Written by Görüş

Refah’ın Gölgesinde Kudüs Günü

Yerleşim projesinin ve tarihi Filistin’in tamamına İsrail egemenliğinin dayatılmasının hamisi Yahudi Gücü Partisi Başkanı Itamar Ben-Gvir

Dr. Abdullah Maruf

Üç yıl önce, İbrani takvimine göre Kudüs Günü’ne denk gelen Ramazan ayının 28. gününde Filistin topraklarının dört bir yanında Kudüs Kılıcı olarak adlandırılan benzeri görülmemiş bir savaş patlak verdi. Kudüs Günü, Altı Gün Savaşı olarak bilinen Nekse’nin (toprak kaybetme günü) üçüncü gününde, takvimler 7 Haziran 1967 tarihini gösterirken, Kudüs’ün doğusunun işgal yıl dönümü olarak kutlanmaktadır.

İbrani takvimine göre bu yılki kutlamalar, 5 Haziran 1967 tarihinde başlayan Nekse’nin yıl dönümüne denk gelmekle birlikte ilk kez, 7 Ekim’de düzenlenen Aksa Tufanı operasyonundan bu yana; yani sekiz aydan fazla bir süredir İsrail’in Gazze Şeridi’nde sürdürdüğü acımasız savaşın gölgesinde yapıldı.

Bu durum bu yılki yıl dönümünü farklı kılıyor. Nitekim normalde Kudüs Günü kutlamaları, Eski Şehir’deki Halil Kapısı’ndan başlayarak Şam Kapısı’na doğru ilerleyen, oradan Eski Şehir’e girip Kudüs’ün Arap mahallelerinin merkezinden geçerek Burak Duvarı bölgesine ulaşan ve büyük bir gösteri olan yıllık Bayrak Yürüyüşü ile İsrail sağının Kudüs’te her zaman güç gösterisi yaptığı bir gün olmuştur. Bu büyük gösteriye ilaveten genelde bu günde mübarek Mescid-i Aksa’ya yoğun baskınlar da düzenlenmektedir.

Bu sene ise Gazze’deki şiddetli savaşla birlikte İsrail’deki bölünme ve parçalanmanın ortasında, Smotrich-Ben-Gvir ikilisinin liderliğindeki İsrail sağının sadece Filistinlilere karşı değil; aynı zamanda Netanyahu’nun sağcı hükümetinin 7 Ekim’den bu yana Filistin direnişinin elinde bulunan İsrailli esirler meselesini görmezden gelişini protesto etmek için sokakları dolduran İsraillilere karşı da güç gösterisinde bulunması kaçınılmazdı. Ben-Gvir, 5 Haziran’da Şam Kapısı’ndan Kudüs Günü için planlanan Bayrak Yürüyüşü’ne halihazırda yeşil ışık yakmıştı.

Bu yılki kutlamanın özellikleri

Bu yılki Kudüs Günü’nü farklı kılan bazı önemli noktalar:

Öncelikle bu yılki kutlamalar, İsrail’in Refah’a saldırısıyla ilgili konuşmaların yapıldığı bir ortamda gerçekleşti. Gelgelelim, İsrail ordusunun son zamanlarda Gazze’nin güneyinde ve kuzeyinde aldığı ağır yenilgiler ve yürüttüğü başarısız operasyonlar silsilesinden sonra, özellikle de direnişin aylarca süren mücadelesinin ardından yeniden Tel Aviv’i bombalamayı başarmasının ve Cebaliye Operasyonu’nda İsrailli askerlerin esir olarak alındığını açıklamasının akabinde bu konuşmaların epeyce azaldığını görüyoruz.

Öte yandan bu kutlamalar, Netanyahu hükümetinde bariz bir kırılmaya görüldüğü sırada yaşandı. En nihayetinde bu kırılmanın hükümetin düşmesine sebep olacağı kaçınılmazdı. Zira hükümeti düşürme ve yeniden seçimlere gitme tehdidinden İsrail Savaş Kabinesi üyesi Gantz’ın eliyle gerçek bir seçim talebi aşamasına geçmeye başladık.

Aynı şekilde bu yılki Kudüs Günü, Refah’ın hala haberlerde öne çıktığı bir döneme denk geldi. Gelgelelim, her ne kadar Refah haberlerde öne çıksa da burada bir operasyon başlatmakla ilgili konuşmaların azaldığını görüyoruz. Nitekim İsrail’in Refah’ta sınırsız bir operasyon başlatmak için kamuoyu oluşturma emelleri, özellikle işgal kuvvetlerinin yerlerinden edilmiş Filistinli sivillerin kamplarında günler önce yaptıkları feci katliamların görüntülerinin yayınlanmasının ardından suya düştü.

İsrail’in uluslararası alanda destek bulmak üzere kamuoyu oluşturmaya çalıştığı Refah operasyonunun planlandığı şekilde başlamadan başarısız olduğu açıkça görülüyor. Zira çocukların kafalarının koptuğu ve savunmasız sivillerin diri diri yakıldığına ilişkin kamuoyuna yansıyan korkunç görüntüler, Netanyahu’nun böyle bir adım için herhangi bir küresel destek alma umutlarını sona erdirdi. Artık Netanyahu’nun önünde, sekiz aydır içinde bulunduğu hayal dünyasından çıkıp gerçek dünyaya dönmenin bir yolunu bulmaktan başka bir seçenek kalmadı. Her ne kadar Netanyahu’nun anlaşma yoluna gidip hükümetindeki müttefiklerini bırakmaya ne denli hazır olduğu henüz net olmasa da ABD Başkanı’nın geçen mayıs ayının sonunda Netanyahu’ya ateşkes ve esir takası anlaşmasıyla can simidi uzatmaya çalışması bunu gösteriyordu.

Öte yandan Dini Siyonizm Hareketi’nin ateşkes ilan edilmesi halinde hükümetten çekilme tehdidinde bulunması ile Netanyahu hükümetinin ortağı olan Gantz’ın partisinin Knesset’i ve fiilen hükümeti feshetme yönündeki teklifi arasında Kudüs Günü, şu anda kendisini kanıtlamak için ciddi bir savaş veren Dini Siyonizm Hareketi’nin sokakta güç gösterisi yaparak kuvvetli ve dirençli bir parti olduğu imajını sürdürmeye yönelik son girişimi olarak ortaya çıkıyor.

Bu hareket, bugün büyük bir bedel ödemek zorunda kalmadan, fikrini güçlü bir şekilde ifade edebileceği ve sokakta varlığını gösterebileceği asıl güç merkezinin Kudüs olduğunun farkındadır. Ben-Gvir’in İspanya, Norveç ve İrlanda’nın Filistin devletini tanıdığını duyurmasına nasıl tepki verdiğini gördük. Kendisi Mescid-i Aksa’ya baskın düzenleyerek savaş bittikten sonra Gazze’de oluşturulacak bir “yerleşim yerine” taşınacağını duyurdu!

Ben-Gvir’in tepkisini bu şekilde göstermesi, artık Dini Siyonizm Hareketi’nin korkusuzca kendini gösterebileceği ve gövde gösterisi yapabileceği oyun alanının Kudüs ve Mescid-i Aksa olduğunu fark ettiği anlamına geliyor.

Ben-Gvir bu ayın başında, aşırı sağcı Tapınak Örgütleri Birliği tarafından oluşturulan gayri resmi Tapınak Tepesi Yönetimi ile iş birliği yaparak Knesset binasında bir konferans düzenlemeyi planladığını duyurdu. 2 Haziran’da yapılması planlanan konferansın başlığı İsrail’in Tapınak Tepesi’ne Dönüşü olarak belirlenmişti. Konferansta Mescid-i Aksa’nın kimliğinin ve mevcut statükonun nasıl kalıcı olarak değiştirileceği tartışılacaktı. Bu tarih, Kudüs Günü’nden sadece üç gün önceye tekabül ediyordu. Ancak Ben-Gvir, konferans günü geldiğinde son anda bir açıklama yaparak konferansın 24 Temmuz’a ertelendiğini duyurdu. Bir diğer ifadeyle bu şekilde ertelenerek konferansın içeriği boşaltılmış oldu.

Sorular

Bu noktada Kudüs Günü hazırlıkları ile Refah’ta olup bitenler arasındaki bağlantıya ilişkin iki soruyla karşı karşıyayız:

Birincisi: Refah’ta son dönemde yaşanan olayların gidişatına bakıldığında, başta Dini Siyonizm Hareketi olmak üzere İsrail’deki aşırı sağın etkisinin, geçtiğimiz aylarda yaşanan olağanüstü yükselişine nazaran düşüşe geçtiği söylenebilir mi? Mevcut ABD yönetiminin tüm ağırlığını ateşkes girişimine ve ABD Başkanı tarafından açıklanan esir takası anlaşmasına vermesi ve buna ek olarak Avrupa devletlerinin Filistin devletini art arda tanıması, uluslararası düzeninin İsrail’deki dini sağın etkisini bitirmeye ve İsrail’i sonunda bu yükten kurtarmaya karar verdiğini mi gösteriyor? Başka bir deyişle, müttefikleri İsrail’i bu hareketten “kurtarmaya” mı karar verdiler?

Bu soruyu ortaya çıkaran şey, Batılı siyasi çevrelerde Dini Siyonizm Hareketi’ne yönelik son aylarda duyduğumuz sert eleştirilerin sözlü eleştirilerden öteye gitmemesidir. Buna karşılık Netanyahu’nun sağ hükümetindeki müttefiklerine sadık kalma konusundaki inatçı tutumunu gördük. Bu da Netanyahu’nun, Batılı küresel güçlerin hükümetiyle olan ilişkilerini -aldığı kararlar ne olursa olsun- değiştiremeyeceğini adı gibi bildiğini gösteriyordu. Bu nedenle, hükümetinin sırtının yere gelmeyeceğini bilen Netanyahu’nun önceliği, kendi aleyhindeki kovuşturmalardan korunmak için ne pahasına olursa olsun hükümetini korumak oldu.

Ancak bu sefer uluslararası düzenin Gazze’deki gerçeklere yaklaşma biçiminde bir nevi değişiklik olduğunu ve savaşın durdurulması yönünde gerçek bir eğilim olduğunu gördük. Tabi ki bu, Gazzelilerin yararına değil, direnişin son saldırıları karşısında tamamen biçare görünen İsrail’in çıkarlarını korumak içindi.

İkinci soruya gelirsek, başka bir yönü olan bu soru özellikle Kudüs ve Batı Şeria’daki insanlarla ilişkilidir. İsrail sağının ve Dini Siyonizm Hareketi’nin şu anda Kudüs’te veya Mescid-i Aksa’da sergilediği güç gösterilerinin halk arasında geniş çaplı tepkilere yol açmayacağına bu kadar güvenmesinin sırrı nedir? Son günlerde halkın tepkisinin olmayışının, Ben-Gvir’in ve İsrail güvenlik servislerinin Kudüs’ün alev almasından korkmaksızın teorik güç gösterilerinin sınırları dahilinde Kudüs’te hamle yapabileceklerine inanmalarında bir etkisi var mıdır?

Burada şunu söylemek gerekir ki Ramazan Bayramı’nda kızıl inek takdimi, Hamursuz Bayramı’nda Mescid-i Aksa’da kurban takdimi ve şimdi de Ben-Gvir’in Mescid-i Aksa’nın kimliğini değiştirmek için Knesset’de yapacağı konferans gibi dini Siyonist sağın planladığı tüm eylemlerin ertelenmesi büyük olasılıkla İsrail’deki güvenlik istihbarat birimlerinin doğrudan kararıyla oldu. Aslında bunun asıl nedeni, Filistinlilerin tepkisinin Kudüs’ün bitişiğindeki Batı Şeria’dan yangın gibi yayılarak tüm bölgeyi tutuşturmasından endişe etmeleriydi.

Ancak soru şu: İsrail güvenlik birimleri, geçtiğimiz aylarda planlanan ölçekte büyük saldırılar gerçekleştirme noktasına gelinmediği sürece Ben-Gvir ve Dini Siyonizm Hareketi’nin Kudüs içinde ve Mescid-i Aksa’da güçlerini gösterme konusunda nispeten bir özgürlüğe sahip olduğuna mı kanaat getiriyor? Bu birimler, bu kanaate neye dayanarak varıyor?

Eğer öyleyse, bu aşamada Kudüs’te ve Batı Şeria’da sokakları ateşe verebilecek kıvılcım ne olur? İşgalci İsrail bölgeyi ateşe verebilecek bir kıvılcım olduğunu düşünmeden, burada Arap halkının tahammül edebileceği gri bir alan çerçevesinde mi eylemlerini düzenliyor? Ya da halk, harekete geçmeye karar vermeden önce, Kudüs’ün ve buradaki kutsal mekanların Dini Siyonizm Hareketi’nin ajandasında bulunmasına ne zamana kadar tahammül edebilir?