ve İsrail’deki seçimlere adaylığını koysa kesinlikle kazanacağını çünkü İsrail’de ABD’den daha popüler olduğunu dahi söylemişti.
Bugün ise Donald Trump’ın Beyaz Saray’a beklenen dönüşü ile bir yıldan fazladır savaşın gölgesinin hüküm sürdüğü kutsal şehrin semalarında Trump’ın birinci başkanlık döneminde getirdiği kara bulutlar tekrardan toplanmaya başladı. Yanı sıra İsrail hükümeti de savaştan sonra Dini Siyonistler’in eline geçmesiyle önceki yıllara nazaran farklı bir yol izlemeye başladı.
Özellikle Galant’ın görevden alınması ve “Walla” isimli İsrail medya kanalının yayınladığı iddialara göre Netenyahu’nun genelkurmay ve Şin Bet başkanı hakkında da aynı niyetleri olduğu haberlerine bakılırsa şu an Dini Siyonizm, İsrail güvenlik ağının geri kalan bölümlerini de ele geçirme yolunda ilerliyor.
Demokrat ve Cumhuriyetçi partinin İsrail’i destekleme ilkelerindeki neredeyse yok denecek az olan farka rağmen şunu itiraf etmek gerekir ki konu İsrail’in nasıl ve hangi yöntemlerle desteklendiği oldu mu her iki taraf arasında çok önemli farklar bulunmaktadır.
Demokratlar, İsrail’i kendisinden dahi korumayı kendilerinedüstur edinmişlerdir. Bu nedenle bugün İsrail’in kontrolünü elinde tutan sağcı Dini Siyonizm’e İsrail projesine tehlike oluşturdukları için olumsuz bakmaktadırlar.
Cumhuriyetçi parti ise Dini Siyonizm’i kendisine güvenilir bir müttefik gören ve inandıkları dini ilkelerin önemli bir bölümüne inananlardan oluşan Evanjelikler’in kontrolündedir. Bu durum siyasi vizyon ve siyasi kararlarına gölge düşürdüğü için gerek Amerikan dış siyaseti düzeyinde olsun gerekse İsrail iç siyasetinde olsun bu grupların yaklaşımları karşılaştırılırken bu durum göz ardı edilmemelidir.
Bu nedenle Trump’ın seçilmesi ve Beyaz Saray’a geri dönüşü öncelikle Kudüs dosyasının tekrardan ön sıralarda yer alacağının habercisidir. Trump, savaşın başından itibaren bu savaşı bitirme kararını, hakkında “ne gerekiyorsa derhal yapmalı” dediği Netanyahu’nun elinde görmektedir.
Nitekim Trump, İsrail hükümetinin Filistin ve Lübnan topraklarında yaptıklarını da açıkça desteklemişti. Diğer yanda Cumhuriyetçi liderler Kızıl İnek efsanesinin fikir babası Haham Tzachi Mamo’yu Vaşington’da bulunan Kitab-ı Mukaddes Müzesine “Milli İbadet Günü” sırasında yaptığı ziyaretiyle şeref konuğu olarak geçtiğimiz ocak ayında kongrede ağırlamıştı.
Trump kendini dindar ve ilahi iradeyi yerine getirmekle sorumlu bir adam olarak görmektedir. Florida’da yaptığı zafer konuşmasında 13 Temmuz’da yapılan suikast girişiminden bahsederek şöyle demişti: “Birçok kişi Tanrı’nın hayatımı bir neden için kurtardığını söyledi. Bu neden, ülkemizi kurtarmak ve Amerikayı yeniden harika yapmaktır.”
Bu sözlerle kendisini bir ilahi mesaj taşıyıcısı ve destekçi kitlesinin çekirdek grubunu oluşturan Evanjeliklerin de savunucusu addetmektedir. Bu durum, Trump’ın ikinci başkanlığında bu gruba daha fazla hareket alanı tanımasına ve bunun doğal sonucu olarak İsrail’deki müttefiki Dindar Siyonistler’in elinin güçlenmesine neden olacaktır.
Artık İsrail’deki durumun, en önemli destekçisi Dini Siyonizmciler’in kendisine çizdiği sınırların dışına çıkamayan Netanyahu başkanlığındaki eski Likud Partisi ile hiçbir ilgisi yoktur. Hatta tam aksine Trump başkanlığında Dini Siyonizm hareketinin gücü de ikiye katlanacaktır.
Bu bizi, çatışmada Kudüs’teki mukaddes mekanlarmeselesinin merkezine getirir. Netenyahu ve Trump’ın İsrail’deki en güçlü müttefikleri Dini Siyonistler’dir. Yine bu müttefikler mukaddes mekanlar meselesi ve bizatihi Mescid-i Aksa’yı geri adım atılamaz birincil öneme sahip meseleler dahilinde almakta ve Mescid-i Aksa’da bir Yahudi mabedi inşa etme olarak açıkladıkları niyetlerinden ödün vermeyi asla akıllarının ucuna getirmemektedir. Trump’ın da bu istekleri destekleyeceği Kudüs’ü 2017’de İsrail’in başkenti ilan etmesi gibi bugün de “tartışılamaz” olarak tanımlamasından bellidir.

Trump’ın damadı, Yüzyılın Anlaşması’nın mucidi Corey Kushner’in Mescid-i Aksa’nın kendi ifadesiyle “ibadet edebilmeleri için tüm inananlara” açık olması gerektiği fikrinin en büyük destekçilerinden birini hatırlarımıza getirelim. Bu sözün esasında Mescid-i Aksa’nın kapılarını özellikle Yahudi ibadetlerine hiçbir kısıtlama olmadan açmak anlamına geldiğini belirtmeye gerek yok. Aksa içinde bir tapınak inşa edip tamamen kontrolü ele geçirme adımına bir giriş olarak en başta Ben Gvir ve hemen ardından işgal polisi gelmek üzere Dini Siyonizm liderlerinin uyguladığı şey de tam olarak budur.
ABD’nin yönetimindeki Cumhuriyetçi Partisi’ndeki Evanjelikler de bu yönelim ve taleplerden elbette uzak değildir. Mesela Hristiyan din adamı Papaz John Hagee beklenen Mesih’in inişini hızlandırmak için Mescid-i Aksa yerine üçüncü tapınağın inşa edilmesi için açıkça çağrılarda bulunan isimlerden biridir. Amerikan Cumhuriyetçi Partisi’ndeki Yeni Muhafazakârlar hareketinin en etkili din adamlarından biri kabul edilen bu isim, Trump’ın ilk başkanlık döneminde Beyaz Saray’a sürekli davet edilen ve partinin destekçileri arasında sözü dinlenen kimselerden biriydi.
Yalnızca bu da değil, Hagee açıkça Büyük İsrail’in Mısır, Ürdün, Lübnan, Suriye, Suudi Arabistan, Irak ve Kuveyt toprakları üzerinde kurulması gerektiğini dile getirmiş ve bunun içinde bulunduğumuz çağda gerçekleşeceğini dile getirmekten de hiç çekinmemiştir.
Tüm bunların ardından akıllara şu soru geliyor: ABD ve İsrail’deki Radikal Dini Sağcılar tarafından desteklenen Donald Trump’ı 2017 Kudüs dosyasında yaptığı gibi Mescid-i Aksa’nın statükosunu da tartışılmaz yapmaktan alıkoyan nedir? Trump’ı Dini Siyonistler’e zaten İsrail’in yönetiminde olduğunu itiraf ettiği Mescid-i Aksa’daki emellerini hayata geçirmeleri için yeşil ışık yakmasını engelleyen nedir?
Açıkçası Trump’ı bütün bunlardan engelleyen bir şey bulunmamaktadır çünkü kısaca onu Beyaz Saray’a ulaştırdıkları için bu güruhlara zaten borçludur. Burada Amerikalı – İsrailli milyarder Miriam Adelson’un tek başına Trump’ın seçim kampanyasına 95 milyon dolar ödediği unutulmamalıdır. Adelson ve ölen eşi Amerikan elçiliğinin Kudüs’e taşınmasının da en büyük destekçileriydi. Eşi neredeyse Binyamin Netanyahu’nun ağzıyla konuşan İsrail Hayom gazetesinin sahibi ve kurucusudur. Adelson ayrıca Trump’a eğer başkanlığı kazanırsa İsrail’in Batı Şeria’yı da kendisine katmasına onay vermesi şartıyla seçim kampanyasının en büyük destekçisi olma önerisini sunmuştu.
Bu tür destekçiler Trump’ın yeni döneminde sırtını dayadığı kesimdir. Bugün Trump’ın zaferine en çok sevinenler de İsrail’deki Dini Siyonistlerdir çünkü zafere aynı derecede sevinen ve siyasiler arasında Trump’ın zaferini X hesabında “büyük zafer” paylaşımıyla duyuran Netenyahu hükümetindeki koltuklarını garanti altına almışlardır.
Beyaz Saray’da yaşananların başta Mescid-i Aksa olmak üzere Kudüs ve mukaddes mekanlara da bir yansıması hiç şüphesiz olacaktır. Hatta bu etki Batı Şeria’yı da çemberine alarak Kudüs ve Batı Şeria’daki Filistin halkının gerek Kudüs gerek de Mescid-i Aksa ve hatta Batı Şeria’da İsrail’in Trump hükümetinin koşulsuz desteği ile egemenlik kurma girişimi üzerine başlayacak kasırgaya hazırlanmalarını gerektiriyor. Hatta bu hazırlık yalnızca çatışmanın durması için değilçatışmanın bölgeye genişleme ihtimaline karşılık yapılması gerekiyor.
Bugün Filistinliler, Dini Siyonizm hareketi ile yalnızca bu hareket emrindeki emniyet güçleriyle değil; dini takıklık konusunda Ben Gvir ve Smotrcih’ten geri kalmayan ABD’deki Evanjelik ve Yeni Muhafazakârlar hareketiyle de yüzleşecekler.
Eğer halk bu proje karşısında güçlü bir tepki ortaya koymazsa önümüzdeki günler, bu tehlikeli grupların kendi gündemlerini hayata geçirmek için uğraştıkları sancılı günlere gebedir. Tıpkı Yüzyılın Anlaşması projesinin başarısız olması, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararının içinin boşaltılması ve işgal yahut müttefiklerinin halkın normalleşmelere karşı çabalarını söndürme girişimlerine karşın Filistin topraklarında dört büyük çatışmanın patlak verdiği olaylar gibi…
Bu yazı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Dr. Abdullah Maruf tarafından yazılmıştır ve çevirisi Kudüs’te Bugün ekibine aittir.