Kudüs Kılıcı Operasyonu, direnişin Nekbe coğrafyasının tamamındaki Siyonist şehirlere ve yerleşimlere füzeler atmasının ardından ateşkesle eş zamanlı bir şekilde sona erdi. Şunu da belirtmek gerekir ki bu süreç, 2014’te sindiremediği kara harekatı yenilgisinden sonra işgalci devletin yeniden kara harekatını Gazze civarında ya da yakınında seferber etmeye cesaret edemediği bir savaşla sona erdi. Üstelik nükleer silahlara dahi sahip İşgal devletine karşın direnişin belirlediği taaruz ve durdurma aralıklarıyla bitirilmiş oldu.

Tüm bunlara rağmen İşgal devleti, Amerikalı hamisi ve kontrolü altındaki arabulucular ateşkes şartlarının açıklanmaması konusunda son derece ısrarcıydılar. Böylece kendisini savaşı durdurma koşullarından kestirme bir şekilde garantiye almak adına Netanyahu ve Siyonist hükümet meseleyi bağlayıcı “koşullar” değil, arabulucularda bir “emanet” haline getirmişti. Bu durumda zaferin coşkusundan çıkmalı ve başarıların sürekliliğini sağlamalıyız. Bizleri daha geriye taşımaması ve baskıların sağlanmaması adına bu zaferin, Kudüs üzerindeki yansımalarını objektif olarak ele almak durumunda bırakmaktadır.

Bu süreçte genelde elde edilen şey; herhangi birinin devamı için siyasi taahhütler olmaksızın sahadaki fiili kazanımlar, halk ayaklanması ve sahadaki direniş mücadelesidir. Bunları şu şekilde toparlayabiliriz:

Birincisi: Diktenin Engellenmesi:

Trump’ın Kudüs’ü dört yıl önce Siyonist güçlerin başkenti olarak tanımasından bu yana, işgal devleti Kudüs’ün kaderini “Yahudi halkının Yahudi başkenti” olarak tayin etmeye çalışıyor; ancak Han el-Ahmar’dan Bab’ür Rahme Mezarlığına kadar birçok cephede peş peşe kayıplar yaşamıştı. Bunların yanı sıra Aksa’nın mekansal bölümünde, Şam Kapısında cereyan eden olaylarda ve Murabıtlar sayesinde 28 Ramazan baskınında başarısız olmuştu. Kudüs Kılıcı ile de bu dengeye ateşle karşılık verilmişti. Böylece İşgal devleti halkın iradesini aşma veya onu kontrol altına alma olasılığında tamamen umudunu yitirecekti; çünkü bu direnişin arkasında bu dengeleri ateşle ve silahla ayakta tutan bir direniş de var.

Peki bu ne anlama geliyor?

Bu durum işgal devletinin bundan sonra kazanımlarını dengelemeye, geçmiş yıllarda kuvvetle kazandıklarını tersine çevrilmesini engellemeye başlayacağı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla düzenlediği baskınları, Aksa’daki aleni ibadetleri, yıktığı evleri, yerleşim yerlerinin gelişimini ve mesken mahallelerini yerinden etme girişimlerini korumaya çalışacaktır. Kuşkusuz şehrin kimliğinden kaybettiklerimizi geri kazanmak ve işgalcinin peş peşe geri çekilmesini sağlamak için tüm bu cephelerde savaş devam edecektir. İşgalin bu konuyu sürdürmesi ise bu konuda nihai kararı verecek olduğu ya da söz sahibi olduğu anlamına gelmemektedir.

İkincisi: Caydırıcı Dengelerde Yeni Bir Faktör:

Aslında İşgal devleti dün -Cuma günü- ateşkes için herhangi bir koşula bağlı olmadığını söylemeye çalıştı: Aksa’ya, Cuma namazından sonra namaz kılanlara ve Şeyh Cerrah’a adeta kısıtlamalarla saldırdı. Bu içi boş cüretkar eylemler işgalin yinelenen bir yöntemi haline geldi. Ancak en nihayetinde Ramazan’daki peş peşe yenilgilerini engellemedi ve sonrasında da engellemeyecek.

Nitekim Gazze’deki direniş bireysel operasyonların, halk iradesinin ve ribatın yanı sıra Siyonist bilinç ve kararında hesaba katılan merkezi bir aktör haline geldi. Bu durum, Şeyh Cerrah davasının ertelenmesinde ve 18 gündür — 2003 yılından bu yana en uzun süreyle- Aksa’nın kapısının baskınlara kapatılmasında açıkça görülüyordu. 2015’ten günümüze kadar geçen 6 yılı aşkın süredir bilinmeyen korkusuna dayalı bir caydırıcı dengeden, Siyonistlerin bireysel operasyon korkusuna, direnişlere, halk iradesine ve toplu ribattan hareketle kendiliğinden ortaya çıkan ribata geçiş yaptık. Üstelik Gazze’deki silahlı direniş, savaşta istediği zaman kılıcını kullanabilir hale geldik.

Üç: Cephede Birlik:

2005’teki Aksa İntifadası’ndan bu yana işgal devleti Kudüs’ü yalnızlaştırma politikasından bir hayli memnundu. Nitekim her ne kadar bireysel operasyonlar ve halk direnişleri caydırıcı unsurlar olarak art arda ortaya çıksa da Kudüs şehriyle sınırlı kalmıştır. Bugün, Aksa’ya yönelik saldırının Filistini ve ümmeti birleştirdiği, işgalciye “cehennemin kapılarını” açtığı ve en kötü kabuslarını yaşattığı görülmektedir. Kudüs’te başlayan direniş Gazze’de savaşa, 48 sınırları içerisinde ayaklanmalara ve Batı Şeria’da her ne kadar süreklilik arz etmese ve kapsayıcı olmasa da intifadadan bu yana görülmemiş şekilde karşılık buldu. Böylelikle sınırları doğudan ve kuzeyden geçme girişimleri başlamış oldu.

Kuşkusuz Filistin’in direnişle birliğini yeniden kazandığına, direnişle ümmetin yeniden dirilişine tanıklık ettik.,

Bunlara ek olarak, belki de en önemli ve geniş kapsamlı manevi kazanımlar eklenebilir: Artık zafer, somut ve mümkün hale geldi. Nitekim zafere giden yol direnişten geçmektedir; ve bu yol, her türlü ihtilaf veya sahtekarlığı aşan ve bizimle zafer arasındaki mesafeyi bir imkan meselesi değil bir zaman meselesi haline getirecek olan yoldur. Ümmet, pusulasını yeniden Filistin’e çevirdi ve bugün dünya kamuoyu, Siyonist işgale karşı tavrını gösteriyor. Bunların hepsi ise haritanın şeklini değiştiren yakın bir mücadeleyi tesis etmekte.

Kudüs’te elde edilen şey, İşgal devletinin saldırganlığında pes ettiği anlamına gelmemekte; aksine, pozisyonlarını kaybetmemek için devam edeceği anlamına gelmektedir. Nitekim bu pozisyonlarını kaybedeceğini anlamış durumda. Bu da herhangi bir kazanımı korumasını önlemek için her cephede devamı sağlamamız ve Kudüs Kılıcı’nın kurtuluş için yarattığı geniş ufukta ribat ve halk iradesi ile devam etmemiz gerektiği anlamına gelmektedir.

“Bu değerlendirme yazısı Kudüs Araştırmacısı Ziad Ibhais tarafından kaleme alınmıştır. “

“Rica: Tercüme ve düzenlenmesi Kudüs’te Bugün ekibi tarafından gerçekleşmiş olup izinsiz paylaşılmaması rica olunur.”