Kudüs İsrail Mahkemesi’nin Yahudilerin Mescid-i Aksa’da sessiz ibadet hakkına yönelik aldığı karar belki de ilk kez ibadet konusunu ele alan bir karar değildi. Ancak bu karar nasıl alındığı, şartlar ve uygulama açısından diğerlerinden farklılaşan ilk karar niteliğindedir.

Kudüs’te bulunan İsrail Sulh Mahkemesi Hakimi Bilha Yahalom’un verdiği karar, Yahudilerin Tapınak Dağı’nda ibadet etme hakkı görüşünü hukuki açıdan engelleyen bir durum olmadığını belirtmekte ve daha önce çıkan İsrail Yüksek Mahkemesi kararlarından farklılık göstermektedir. Bu çerçevede 1967, 1993, 2003 ve 2006 yıllarında birçok karar çıkarılmış ancak kararlar, yüksek mahkeme ya da İsrail’in diğer mahkemelerince sunulmuş bir tür öneri niteliğinde olduğu için fiili bir karşılık bulamamıştı. Geçmişte sunulan kararlar, yerleşimcilerin Mescid-i Aksa’da dini ritüel gerçekleştirmesini işgal polisinin yetkisine bırakıyordu.

Hakim Yahalom’un verdiği karardaki boyut ise davanın doğrudan radikal Haham Lebo’nun Mescid-i Aksa’da dini ritüller gerçekleştirdiği gerekçesiyle işgal polisi tarafından Müslümanların bu girişime verecekleri tepkiden çekinerek aldığı uzaklaştırma kararıyla doğrudan bağlantılı olmasıydı. Nitekim uzaklaştırma kararı işgal polisinin her zaman yaptığı gibi Haham Lebo Mescid-i Aksa’daki ibadetini tamamladıktan sonra verildi. Ancak Hakim Yahalom verdiği kararda Mescid-i Aksa’da Yahudilerin sessiz ibadetinin yasal olduğunu, bu sebeple de işgal polisinin Haham Lebo’nun Mescid-i Aksa baskınlarına katılmasına izin vermesi gerektiğini açıkladı.

Meselenin dikkat çekici ve bir o kadar tehlikeli yönü ise işgal polisinin kararın yeniden gözden geçirilmesi için mahkemeye başvurması sonucunda mahkemenin, önceki kararı destekler nitelikte ve pekiştirici başka bir karar daha almasıdır. Kudüs Yüksek Mahkemesi Hakimi Arye Romanov, işgal polisinin Haham Lebo’nun Mescid-i Aksa baskınlarından uzaklaştırılma kararını tekrar ele almaya karar verse de bu ele alış, meseleyi çarpıtan İsrail medyasının sunduğu gibi değildir — ki doğruluğundan emin olmadan haber yayınlayan bazı Arap medya kuruluşları gibi de olmamıştır-. Bilakis hakimin iddiası, Yahudilerin ne Mescid-i Aksa’daki sessiz ibadetinin ne de yerleşimcilerin Aksa baskınlarının yasak olmadığı; Haham Lebo’nun uzaklaştırma kararının ardındaki sebebin sessiz ibadet kuralına uymayıp aleni şekilde ibadet etmesine dayandığı yönündedir.

Öyleyse bu karara göre İsrail Mahkemesi, Aksa’da Yahudi ibadeti ve izin verilen ritüellerin gerçekleştirilme sürecine geçiş için hazırlanıyor. Bu şekilde işgal polisinin herhangi bir yerleşimciyi dini bir ritüel gerçekleştirdiği gerekçesiyle Aksa’dan çıkarma yetkileri de engellenmiş olacaktı. Aynı zamanda mahkeme, Mescid-i Aksa’nın Yahudileştirilmesi yolunda bir adım daha atarak bizleri; “Yahudilerin Aksa’daki ibadeti sessiz mi yoksa sesli mi olmalı?” tartışmasına sürüklemeye çalışıyor. Sonuç olarak asıl tehlike, işgal devleti yargı organlarının Yahudilerin Aksa’da ibadet etmesine kimsenin müdahale etmemesi gereken yasal bir hak olarak görmeye başlamasındadır.

Sulh Mahkemesi ve Kudüs’teki İsrail Ana Mahkemesi’nin aldığı karardaki esas tehlike, bu iki yasama organının Mescid-i Aksa’daki uluslararası mevcut statükoyu geri dönüşü olmamak üzere değiştirmeleridir. Uluslararası kanun, Mescid-i Aksa’daki statükonun 1967’de Kudüs ve Mescid-i Aksa’daki İsrail işgali öncesindeki statüko olduğunu kabul etmektedir. Dolayısıyla Mescid-i Aksa’nın yönetimi, idaresi ve tam egemenliğinin sadece İslam Vakıflar Dairesi’nin yetkisi altında olduğu statüko kabul edilmiştir. Ancak İsrail ve Amerika arasında 2015’te gerçekleştirilen Kerry Anlaşmaları, Mescid-i Aksa’da ibadet hakkının Müslümanlara ait olduğunu, ibadet etmeden ve dini herhangi bir ritüel gerçekleştirmeden yapılacak ziyaret hakkının ise Yahudilerin olduğunu belirtmişti.

İsrail mahkemesinin aldığı bu iki karar bu anlayışları tamamen sona erdirerek mübarek Mescid-i Aksa’daki mevcut statükoyu koruma söylemini tamamen geçersiz kılmaktadır. Diğer bir ifadeyle bu konuda işgale karşı tavrın kınama, açıklama, reddediş ve öfke söylemlerinden fiiliyata dönüşmesi gerekiyor. Çünkü bu iki karar sahadaki herkesi devre dışı bıraktı. Örneğin Ürdün bu karara göre Mescid-i Aksa’daki uluslararası yasal meşruiyetinin en önemli yetkisini, statüko uyarınca sahip olduğu Mescid-i Aksa’daki hami ve etki rolünü yitiriyor.

Nitekim Filistinli gruplar, işgal devletinin Aksa’daki mevcut statükoyu değistirme girişiminde bulunması durumunda sahada tepkisini göstereceğini bildirdiği Ramazan olaylarından sonra, İsrail’in kendilerine apaçık meydan okuyuşuyla karşı karşıya kalmıştı. Durumun tehlikesine karşın fiiili bir adım atılmadıkça Filistin halkının güveninin sarsılmasına neden olacaktır. Böylece Filistin Yönetiminin, İsrail’deki hükümet ile radikaller arasında ayrım gerekçesi Batı Şeria’daki durumu kontrol altına almayı ve İsrail ile güvenlik koordinasyonunu sürdürmeyi yitirdi. Bennett hükümetine katılan Arap Listesi Birliği ise Netanyahu’nun dönemindeki en güçlü radikal sağ hükümetlerinin bile cesaret edemediğini yapan bu hükümette, siyasi oyunun içerisinde kalma bahanesini kaybetmiş vaziyette.

Kısacası herkes rolünü yitirmiş durumda. Dolayısıyla tüm grup ve kesimleriyle Filistin halkı başta olmak üzere, herkes yeniden kontrolü sağlama girişiminde bulunmadığı takdirde yakın bir takvimde el-Halil’deki İbrahim Mescidi’nin bölünmesinin ve yitiminin yeni bir kesitine şahit olacağız; ancak bu sefer el-Halil’den otuz kilometre kuzeyde, Mescid-i Aksa’da şahit olacağız.

“Bu değerlendirme yazısı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Dr. Abdallah Marouf tarafından 13.10.2021 tarihinde TRT Arabi için kaleme alınmıştır.”

“Rica: Tercüme ve düzenlenmesi Kudüs’te Bugün ekibi tarafından gerçekleşmiş olup izinsiz paylaşılmaması rica olunur.”