Written by Görüş

Üçüncü Tapınak ve Mescid-i Aksa’ya Yönelik Eşi Görülmemiş Baskınlar

Bu yılki Pesah Bayramı, gergin olaylara ve nicelik ve nitelik bakımından daha önce eşi görülmemiş baskınlara tanık oldu. Nicelik olarak bakıldığında, bu yıl Mescid-i Aksa’ya baskın düzenleyenlerin sayısı 2024 yılına kıyasla yaklaşık yüzde 30 artış gösterdi ve bu, yalnızca bir yıl içinde çok yüksek bir artış oranına tekabül ediyor. Öte yandan 2023’e göre artış oranı yüzde 90’ı aştı. Bu keskin yükseliş şaşırtıcı değil; çünkü Pesah Bayramı, Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırıların ve mevcut statükoyu kökten değiştirme girişimlerinin her yıl tekrarlandığı baş dönemlerden biri sayılıyor. 

Bu baskınlar sırasında, özellikle de Pesah Bayramının üçüncü gününde sadece bir saat içinde Aksa’da aynı anda bulunan yerleşimcilerin sayısı 600’ü aştı. Bu, daha önce hiç görülmemiş bir sayıydı ve o esnada içeride bulunan Müslümanların sayısından da fazlaydı. Burada özellikle, Mescid-i Aksa’yı zamansal olarak bölme siyasetinin bir parçası olarak yerleşimcilerin giriş saatlerinde Vakıf çalışanları, muhafızlar ve Müslüman cemaatin içeriye alınmadığını vurgulamak isterim. Öte yandan nitelik açısından bakıldığında bu baskınlar, Mescid-i Aksa içerisinde yapılan aleni ibadetler ve büyük provokasyonlar içeren danslar eşliğinde gerçekleşti. Özellikle de Aksa’nın doğusu adeta hayali bir sinagoga dönüşmüş gibiydi. 

Likud Partisi’nden aşırı sağcı Knesset üyesi Amit Halevi, İsrail’in Kanal 7 sitesine yaptığı açıklamada, bu olayın İsrail için “tam bir zafer” anlamına geldiğini ifade etti. Halevi bu açıklamasıyla, Gazze’ye yönelik savaşını sürekli “tam zafer” ile bağdaştıran Başbakan Netanyahu’yu anımsattı. İşin ironik yanı, bu kişi 2023 ortasında Knesset’e, Mescid-i Aksa’yı yüzde 30’u Müslümanlara, yüzde 70’i ise Yahudilere ayrılacak şekilde bölme teklifini sunan kişiydi. 

Aynı gün Siyonist İç Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir liderliğindeki yerleşimci grupların, Müslümanlara tamamen kapatılan Halil kentindeki İbrahim Camii’ne Pesah Bayramını kutlama bahanesiyle gerçekleştirdikleri kitlesel baskınların görüntüleri haber kanallarında yer aldı. İbrahim Camii’nde Müslümanlara uygulanan bu kısıtlama, Ramazan ayının hemen ardından geldi. Aynı zamanda ilk defa İsrail makamları, İbrahim Camii’nin Ramazan boyunca cuma günleri yerleşimcilerin ibadetine kapatılmasını iptal etti. Caminin yerleşimcilere cuma günleri kapatılması, son 50 yıldır burada uygulanan zamansal bölünme politikasının bir parçasıydı. İsrail makamlarının yeni tavrıyla bu politika aşılmış ve İbrahim Camii adeta tamamen bir sinagoga dönüştürülmüş oldu. 

Bu gelişmeler, baskınların arkasındaki mantığa ilişkin soruları gündeme getiriyor. Neden Radikal Tapınak Grupları bu baskınlarda bu denli ısrarcı? Şahit olduğumuz yoğun baskınlar neden bu şekilde ve bu sıklıkta yapılıyor? Hele de işgal devletinin resmi Hahambaşılık kurumu, hala bu baskınları ve bunlar sırasında yapılan dini ritüelleri tanımıyor iken, her geçen yıl baskın yapanların sayısındaki bu artış ne anlama geliyor? 

Bu mesele üzerine düşünürken, Yahudilerin Mescid-i Aksa baskınlarına ilişkin İsrail’deki dini akımlar arasındaki ihtilafın oldukça eski olduğunu bilmek gerekiyor. Bu konuda iki ana akımdan söz edebiliriz: 

Birincisi, işgal devletinin resmi Hahambaşılık kurumu tarafından temsil edilen geleneksel dini akım. İkincisi ise, “kurtarıcı dini akım” (dini mesihçi hareket) olarak adlandırılan ve iki aşırı uç ekolün görüşlerini birleştiren radikal bir hareket. Bu ekollerden biri, Tapınak Dağı Hareketinin lideri haham Gershon Salomon’un temsil ettiği ve Mesih’in gelişi için Üçüncü Tapınak’ın inşasını zorunlu gören ekol. Diğeri ise “Kah” terör örgütünün lideri haham Meir Kahane’nin temsil ettiği ve Mesih’in gelişi için Mescid-i Aksa’nın İslami kimliğinden tamamen “arındırılmasını” savunan ekol. Bu ve benzeri görüşleri benimseyen pek çok radikal kurum günümüzde “Dini Siyonizm” olarak bilinen akımın altında toplanmış durumda. İsrail’deki Hahambaşılık kurumu, Yahudilerin Aksa’ya tamamen girmesini “ölülerin necaseti” gerekçesiyle hala yasaklıyor. Bu tür bir necasetten yalnızca “kızıl ineğin külleriyle” arınmanın mümkün olduğunu savunuyor. Bu durum geleneksel Haredi dini akımının mucizevi bir şekilde ortaya çıkmasını beklediği bir olay olarak biliniyor. 

Bu akıma mensup kesimlere göre, 2 bin yıldır “şeri şartlara tamamen uygun” bir kızıl inek yeryüzünde görülmedi. Bu nedenle 2022 yılında ABD’nin Teksas eyaletinde doğan beş kızıl ineğin İsrail’e getirilmesi, dindar Yahudiler arasında bu konuda daha fazla bölünmeye yol açtı. Nitekim bu dini efsaneye göre, tarihte bu arınma ritüeli sadece dokuz kez gerçekleştirilmiş olup onuncusunun Mesih tarafından yapılacağına inanılıyor. Bu yüzden geleneksel dini kurum, ABD’de doğan bu inekleri tanımayı reddediyor. Kuruma göre, zamanı geldiğinde kızıl inek, Mesih’in inişi ve Üçüncü Tapınak’ın gökten yeryüzüne inmesi gibi mucizeler kendiliğinden zuhur edecek. Buna karşılık Mescid-i Aksa’daki baskınları ve mevcut statükoyu değiştirme girişimlerini yöneten kurtarıcı dini akım, “beklenen mucizelerin” gerçekleşmesi için “Tanrı’nın iradesini uygulamakla” yükümlü olduklarını savunuyor. İşte bu baskınlar da bu anlayıştan besleniyor. Buna göre Mescid-i Aksa’ya giren her Yahudi “Tanrı’nın büyük eli”ni temsil ediyor. Bu anlayışa göre, kutsal kitaplarda geçen ilahi mucizelerin yeryüzünde gerçekleşmesini sağlayan bir el olması gerekiyor. Bu düşünceyi hem haham Meir Kahane hem de Tapınak Dağı İnançlıları grubunun lideri haham Gershon Salomon savunmuştu. Aralarındaki tek fark şuydu: 

Kahane önceliği kutsal toprağı Filistinlilerden “temizleyerek” sadece Yahudilere tahsis etmek olarak görüyordu. Bu, Üçüncü Tapınak’ın inşası için Mesih’in gelişine zemin hazırlayacaktı. Salomon ise Mesih’in gelişi için önce Üçüncü Tapınak’ın inşa edilmesi gerektiğini savunuyordu. Bugün Dini Siyonizm akımı bu iki görüşü birleştirmiş durumda. Hem Mescid-i Aksa’dan İslami kimliği uzaklaştırmaya hem de tüm Filistin topraklarından Filistinlileri çıkarmaya çalışıyor. Aynı zamanda Mescid-i Aksa’nın yerine Üçüncü Tapınak’ı inşa etme hedefi için çalışıyor. Kahane ve Salomon arasındaki görüş ayrılığına rağmen Dini Siyonizm bu fikirleri şu çatı altında birleştirmeyi başardı; Mescid-i Aksa’daki mevcut statükoyu değiştirmek ve tam Yahudi egemenliğini sağlamak. 

Aksa’ya yapılan tüm baskınların amacı budur. Tapınak gruplarının takip ettiği Dini Siyonizm akımı, statüko değişiminin ancak sayılarla ve sahada bir oldubitti politikası dayatılmasıyla gerçekleşeceğine inanıyor. Bu doğrultuda ilk adım, bugün Aksa’ya mümkün olduğunca fazla sayıda Yahudinin baskın düzenlemesini sağlamak ve böylece meseleyi İsrail toplumunda tartışmasız bir kamuoyu meselesine dönüştürmektir. Bu gruplara göre Aksa’da baskınları artırarak Yahudi varlığını yoğunlaştırmak ve dini ritüelleri tam olarak icra etmek başlı başına bir ilahi mucize sayılmalı. 

Zira grupların anlayışına göre bunlar, Yahudi halkının Üçüncü Tapınak’ı inşa etme ve kutsal metinlerinde anlatıldığı gibi bölgede dini yaşamı yeniden başlatma konusunda ciddi olduğuna dair Tanrı’ya bir işaret verecek ve bu da eninde sonunda Tanrı’yı halkına cevap vermeye ve kurtarıcı Mesih’in yeryüzüne inmesine izin vermeye zorlayacak. Böylece bu gruplar, Tanrı’yı kutsal metinlerde yazılı vaatlerini yerine getirmeye “zorlamış” olacak. Bu nedenle bu gruplar, geleneksel hahamların fetvalarını çiğnemeyi ve Aksa’ya akın etmeyi “Tanrı’nın elçileri” olmalarının bir göstergesi olarak görüyorlar. Bütün dini ritüelleri Tanrı’yı kendilerine cevap vermeye zorlamak adına yerine getiriyorlar. Sayıları çoğaldıkça, bunu Tanrı’nın izledikleri yöntemlere onay verdiğine ilişkin “gizli bir işaret” olarak yorumluyorlar.  Aksi halde, Tanrı’nın kendilerini cezalandırıp kutsal evlerine girmelerine engel olacağını savunuyorlar. 

Bu tehlikeli yaklaşımın gösterdiği kadarıyla, bu kişiler Mescid-i Aksa içinde gerilimi tırmandırmakta herhangi bir beis görmüyor. Çünkü kendilerini “ilahi bir görevde Tanrı’ya yardım eden araçlar” olarak nitelendiriyorlar. Bu yaklaşım geçmişte büyük felaketlere yol açmıştı. Sadece, 1969 Ağustos’unda Hristiyan Avustralyalı radikal Dennis Michael Rohan tarafından Mescid-i Aksa’nın Kıble Mescidi’nin kundaklanması bile bu felaketlerin ne derece büyük olduğunu gözler önüne sermeye yeter. Rohan, mahkemede yaptığı savunmada, Zekeriya kitabında geçen bir kehaneti gerçekleştirmek için bu eylemi yaptığını, kendisinin sadece Tanrı’nın iradesini yerine getiren bir araç olduğunu iddia etmişti. Bu şunu gösteriyor ki, Hristiyan Siyonizmi akımı da bu Yahudi gruplardan geri kalmayacak kadar tehlikeli. Zira onları tüm gücüyle destekliyor ve Mesih’in gelişi için bir umut olarak görüyor. 

Aslında anlamamız gereken gerçek şu ki Arap ve İslam dünyasının bu gelişmeler karşısındaki sessizliği, Radikal Tapınak Grupları tarafından kendi eylemlerine yönelik ilahi bir onay işareti olarak yorumlanmakta; bu da onları projelerinde daha da ileri gitmeye teşvik etmektedir. Bu, “işgalci gücü kışkırtmamak” adına sessiz kalınmasını savunanların düşündüğünün tam tersini yansıtıyor. Ancak bu gruplar, Mescid-i Aksa’daki işgale karşı herhangi bir direnişin “kışkırtıcı” olacağını, buna karşılık sessizlik ve sabrın, işgalci gücü gerekçesiz bırakacağını savunmaktadır. Ancak işgalci güç -özellikle Dini Siyonizm akımı aracılığıyla- herhangi bir gerekçeye ihtiyaç duymuyor. Aksine Mescid-i Aksa’da olup bitenlere karşı Arap ve Müslüman halklar ile hükümetlerin içine gömüldüğü bu sessizliği, tam anlamıyla ilerlemesine dair Tanrı’dan gelen bir onay olarak değerlendiriyor. Bu da Meir Kahane’nin uzun süre talep ettiği tam İsrail egemenliğinin sağlanması ve Gershon Salomon’un savunduğu şekilde Mescid-i Aksa’nın yerine Üçüncü Tapınak’ın inşa edilmesi yönünde atılan adımların meşrulaştırılması anlamına gelmektedir. Bunun tam tersi de geçerlidir. Zira bu projelere karşı halktan güçlü bir tepki ve geniş çaplı bir direniş yükseldiğinde -tıpkı daha önce Kudüs’te yaşanan bazı büyük halk ayaklanmalarında olduğu gibi- bu gruplar bunu, kendi eylemlerinin Tanrı tarafından reddedildiğine ve Tanrı’nın bu girişimlerden memnun olmadığına dair ilahi bir işaret olarak yorumlayıp Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırılarını durdurabilirler. 

 

Bu yazı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Dr. Abdullah Maruf tarafından yazılmıştır, çevirisi Kudüs’te Bugün ekibine aittir.