Mescid-i Aksa’daki mücadele uzun sürecek ve kolay kolay bitmeyeceğe benziyor. Netanyahu hala radikal sağ desteğiyle bir hükümet kurmaya ihtiyaç duymaktadır. Nitekim bu gruplar, Naftali Bennett’i Netanyahu kadar güçlü bir müttefik olarak görmemektedir.

İsrail ile Gazze arasında 11 gün süren ve dördüncüsü olan savaş 2008, 2012 ve 2014’teki üç savaşa benzememekle beraber öncekilerle arasında açık bir fark da bulunmaktaydı: İlk kez 2021’de bir savaş, İsrail tarafından değil Gazze’deki direniş tarafından başlatılmıştı. Bu durum, işgal devletinin hesaplarını karıştırdı ve önceki üç savaşın aksine hareketi ve hedefi belli olmayan bir bombalama başlatmasına neden oldu.

Bu sefer bu savaşı tetikleyen Kudüs’ün Şeyh Cerrah Mahallesi’nde olanlar ve radikal grupların 28 Ramazan’da planladığı Mescid-i Aksa baskınıydı. Dolayısıyla odak noktası Gazze ablukası ya da Gazze Şeridi olan bir İsrail askeri operasyonu değildi. Bu da ateşkese, önceki ateşkes süreçlerinden farklı bir nitelik kazandırmıştı.

En başında Filistin Direnişi, Kudüs’ün bu savaşın temeli olduğunu açıkladı. Ateşkesin koşulları, işgalin Kudüs’teki Şeyh Cerrah Mahallesi’nin sakinlerini yerinden etme girişimlerini ve mübarek Mescid-i Aksa’ya yönelik tehditlerini önlemek ve mevcut statükoyu değiştirmekti. Kuşkusuz bu durum Netanyahu hükümetini hem içeride hem de dışarıda çok zor bir duruma soktu. 

Ülke içerisinde radikal sağ partiler özellikle Knesset’teki “Dini Siyonistler” listesi, Kudüs’ün herhangi bir ateşkes anlaşmasında belirtilmesi durumunda Netanyahu’ya hükümet kurma çabalarında vereceği desteği çekme tehdidinde bulundu. Buna karşılık muhafazakar “Yahadut Hatora” Partisi, Netanyahu’nun ofisine olayların tekrar alevlenebileceğinden korkarak Siyonist baskınlarına Mescid-i Aksa’nın kapalı tutulmasını talep eden bir mektup gönderdi. Bunun beraberinde diğer dini yaklaşımlar, İsrail’in Baş Haham fetvasına -Netanyahu’nun aşırı sağa olan ihtiyacı için görmezden geldiği bir fetva- göre Yahudilerin Mescid-i Aksa’ya girmesinin kabul edilemezliğini dile getirmekteydi.

Ülke dışına baktığımızda ise Netanyahu’ya karşı uluslararası toplumdan askeri operasyonunu her ne pahasına olursa olsun durdurması için baskı kuruldu. Özellikle dünya, bu sürecin hiçbir güvenlik veya askeri amacının olmadığını ve hedeflerin Netanyahu’nun sağcı bir hükümet kurmasını korumanın ötesine geçmediğini anlamış oldu.

Buna ek olarak, Mescid-i Aksa ve Şeyh Cerrah Mahallesi olayları arasındaki bağlantı, işleri Netanyahu’nun aleyhine çevirdi ve dünyanın 1967’deki Kudüs’ün doğusu ve Mescid-i Aksa işgalini hala tanımadığını kanıtladı. Üstelik tüm bunlar, Netanyahu ve hükümetinin umduğunun aksine önceki ABD yönetiminin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdıktan ve Kushner’in başarısız olan barış planının yayınlanmasının ardından gerçekleşti.

Bu şartlar altında Netanyahu, kendisinin hiçbir koşula taahhüt etmek zorunda kalmaması için tek taraflı bir ateşkese başvurdu. Mısır tarafı, iki taraf arasında Kudüs hakkında konuşulmayan veya dengelere dahil edilmeyen şartlarda ateşkes anlaşmasına varmaya çalıştığı için ateşkes görüşmelerine müdahale etti. Aslında bu, Gazze veya Kudüs’ün lehine olmaktan çok İsrail tarafının lehine kabul edilmektedir.

Meydandaki fiili durum belirli bir anlaşma ile değil, anlaşma olmadan eş zamanlı bir ateşkes ile sona ermiş gibi görünüyor. Nitekim bu durum, Gazze’deki Hamas Lideri Yahya el-Sinwar tarafından 26 Mayıs Çarşamba günü yaptığı konuşmada doğrulandı. Bazı medya kuruluşları ise anlaşmayı, daha fazla işler ilerlemeden saldırıları bitirmekten başka bir şey olmadığı; ancak bunun Kudüs ile ilgili olmadığı şeklinde ele almıştır.

Böylece hareketin elde ettiğine değinen bazı medya kuruluşları tarafından, Mescid-i Aksa’ya baskın girişimlerinin durdurulmasına, Aksa’daki statükonun değiştirilmesine ve Kudüs’ün Şeyh Cerrah Mahallesi’nde ailelerin müsadere ve tehcirinin durdurulmasına ilişkin güvencelerin verildiği söylenebilir. Aslında Mısır tarafının güvencesiydi ve Mısır tarafının İsrail ile vardığı gerçek bir anlaşma değildi. İsrail örneğinde bu beklenen ve normal bir durumdur.

Bu durum, Netanyahu’nun Kudüs’te ve mübarek Mescid-i Aksa’da hiçbir şey yapmadığını kanıtlamaya çalışmasına neden oldu. Böylelikle, 23 Mayıs Pazar sabahı Mescid-i Aksa baskınlarını devam ettirdi ve 20 kişiyi geçmeyecek şekilde radikal küçük yerleşimci grupların Mescid-i Aksa’ya girmesine izin verdi.

Bunun öncesinde ise Kudüs’ün çeşitli mahallelerinde direnişçilerin toplu olarak tutuklanması gerçekleşti. Siyonistlerin baskınına hazırlamak için 45 yaşından küçüklerin Mescid-i Aksa’ya girmesini engelleyerek elinden gelen her şeyi yaptı. Böylece radikal kitlesine ateşkes karşılığında Gazze’ye hiçbir şey taahhüt etmediğine dair teminatı verdi. 

Bu duruma, şu anda işgal devleti İsrail’in ülkedeki durum üzerinde kontrolünü sağlamak için Kudüs ve Yeşil Hat bölgelerinde (48 toprakları) işgal makamları tarafından habersizce yürütülen operasyonlar eşlik ediyor. İşgal devleti yetkilileri, Yeşil Hat bölgelerinde ve çeşitli Kudüs mahallelerinde kapsamlı bir tutuklama kampanyası başlattı. Olaylarla ilgili olduğu gerekçesiyle işgal makamları tarafından suçlanan tüm direnişçilere toplu cezalar verilmeye başlandı. Bu kapsamda yürütülen çalışmaların en sonuncusu ise İsrail Ulusal Sigorta Kurumu’nun birçok direnişçinin ve serbest bırakılmış Kudüslü esirlerin tüm sağlık ve sosyal sigortalarını askıya almasıydı. Bu da onları İsrail’e göre Kudüs şehrinden kovulmakla tehdit etmektir. Dolayısıyla İsrail Ulusal Sigorta Kurumu, Kudüs’teki İsrail hükümetinin bir kolu olarak kabul edilmektedir. Herhangi bir Kudüslü için sağlık ve sosyal sigortasının kesilmesi, onun Kudüs şehrinin bir sakini olarak sayılmadığının ve daha sonraki bir süreçte sessizce buradan çıkarılacağının bir göstergesidir. İsrail böylece Kudüslülere, herhangi birinin Kudüs’ten kolayca ve sessizce çıkarılabileceğine dair tehdit mesajları iletmeye çalışmaktadır. Nitekim bu da meselenin tehlike boyutuna dikkat edilmesi gereken noktadır.

Buna ek olarak, işgal kuvvetleri tüm Şeyh Cerrah Mahallesi’ni basına, medyaya ve mahalle sakinleri dışındaki tüm Kudüslülere kapattı. Mahalledeki evlerin duvarlarını süsleyen tüm resimler, çizimler ve sloganlar kaldırıldı. Merkez mahkemede ise Kudüs’ün güneyinde bulunan Silvan beldesindeki Batn el-Hava Mahallesi’ne karşı yerleşimcilere ait arazide ruhsatsız inşaat ve konut gerekçesiyle mahallenin tahliyesi için yeni bir kampanya başlatıldı. Görünüşe göre baskıyı azaltmak ve Şeyh Cerrah Mahallesi davasına odaklanmak amacıyla Şeyh Cerrah’taki gibi hareket ediyor. Ancak bu şimdiye kadar başarılı olmadı. Çünkü şimdi sadece bir değil, iki mahalleyi bir arada ele almaya odaklanıyor.

Bu dönemde gerçekleşen Mescid-i Aksa baskınları, en azından Ramazan öncesindeki duruma geri dönme, yani Radikal Tapınak Grupların elde ettiği kazanımları koruma girişimiydi. Öyle görünüyor ki, Mescid-i Aksa’daki mücadele uzun sürecek ve kolay kolay da bitmeyecek. Çünkü Netanyahu’nun hala bir hükümet kurmak için radikal sağın desteğine ihtiyacı var. Nitekim bu gruplar, Naftali Bennett’i Netanyahu kadar güçlü bir müttefik olarak görmemektedir. Bennett, Mescid-i Aksa konusunda başka bir vizyona sahiptir. Öyle ki radikal grupların Mescid-i Aksa saldırılarını bu grupların literatüründe genellikle bahsedildiği gibi “Tapınak Dağı’na tırmanmak” olarak adlandırmayı reddetti. Hatta buna “Tapınak Dağı’nı ziyaret etmek” terimiyle atıfta bulundu: Bu yüzden de hem Netanyahu hem de radikal sağ birbirini desteklemek istiyor.

Tüm bu eylemler şimdiye kadar işgal devletinden beklenenler dahilinde gerçekleşiyor. En son aldığı darbe, tüm cihetler için acı vericiydi ve böylece İsrail iki gücünü yitirmiş oldu: hikayelerine yönelik uluslararası sempatiyi kazanma gücünü kaybetti ve mübarek Mescid-i Aksa’da özgürce hareket etme gücü zayıfladı. Bu İşgal devleti için bir son gibi görünmüyor. Kesinlikle Kudüs’teki ve ülke içerisindeki faaliyetlerini yeniden toparlamaya ve sürdürmeye çalışacaktır. Kazançlarından kolayca vazgeçmeleri de muhtemel değildir. Top şimdi Filistin halkında… Gelecek saldırılara nasıl tepki vereceğine ve bununla nasıl başa çıkacağına karar vermek onların elinde; ki bu takvimin çok uzak olacağını da düşünmüyorum.

“Bu değerlendirme yazısı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Dr. Abdallah Marouf tarafından TRT Arabi için kaleme alınmıştır. “

“Rica: Tercüme ve düzenlenmesi Kudüs’te Bugün ekibi tarafından gerçekleşmiş olup izinsiz paylaşılmaması rica olunur.”