Şeyh Cerrah Mahallesi sakinleri var güçleriyle direnişe devam ederken temel dört adım hala atılmadı.

Yüksek İşgal Mahkemesi, Şeyh Cerrah Mahallesi Kerem el-Cauni davasında önceki Merkez Mahkemesi’nin mahalle sakinleri aleyhine aldığı kararını uygulayıp uygulamayacağına ya da reddedeceğine karar vermek için yarın (02.08.2021) saat 11:00’da ertelenen oturumu gerçekleştirecektir. Bu dava sürecinde hem sahada olanlar takip edilmeli hem de bu davanın seyrinin değiştirilmesi isteniliyorsa gerekli sorumluluklar yerine getirilmelidir.

Yapılması Gerekenler

1)Mahalleye Yönelik Siyonist Rivayetleri Ortadan Kaldırmak

Kuşkusuz Şeyh Cerrah davasını uluslararası gündeme taşımada yerleşimci Yakup ile evlerini “paylaşmak” zorunda kalan Muna ve Muhammed el-Kurd kardeşlerin payı büyüktür. Aslında, yerleşimcilerin bu topraklarda mülk sahipliği için öne sürdükleri tarihsel gerçekler, yerleşimci Yakub’un medya önündeki savunuculuğundan az kalır yanı yoktur:

Siyonist rivayet bu toprakların önemini Talmud’a dayanarak, Büyük İskender’in Kudüs’e giriş döneminde yaşayan ve Kudüs’te varlığı iddia edilen tapınağın Baş Hahamı olarak bahsedilen “Şimon es-Sıddık” üzerine inşa eder. Ancak ne hayali bir kişilik olan Şimon’un varlığını ne de Büyük İskender’in Kudüs’e girişini tek başına kanıt olarak almak mümkün değildir.

Şimon el-Sıddık’ın mezarını, “Ramban” olarak bilinen Endülüslü Haham Musa ibn Nahman’ın on üçüncü yüzyıl şeklinde tanımlarken kendisinin varlığı ve defni on altı yüzyıl sonra ortaya çıkmıştır. İşin ilginç yanı Ramban’ın mezarının dahi nerede olduğu bilinmemektedir. Kimi Yahudi rivayetleri mezarın Hayfa’da bulunduğunu ifade ederken kimisi de Kudüs’te Ebu Cabneh ailesinin vakfının, Şimon el-Sıddık’ın mezarının olduğu iddia edilen mağaranın bitişiğinde bulunan mağarada olduğunu ifade etmektedir. Siyonist Din İşleri Bakanı, teorik olarak 7 yüzyıldan eski olmayan yeni bir mezar olduğu iddiasına dayanarak, 2000 yılında Ebu Cabneh’in vakıf arazisine el koymaya çalıştı ve başarısız oldu. Siyonist yargı önünde mülk sahibi olduğunu kanıtlayabilen Ebu Cabneh ailesi, Siyonistlerin lehine hiçbir karara imkan vermeyince dava 2008 yılında Siyonistlerce kaybedildi.

Ramban’ın kendisi ve ölümü 7. yüzyıl ise ve yeri de bilinmiyorsa; 16 yüzyıl önce zikredilen hayali bir kişinin mezarı nasıl olabilir? Hem de iddia edilen kişi ve takvim üzerinden 23 yüzyıl geçmişken…

Mağaranın içinde yer alan mezarın üzerindeki yazının MS 1. Yüzyıla dayanan “Julia Sabina” isimli Romalı bir kadına ait olması olasıdır. Bu dönemin Filistin’de Hıristiyanlığın ortaya çıktığı döneme denk gelmesi, mezar sahibinin Yahudi bir din adamı olduğu varsayımını çürütmektedir. Mağaranın dışında bulunan odadaki mezar ise Hijazi es-Saadi olarak bilinen ailesine Kerem el-Cauni topraklarını bağışlayan Şeyh Muhammed Ma’o es-Saghir es-Saadi’ye aittir.

Dolayısıyla Şimon’un mezarı, Şeyh Cerrah’la zorla irtibatlandırılmış bir uydurmadır; bu nedenle Şimon ne kanıtlanabilecek gerçek bir kişilik ne de mezarı bilinen bir isimdir. Kaldı ki bahsedilen mezarın dahi yeri bilinmemektedir.

Siyonist kaynaklar, Yahudilerin bu olayı Kudüs’te yaklaşık 1860’tan beri düzenli olarak “Lag BaOmer” denilen bayramda kutladıklarını ifade ederken Arap kaynaklar kutlamanın aslında on dokuzuncu yüzyılın sonunda gerçekleştiğini ve bu kutlamanın yalnızca Yahudilere özgü olmadığını belirtmektedir. Bu hadise daha sonraki kaynaklarda yer almadığından bir makam olarak kutlanmasının geçici bir mesele olduğu açıktır. Aksi takdirde, halkın Yahudi göçüne karşı tepkisinin belirleyicisi olan Burak Devrimi sırasında gerçek bir tepki kaynağı olurdu.

Siyonistlerin bu topraklarda 1948 öncesi erken Yahudi varlığına dair iddiaları, uydurmalarla dolu bir rivayettir. Sözde “restorasyon” adına mahallenin ele geçirilmesinin gerçekleştirildiği esastır.

2) Yerleşimcilerin “Yasal” Dayanağını Etkisiz Hale Getirmek

Siyonist iddiaları temelde bu konuyu, on dokuzuncu yüzyılın son on yılında bu toprakları satın alan yerleşimcilere “mülkiyetin iadesi” olarak değerlendirmektedir. İşgal devleti “Belge 37” olarak bilinen bir satın alma belgesini öne sürse de bu belge birçok açıdan geçersiz ve bugüne kadar hala kendisine ulaşılamamıştır:

Osmanlı Tapu Arşivi’nde 37 No’lu belgenin aslının ve numarasının olmadığı kesindir; bu da belgenin sahte olduğu anlamına gelmektedir.

Bu vakfiyede Yahudi varlığını tesis eden sözleşme ise o dönemde diğer vakıflarda olduğu gibi çoğunlukla bir “Hikr” sözleşmesi yani uzun süreli bir kira sözleşmesine dayanmaktadır. Siyonistlerin iddia ettiği gibi bir satın alma sözleşmesi değil; bu makama gelenlerden bahar mahsullerini toplama karşılığında alınan ücrete alternatif olarak kullanılmıştır. Hikr sözleşmeleri çoğunlukla Kudüs’te Şeriat Mahkemesi’ne kaydedilen lokal belgelerdir. Bu belge 1814’te Muhammed Ma’o el-Saadi’nin oğullarına ve yeğenlerine verildikten sonra bu minvalde başka sözleşmenin olmadığı ve bu belgenin son tasdikli Osmanlı belgesi olduğu görülmüştür.

Nitekim bu toprakları “satın aldıkları” iddia edilen “Doğu Kudüs Yahudileri Komitesi” ve “Batı Kudüs Yahudileri Komitesi” adlı oluşumları reddeden Siyonist tarihçiler de vardır. Bu sözleşmelerin komiteler adına değil, şahıslar adına yapıldığını ve bu nedenle Siyonist belgenin sadece sahte olmadığını; aynı zamanda iddia edilen satışın var olmayan bir tüzel kişi adına olduğunu öne sürmektedirler.

Süleyman Derviş Hicazi bu toprağın Osmanlı arşivlerinde kayıtlı bir vakıf olduğunu ispat etmek için çok uzun süre mahkeme mücadeleleri verdi. Süleyman Derviş’in bu mücadelesinden tedirgin olan yerleşimciler ise bu arazinin “Hummat Şalom” adlı bir yerleşim derneğine satımını gerçekleştirdiler. İlginçtir ki aynı dernek kısa bir süre sonra “Nahalat Shimon” olarak geçen bir Amerikan şirketine arazinin yeniden satım işlemini gerçekleştirdi. Daha dikkat çekici olan ise geçen yıl aracı derneği tasfiye işlemlerine başvurulmasıdır. Böylece dava geri döndürülmesi imkansız hale getirildi. Başka bir deyişle Siyonizm, her alanda bilfiil “yeni bir gerçek yaratma” üzerine kurgulanmıştır. Ayrıca bugün, Kerem el-Cauni’nin satın alma belgesinin sahte olduğunu kanıtlamak için önümüzde büyük bir fırsat olduğu gözden kaçmamalıdır.

3) 1948 Öncesi Filistinlilerin Gayrimenkul Dosyalarına Başvurmak

Aslında bu dava, 1948 öncesi Filistinlilerin gayrimenkul dosyalarının açılması adına bir başlangıç ​​noktası olarak alınmalıdır. Bugün Siyonist mahkeme, Yahudi derneklerine kiraladıkları mülkleri geri alma hakkını tanırken Kudüs’ün doğusundaki Filistinlilerin bu temel hakkını çiğnemektedir. Kudüslüler bugün ikamet ettikleri evlerden yüzlerce metre ötede resmi belgelerle sahip oldukları evlerini geri alamamaktadır. Kimi ev sahipleri ikinci kez zorla yerlerinden edilme politikaları ile karşı karşıyadır.

Madem Siyonist mahkemenin kendisi, gayrimenkullerini belgeleyenler için mülkü geri alma hakkını uyguluyor o halde bu hak bizler için de geçerli olmalıdır. Topraklarını ve mülklerini belgeleyen tüm Filistinliler mülklerini geri almalıdır.

4) Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni Davaya Taraf Olarak Dahil Etmek

Son olarak, işgal devletinin Şeyh Cerrah’ta işlediği toprak sahiplerinin toplu bir şekilde yerinden edilmesi ve yerlerine yerleşimcilerin yerleştirilmesi hem bir savaş hem de bir insanlık suçudur. Nitekim bu vaziyet, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurucu statüsü olan 1998 tarihli Roma Statüsü kapsamında da suç olarak addedilmektedir.

Dolayısıyla insanlara düşen bu davayı sahiplenmek ve Şeyh Cerrah Mahallesi davasını Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşınmaktır.

“Bu değerlendirme yazısı Kudüs Araştırmacısı Ziad Ibhais tarafından kaleme alınmıştır.”

“Rica: Tercüme ve düzenlenmesi Kudüs’te Bugün ekibi tarafından gerçekleşmiş olup izinsiz paylaşılmaması rica olunur.”