İşgal güçleri nasıl oluyor da Kudüs’te tam hakimiyeti sağlayamıyor? Kudüs halkı yeterli bir güce sahip mi? Yoksa bilinmeyen başka hesaplar mı var? Neden İşgalciler silahlarını alıp istediklerini elde etmek için Kudüslülere güçlerini dayatmıyorlar? Sonuçta silahları da güçleri de mevcut?

Bu sorular bana son zamanlarda Kudüs’te olup bitenleri takip eden bir arkadaşımdan geldi ve belki de yıllarca orada olup bitenleri anlamak isteyen Filistin dışındaki birçok kişinin de aklına gelmekteydi. Gerçekten de bu sorular Kudüs direnişini, Kudüslülerin genel durumunu ve Kudüs’ün doğusunun işgal edildiği 1967 tarihinden bu yana İsrail işgaliyle nasıl başa çıkıldığın anlamaya sevk etmektedir.

İşgal devleti, 1967’de Kudüs’ün doğusunu işgal eder etmez 27 Haziran 1967’de (sadece yirmi gün içinde) çıkarılan “Kudüs’ün birleşmesi” yasasıyla, sakinleri olmayan toprakları ilhak etme sürecini yürüttü. Bu yasayı, 1948’den beri işgal ettiği Filistin topraklarını ilhak etmede de kullandı. Aslında bu ilhak süreci daha basitti çünkü o dönemdeki Kudüs’ün genel şartları 1948’de olanlardan tamamen farklıydı. Nitekim Nekbe döneminde işgal devleti, Filistin topraklarına yönelik geniş bir etnik temizlik süreci gerçekleştirmişti. Böylelikle yerlerinden edilen ve göç ettirilen halktan geriye kalan boş toprakları ilhak etmeleri kolaylaştı ve toprakları kolayca kontrol edebilir ve projesine uygun bir şekilde şekillendirebilir hale gelmişti.

İşgal devleti Kudüs’ün (doğusuyla ve batısıyla) işgalini açıkladığında o dönemde şehrin toplam nüfusun dörtte birini oluşturan 74 bin kadar Filistinlinin evlerinde kaldığını gözden kaçırmıştı. İşte İşgal, o zamandan beri bu mukaddes şehirde büyük bir jeopolitik ikilemin içine düşmüştü. İşgal devleti direnişçilerden alamadığı Kudüs’ü her ne kadar Siyonizm’in başkenti olarak ilan etse de şehrin batı ciheti hariç tüm cihetleri Filistinlilerle çevrilmiş bir haldedir. Kuşkusuz bu durum da Kudüs’ü fiili bir başkent olmaktan uzak kılmıştı; çünkü başkent bir ülke için şehir merkezi niteliğine sahip olmalıdır. Oysaki Kudüs İsrail çalışmalarının da gösterdiği gibi; Tel Aviv, Hayfa ve Biru’s- Seba şehirleri gibi merkezi bir niteliğe sahip değildir. Örneğin Tel Aviv gibi bir İsraillinin tüm ihtiyaçlarına karşılık verebilen bir şehir konumunda değildir.

Tüm bu gerçeklere rağmen işgal devleti, Kudüs’ün doğusunu ilhak etmekte ısrar etti ve burayı sakinleri olmayan, boş bir yer olarak ele aldı. Elli yıldan fazla bir süredir varlıkları görmezden gelinen, kolayca kurtulabilecekleri sanılan, bölgedeki tüm projelerin engeli ve başarısızlık sebepleri olarak addedilen ve “yabancı sakinler” olarak anılan Kudüslüler, en önemli bölge olan Eski Şehir ve kutsal mekanların çevresinde yaşamakta ve sayıları 300 bini aşmaktadır. İşgal her ne kadar şaşırsa da bu sert çekirdeğe nüfuz etmeye çalıştığı yerleşim yerlerinden fazlasına sahip değildir.

İşgal devleti sürekli olarak uygulamaya çalıştığı Kudüs’ü Yahudileştirme gündemi ve şehrin kimliğini değiştirme kapsamında Kudüslülerle karşı karşıya gelse de planları, stratejileri hep sekteye uğramakta ve ertelenmek durumunda kalmaktadır. Böylece işgalinin üzerinden 50 yıl geçmesine rağmen Kudüs’te istediği görüntüyü elde edemedi. İşgalin, şiddetli baskılarına rağmen Kudüs medyasının, siyaset ve güvenlik mekanizmasının halk tarafından reddedilmesi ve her zaman başarısız olması dikkate değerdir. Bu süreç boyunca Kudüslüler güçlü yanlarını dikkate alarak, işgal karşısında kendi stratejilerini geliştirdiler.

Bu hususta, Kudüslülerin zayıf yönleri olduğunu düşünülen noktaların aslında onların güçlü yönleri olduğunun araştırmacılarca anlaşılması ilginçtir. Kudüslüler kendilerini temsil eden, işlerini yöneten ve ait oldukları belirli bir siyasi cihete sahip değildirler. İsrail, onları Ürdün vatandaşı olarak görürken; Ürdün, Ürdün’ün 1988’deki Kudüs’ten ayrılma kararından bu yana onları Filistin vatandaşı olarak değerlendirmektedir. Filistin Yönetimi ise Kudüslüleri Batı Şeria’da kendi idaresi altında değil, doğrudan İsrail yönetimine tabi kabul etmektedir. Yani kanunlara göre Kudüslüler hem Filistinli hem İsrailli hem Ürdünlü; hem de ne Filistinli ne İsrailli ne de Ürdünlüdür.

Kimlikteki bu dağılma Kudüslüler arasında bir siyasi kimlik krizi oluştursa da bu durum, Kudüslülerin aslında güçlü olduğu noktadır; çünkü üç siyasi cihetten hiçbiri “Ürdün, İsrail ve Filistin Yönetimi” onlara kendi siyasi egemenliğini dayatamaz ve Kudüslüleri temsil edemez. Bu durum da Kudüslülere büyük bir özgürlük alanı sağlamaktadır.

Şehrin özel statüsünden dolayı Kudüs’te özgürce hareket edemeyen Filistinli gruplar için de aynı şey söylenebilir. Bu da onların Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde gösterdikleri güç ve yöntemlerle Kudüs’e yön verme yetkisine sahip olmadığı anlamına gelmektedir. Nitekim bu durum da Kudüslülere işgalin yaptıklarını dünyaya göstermek için büyük bir alan sağlamakta ve örneğin Gazze’de yaşanan savaş boyutuyla aynı güçte vurma olasılığını ya da İsrail ordusunun Batı Şeria’da yaptıkları gibi bir alanı engellemektedir. Kudüs’ü, Gazze ya da Batı Şeria’dan ayıran da bu durumdur. 

İsrail ordusu Kudüs’te fiili olarak bulunmamaktadır; kanunlara göre Kudüs, (İsraillilerin anladığı şekilde) işgal devleti sınırları içerisinde bulunmaktadır. Bu sebeple de Kudüs’te fiili bulunan güç unsuru polistir. Kendi varlığını meşru gören İşgal yönetimi bu sebeple askeri, Kudüs’te faaliyete sokmayı sorunlu bulmaktadır. Aksi durumda İsrail, silahlarla ve ordularla kendini koruyan diğer ülkeler gibi başarısız bir devlete dönüşeceğinden; özünde askeri bir oluşum iken sadece polis gücünü barındıran “sınır muhafızları” uygulamasını yürürlüğe koymuştur. Bu uygulama işgalcilerin, Kudüs’e orduyla girmeden ya da Kudüslülere salt bir askeri mantıkla yaklaşmadan önce düşünmesi gereken karmaşık hesapları olduğunu göstermektedir.

Kudüs’teki bu karmaşık sosyal gerçeklik nedeniyle, işgal devletinin şehre askeri kuvvetle hakimiyet girişimi kolayca mümkün olamamaktadır. Çünkü olası bir durum, ülke topraklarının tam merkezinde yaklaşık 300 bin Kudüslünün ayaklanmasına yol açabilir. Onları Kudüs’ün batısında yaşayan Yahudilerden, 48 toprakları ya da Batı Şeria’dan ayıran duvarlar gibi bir ayrım da bulunmamaktadır. İşgal devletinin ortasında çok sayıda Kudüslünün katılımı ile büyük operasyonların başlamasının ve İsrail’in merkezine ulaşmalarını engelleyen herhangi bir engelin olmadığının ne anlama gelebileceğini hayal edin.

İşgal devleti Kudüs’ün birleşme yasasına aykırı olduğundan ve “başkent”ini bölmek zorunda olacağından, Kudüslüleri herhangi bir bariyerle ya da Batı Şeria’da yaptığı gibi bir duvarla ayıramaz. Aksi durumda bu ayrım, Siyonist projenin başkentinde başarısızlığı olacaktır. Aynı şekilde Kudüs’ün sahip olduğu dini hassasiyet, işgal devletinin ve uyguladığı baskının karşısında başlı başına psikolojik bir engeldir; çünkü Kudüs’ün dini statüsü nedeniyle buradaki herhangi bir kargaşanın Filistin topraklarının geri kalanına hatta komşu ülkelere kolaylıkla yayılabileceği ve işgal devletine diğer bölgelerden daha fazla zarar verebileceği bilinmektedir.

Başka bir deyişle; siyasi, psikolojik ve güvenliğe dayalı engel, Kudüs’teki herhangi bir Siyonist pervasızlığı durdurmada kilit noktadır. Dolayısıyla bu engeller, işgalin korktuğu sayısal yoğunluktan dolayı halk hareketlerinde Kudüslülere fayda sağlamaktadır. Bu durum, İsevviye gibi direnişin yıllardır durmaksızın devam ettiği bazı mahallelerdeki halk hareketinde ve direnişin zirve noktasına ulaşarak işgal güçleri ile yaklaşık bir buçuk iki yılda bir toplu gösteriler ile karşı karşıya gelinen 2015 Kudüs İntifadasında, 2017 Esbat Kapısı Direnişinde, 2019 Babü’r-Rahme Direnişinde ve yakın zamanda şahit olduğumuz 2021 Şam Kapısı Direnişinde açıkça görülmektedir.

İşgal devleti, Kudüs’teki savaşını kaybettiğini anlamalıdır; çünkü savaş organize askeri bir güce ya da sınır örgütlerine karşı verilmemekte, Doğusuyla Batısıyla Kudüs nüfusunun üçte birini oluşturan bir halka karşı gerçekleşmektedir. Sonuç olarak işgal devleti için geri çekilmekten başka bir çözüm yolu yoktur ve Kudüslüler güçlerinin farkına varmalıdır. İşgal devletinin en korktuğu şey onların yüksek direniş gücü, sağlam duruşu ve kararlılığıdır. Zira İşgal güçleri, Kudüs’te başlayan yeni bir intifada kıvılcımının gücünün çok üstünde olacağını gayet iyi bilmektedir.

“Bu değerlendirme yazısı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Dr. Abdallah Marouf tarafından TRT Arabi için kaleme alınmıştır. “

“Rica: Tercüme ve düzenlenmesi Kudüs’te Bugün ekibi tarafından gerçekleşmiş olup izinsiz paylaşılmaması rica olunur.”