Written by Görüş

İsrail, Toprak Hakimiyetine Rağmen Kudüs’te ve Tüm Filistin’de Demografik Savaşı Kaybetti

El-Cuba: Kudüs meselesi farklı bir konudur; zira Kudüs ve çevresindeki yerleşimcilerin sayısı, Batı Şeria’nın geri kalanındaki tüm yerleşimcilerin toplam sayısından fazladır. Bu bakımdan Kudüs, özel ve belirli bir eksende yoğunlaşmayı temsil etmektedir.

İsrail, Gazze Şeridi’ne yönelik soykırım savaşını, işgal altındaki Batı Şeria ve Kudüs’teki yerleşim planlarını hızlandırmak için fırsata çevirdi. Bu süreçte yeni yerleşim yerleri kurdu, mevcut yerleşimlerde binlerce yeni konut inşasına onay verdi ve Kudüs ile çevresinde yeni mahallelerin inşasına başladı. Bu çerçevede “Kudüs Merkezi” tarafından Kudüs’te 19 ayrı yerleşim projesi belgelendi ve yeni yerleşim birimlerinin toplam sayısı 19 bin 287’ye ulaştı. Bu girişimlerin amacı, Kudüs’teki Filistin mahallelerinin etrafını sarıp genişlemelerini engellemek ve böylece demografik savaşın bir parçası olarak Yahudi yerleşimci sayısını artırmak. İsrail yönetimi, önümüzdeki yıllarda Kudüs’ün doğusundaki yerleşimci sayısına 100 bin daha kazandırarak bu sayıyı 350 bine çıkarmayı hedeflemektedir.

Bu hamleler, İsrail hükümetinin “E1” olarak bilinen yerleşim planını onaylaması ile taçlandı. Bu plan, Kudüs ile Ma’ale Adumim yerleşimini birbirine bağlamayı ve sonrasında bu bölgeyi Kudüs sınırlarına dahil etmeyi öngörüyor. Bu planın altında iki temel amaç yatıyor. Bunlardan birincisi, yerli Filistin nüfusunun aleyhine olacak şekilde Yahudi yerleşimci sayısını artırmak; ikincisi ise Kudüs’ü çevresindeki Filistin mahallerinden ayırarak şehirle Batı Şeria’nın diğer kentleri arasındaki coğrafi ve demografik bağlantıyı koparmak. Bu adım aynı zamanda Batı Şeria’nın kuzeyiyle güneyi arasındaki bağı kesip Filistin devleti kurma hayalini söndürmeyi hedefliyor. Smotrich’in ifadesiyle bu plan, “iki devletli çözüm yanılsamasını fiilen ortadan kaldırmak ve Yahudi halkının İsrail topraklarının kalbi üzerindeki egemenliğini güçlendirmek” anlamına geliyor.

Bu bağlamda, “Arap 48” sitesi, meseleye ışık tutmak üzere Birzeit Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi ve Kudüs Eski Şehri sakini Dr. Nazmi el-Cuba ile röportaj yaptı. İşte röportajın ayrıntıları:

Arap 48: Daha önce birçok programda belirttiğiniz üzere, İsrail başta Kudüs olmak üzere Filistin’in tamamında iki silah kullandı: toprak ve nüfus. Manda dönemi Filistini’nin büyük kısmını ve Kudüs’ün ezici çoğunluğunu kontrol altına alarak toprak konusunda başarılı olmuşken, nüfus konusunda tökezleyip demografik olarak aynı kontrolü sağlayamadığını söyleyebilir miyiz?

El-Cuba: Kesinlikle. İsrail, Nekbe sırasındaki tüm tehcir ve etnik temizlik uygulamalarına rağmen 1948’deki işgal bölgelerinde olduğu gibi, Kudüs’te ve 1967 sınırları içindeki topraklarda da demografik açıdan büyük bir hezimete uğradı. İşte 78 yıl sonra Batı’da Celile hâlâ ağırlıklı olarak Arap bölgesi, Necef çoğunlukla Arap nüfusa sahip ve Müselles bölgesi de öyle. Yahudi yerleşimleri esasen sahil ovasında yoğunlaşmış durumda. Bana göre bu tablo, demografik yapıyı değiştirme yönündeki tüm çabalara rağmen Filistin’in tamamında demografik savaşı kaybettiklerinin açık bir göstergesidir. Bugün Filistin’de -manda sınırları içinde, denizden nehre kadar uzanan coğrafyada- bizim artık sayısal olarak çoğunluk olduğumuzu söyleyen araştırmacılara ben de katılıyorum.

Batı Şeria’da da durum farklı değil. Resmî rakamların abartılı olmasına karşın, yerleşim faaliyetleri ciddi yapısal sorunlarla karşı karşıya. Bugün birçok yerleşim biriminde evler boş, çünkü sahil ovasından insanları zorla getirmedikleri sürece buralara yerleşecek insan kaynağı bulunmuyor.

Dr. Nazmi el-Cuba

Arap 48: Ancak Yeşil Hat’ı silerek ve coğrafi bir süreklilik oluşturarak, sahil ovası şeridini Batı Şeria toprakları yönüne doğru genişletmeyi başarmadılar mı?

El-Cuba: Bildiğimiz gibi sahil ovası, Aşdod’dan Hayfa’ya kadar uzanır ve bu bölgeye tamamen yerleşimciler hakimdir. Yakınlardaki yerleşim yerlerine gelince, bunlar Oslo Anlaşması sonrasında “toprak takası” ve “yerleşim yerleri ilhakı” gibi başlıklar altında ortaya atılan fikirlerdir. Bu kapsamda güneyde Gush Etzion bölgesi, Salfit bölgesi ve Tulkarim yakınındaki alanlar bu yerler arasında bulunmaktadır. Bu bölgelerin tümü, Batı Şeria’nın toplam yüzölçümünün yüzde 5’ini bile geçmez, ancak yerleşimcilerin yüzde 70 ila yüzde 80’ini barındırır. Buna karşılık Batı Şeria geneline dağılmış diğer yerleşimler, her birinde sadece birkaç düzine ya da birkaç yüz yerleşimcinin yaşadığı küçük noktalar olup, demografik açıdan herhangi bir ağırlık teşkil etmezler.

Arap 48: Kudüs’te durum biraz farklı mı?

El-Cuba: Kudüs meselesi farklı bir konudur; zira Kudüs ve çevresindeki yerleşimcilerin sayısı, Batı Şeria’nın geri kalanındaki tüm yerleşimcilerin toplam sayısından fazladır. Bu bakımdan Kudüs, özel ve belirli bir eksende yoğunlaşmayı temsil etmektedir. Şehirde bariz bir yoğunlaşma söz konusudur. Kudüs, Batı Şeria’nın geri kalanından izole edilmek üzere tüm yönlerden kuşatılmıştır. Güneydeki Gush Etzion yerleşim yeri ve Kudüs’ün kuzeybatısındaki yerleşimler buna örnektir.

Açıkça görülüyor ki burada, yalnızca “Küçük Kudüs”ü değil, “Büyük Kudüs” bölgesini de Batı Şeria’nın geri kalanından koparmak için bir proje yürütülmektedir. Yakın zamanda onaylanıp Kudüs’ü “Ma’ale Adumim” yerleşimiyle birleştirmeyi öngören “E1” projesi, uluslararası toplum izin verdiği takdirde hayata geçirilirse Kudüs’ün doğu kapısını tamamen kapatacaktır.

Arap 48: Bu proje, Batı Şeria’nın kuzeyini güneyinden ayırarak ikiye bölmez mi ve böylece bir Filistin devleti kurma ihtimalini ortadan kaldırmaz mı?

El-Cuba: Proje, Batı Şeria’yı birbirinden ayıracak güçte olmasa da kuzey ve güney arasındaki bağlantıyı ciddi biçimde engeller. Çünkü Batı Şeria’yı ikiye bölmek için Eriha’ya ulaşıp Ölü Deniz’e kadar yolu kapatmaları gerekirken, proje Kudüs’e doğrudan ulaşım yollarını kapatıyor ve Filistinlileri alternatif yollar bulmaya itiyor. Amaç da bu: Filistinlileri Kudüs’ten mümkün olduğunca uzak tutmak.

Tüm bunlara rağmen, İsrailliler demografik açıdan ciddi bir sorunla karşı karşıyalar. Çünkü eğer pergeli alıp Kubbetü’s Sahra’nın ya da -başka bir ifadeyle- şehrin merkezi sayılan Kıyamet Kubbesi’nin üzerine koyar ve ondan bir, beş ya da on kilometre öteye kadar bir daire çizerseniz, o dairenin boyutu ne olursa olsun, içinde her zaman Filistinli çoğunlukla karşılaşırsınız. Bu durum, toprağı kontrol altına almalarına ve Filistin halkını boğmalarına rağmen, demografik bir çoğunluk yaratma girişimlerinde başarısız olduklarını göstermektedir.

İsrailliler, Kudüslü Filistinlileri yalnızca 10 kilometrekarelik bir alana sıkıştırdılar ve bu, Kudüs’ün doğusunun toplam yüzölçümünün yalnızca yüzde 12’sine denk geliyor. Filistin mahallelerini, yaşanması neredeyse imkânsız gecekondu bölgelerine dönüştürdüler. İseviyye, Silvan ve Vadi Kudum gibi mahallelerden bahsettiğinizde, aslında mülteci kamplarından bile daha kötü koşullardan söz edersiniz. Sefil şartlar içinde yaşanıyor. Ne bir yeşil alan var ne bir çocuk parkı ne de halka açık bir bahçe. Yaşamın temel unsurları tamamen yok edilmiş durumda. Kudüs, fakir büyük bir kalabalık yığınına dönüştürüldü. Nitekim nüfusun yaklaşık yüzde 80’i yoksulluk sınırının altında yaşıyor.

Arap 48: Nüfusun yüzde 80’i yoksulluk sınırının altında mı yaşıyor?

El-Cuba: Evet. İsrail Sosyal Güvenlik Kurumu’nun yayınladığı raporlara dayanarak bunu söylüyorum.

Arap 48: Bu oran Batı Şeria için de geçerli mi?

El-Cuba: Hayır, Batı Şeria’daki oran çok daha düşük. Elbette yoksulluk sınırı Kudüs ile Batı Şeria arasında farklı tanımlandığı için bu karşılaştırma koşullara göre değişir. Gelgelelim fakirlik beraberinde yoksulluğun hastalıklarını da getiriyor: şiddet, aile içi şiddet, uyuşturucu bağımlılığı, okulu erken yaşta terk etme oranlarının artması ve saysak uzun bir liste oluşturacak daha nice toplumsal sorun… Başka bir deyişle, işgalin kendisi ve onun araçlarına ek olarak, yoksulluğun bizzat kendisi de kentin doğusundaki toplumu yavaş yavaş öldüren bir ölüm aracına dönüşmüş durumda.

Arap 48: Filistinli Kudüslülerin yaşadığı alanın oranı yüzde 12’siyse, Kudüs’ün doğusundaki yerleşim alanlarının oranı nedir?

El-Cuba: Kudüs’ün doğusundaki yerleşimlerin kapladığı topraklar toplam alanın yüzde 35’ini oluşturuyor ve bu da 72 kilometrekareye denk geliyor. Bu alanda yaklaşık 220 bin yerleşimci yaşıyor. Buna karşılık, toprağın yalnızca yüzde 12’sinde 400 bin Filistinli yaşamaktadır. Yani, sayıca Filistinlilerin yarısı kadar olan yerleşimciler, onların üç katı büyüklüğünde bir alanda oturuyorlar. Bu durum, Yahudi yerleşim yerleriyle Filistin mahalleleri arasında büyük bir uçurum oluşturuyor.

Arap 48: Anlaşılan İsrail’in genel olarak Filistin’de izlediği politika, “mümkün olduğunca az Filistinli ile mümkün olduğunca fazla toprak” anlayışına dayanıyor. Filistinlileri geriye kalan topraklarda dar bir alana sıkıştıran bu politika, sonuçta tarihi -ya da sizin deyiminizle manda dönemi- Filistin topraklarının yüzde 85’ini kontrol etmelerine yol açmadı mı?

El-Cuba: Evet ama bence bu oran aslında daha da yüksek. Çünkü Batı Şeria, Gazze ve Kudüs birlikte, manda dönemi Filistin topraklarının sadece yüzde 22’sini oluşturuyor. Dikkatinizi çekerim bu alanın ne kadar kısmını yutmuşlar. Şu anda Batı Şeria topraklarının yüzde 60’ını kapsayan ve “C bölgeleri” olarak adlandırılan alanlar -ki bunlar kamu arazileri, yani devlet arazileri olarak geçer- İsrail tarafından giderek İsrail Devleti’ne ait topraklar olarak görülmeye başlandı. Bu anlamda, manda sınırları içindeki Filistin topraklarının yüzde 90’ından fazlası üzerinde fiili bir kontrol sağlamış durumdalar. Filistinliler ise, toprağın yalnızca yüzde 10’una denk gelen dar bir alanda sıkışmış halde yaşıyorlar.

Arap 48: Buna rağmen siz, demografik savaşı kaybettiklerini söylüyorsunuz?

El-Cuba: Evet. Eğer mevcut durum aynı şekilde devam eder ve dramatik bir gelişme yaşanmazsa -örneğin yurt dışından bir milyon Yahudi göçmen getirilmeyecek ya da Gazze, Batı Şeria ve Kudüs’ten Filistinliler toplu bir şekilde sürgün edilmeyecekse- demografik savaş artık nihayete ermiştir.

Arap 48: Kudüs’te de mi?

El-Cuba: Ben İsrail istatistiklerini baz alıyorum. Bizim kendi rakamlarımız farklı olsa da bu verilere göre, birleşik Kudüs sınırları içindeki Filistinlilerin oranı yüzde 40’ı aşmış durumda. Üstelik tüm bu kuşatma, Yahudileştirme politikaları, kimlik iptalleri, duvar politikası ve yoksullaştırma uygulamalarına rağmen bu seviyeye ulaşılmıştır. Bana göre, bu oran aslında çoktan geçildi ve bugün Filistinliler olarak kentin yaklaşık yüzde 43’ünü oluşturuyoruz. 1967’de, Kudüs’ün Filistinli sakinlerine mavi kimlikler verilmesi için şehrin birleştirilmesi kararının hemen ardından yapılan resmi nüfus sayımında bu oran yalnızca yüzde 15’ti.

Arap 48: Bu sadece Filistinlilerin doğal nüfus artışından değil, aynı zamanda özellikle şehri Araplara ve Haredi Yahudilerine bırakan seküler Yahudiler arasında görülen tersine göçten de kaynaklanıyor, öyle değil mi?

El-Cuba: Evet, bugün Araplar ile Harediler birleşik Kudüs nüfusunun yüzde 70’ini oluşturuyor. Haredilerin doğal nüfus artışı hala yüksek olup bu oran azalmazken, Filistinlilerde doğum oranı ciddi biçimde düştü. Bunun nedeni yoksullaştırma politikası, konut krizi ve ev fiyatları ile kiralardaki büyük artış. Bu durum birçok Filistinliyi, belediye hizmetleri dışında kalan Kefr Akab, Ras Hamis ve Şuafat Mülteci Kampı gibi bölgelere itiyor. Bu yerlerde 70-80 daireli yüksek apartmanlar inşa edilip, tüm bir mahalle bu binalara sıkıştırılıyor. Bu apartmanlarda hizmet yok, otopark yok, üst katlarda su basıncı yetersiz kalıyor ve elektrikler sık sık kesiliyor. Bu kötü koşullar altında bir daireyi 400-500 bin şekele satın alabiliyorsunuz. Kudüs’ün belediye sınırları içindeki mahallelerde aynı daire 600 bin dolara gidiyor.

Arap 48: Eski Şehir’in içinde, tüm girişimlere rağmen, sanıldığı kadar büyük bir yerleşimci nüfuzu olmadığını söylediniz, değil mi?

El-Cuba: İşgal, Eski Şehir’i kentin mücevheri -ki dünya çapında bir mücevher- olarak gördüğü için oraya odaklanıp büyük yatırımlar yaptı. 1967’den sonra Meğaribe Mahallesi’ni yıktılar. 1968’de ise Harem-i Şerif ile Meğaribe Mahallesi arasındaki bölgeyi, içindeki mahallelerle birlikte istimlak ettiler. Bu mahallelerden biri, küçük bir bölüm oluşturan Yahudiler Mahallesi’ydi. İsrail bu bölgenin tamamını birleştirip hepsine Yahudi Mahallesi adını verdi. Yani tarihi olarak Yahudiler Mahallesi olarak bilinen ve 90 mülkten oluşan o alanla yetinmediler. Şunu da belirtmek gerekir ki, 1948’den önce Eski Şehir’de toplamdaki 3 bin 600 mülkün 192’si Yahudilere aitti. Burada mülk derken, büyüklüğüne bakılmaksızın bir oda, bina ya da dükkânı kastediyoruz.

Arap 48: Bugün itibarıyla el konulan alanın büyüklüğü nedir?

El-Cuba: 1968’de el konulan alan, Eski Şehir’in toplam yüzölçümünün yaklaşık yüzde 11 ila yüzde 12’sine denk geliyor. Bu bölgedeki Filistinli sakinler ve mülk sahipleri bir tazminat verilmeksizin zorla yerinden edildi ve bölge tamamen etnik temizlik yoluyla boşaltıldı. Ardından bu alanın büyük kısmı yeniden inşa edildi. Dolayısıyla bu yer tarihi kimliğini kaybetti. Sadece 1948 öncesinde Yahudilere ait olan mülkler restore edildi, geri kalan -yani Yahudi olmayan çoğunluğa ait- yapılar ise yıkılıp yerine yenileri inşa edildi. Ama şunu da unutmamak gerekir ki, 1948 öncesinde Eski Şehir’de hatırı sayılır sayıda Yahudi vardı. Bununla birlikte onların büyük bölümü Müslümanların kiracısı olarak yaşıyordu.

Arap 48: Peki bugün Eski Şehir’deki Yahudi nüfusu ne kadar?

El-Cuba: Günümüzde Yahudi Mahallesi ve Eski Şehir’in genelinde yaşayan Yahudi sayısı yaklaşık 3 bin, toplam nüfus ise 40 bin civarında. Yahudiler, Yahudi Mahallesi dışında 90 kadar mülk üzerinde kontrol sahibiler; ancak bu bölge, “Mini İsrail” adını verdikleri projelerinin başarısız olması nedeniyle aslında gerçek anlamda meskûn bir yer değil. Zira düşündükleri gibi halkın farklı kesimlerinden yerleşimcileri buraya getiremediler. Bu nedenle mülklerin sahipliği, genellikle Yahudi bayramlarını geçirmek için buraya gelen zengin Yahudiler ile dinî okullar ve müzelere ait.

Eski Şehir’in diğer kısımlarında, 35 yerleşimci derneğinin faaliyet göstermesine, büyük miktarda devlet destekli ve dış kaynaklı yatırımlar yapılmasına, ayrıca gasp, sahtecilik ve hile gibi kirli yöntemlerin kullanılmasına rağmen, Yahudiler daha önce bahsettiğim gibi 90 mülk dışında bir mülk üzerinde kontrol sağlayamadılar. Bunların da yarısı zaten 1948 öncesinde Yahudilere ait olan mülkler.

Şunu da söylemek gerekir ki, Eski Şehir’deki gayrimenkullerin büyük kısmı ya İslami ya da Hıristiyan vakıflarına ait. Bu durum, yerleşim genişlemesi önünde ciddi bir engel teşkil ediyor. Üstelik vakıf mülklerinin oranı azalmamakta, bilakis artmakta; çünkü yerel halkın çoğu, mallarını yerleşimcilerin eline geçmemesi için vakfediyor.

Arap 48: Peki, Mescid-i Aksa etrafında dönen planlar hakkında ne söylersiniz?

El-Cuba: Mescid-i Aksa için hedefledikleri şey, El-Halil’deki İbrahim Cami’nde uygulanan duruma benzer bir durum oluşturmak; yani zamansal ve mekânsal anlamda bölünmüş bir düzen kurmak. Uzun süredir bunun üzerinde çalışıyorlar. 2000 yılında Şaron’un Aksa’ya yaptığı baskından sonra işgal yönetimi kapılar üzerindeki kontrolünü giderek artırdı. Artık yalnızca arama yapmakla kalmıyor, kendi izni olmadan oraya herhangi bir şey sokulmasına izin vermiyor. Hatta İslami Vakıflar, Aksa avlularındaki elektrik lambalarını bile yalnızca İsrail polisinin izniyle değiştirebiliyor. Şu anda alanın yönetiminden tamamen İsrail polisi sorumlu. Yapılan her iş, onların izni ve gözetimi altında gerçekleşiyor.

Gelgelelim Mervan Mescidi meselesi onlar için büyük bir kayıp oldu. Zira yapmaları gereken tek şey, Eski Şehir’in dışındaki birkaç taşı kaldırmaktı; böylece Mervan Mescidi’ne kolayca girebilirlerdi. Mescid, uzunluğu bir metreden bile kısa bir geçitle Mescid-i Aksâ’ya bağlı. Güney tarafında “Tapınak merdiveni” olduğunu söyleyerek bir merdiven inşa etmelerinin amacı başından beri buydu. Bu merdiven, Mervan’nin kapılarından biri olan ve Harem ile Eski Şehir’in dışına çıkan Sülasi Kapı’ya açılıyor.

Arap 48: Yani bu fırsatı kaçırmış mı oldular?

El-Cuba: Evet. Halihazırda aşınmış olan o taşları kaldırmadan önce, özellikle 1948 sınırları içindeki Filistinlilerden oluşan bir grup, Şeyh Râid Salah ve arkadaşları ile şehir halkından bazıları bu girişimi fark etti. Oslo sonrasındaki atmosferden faydalanarak hızlı bir şekilde harekete geçtiler ve Mervan Mescidi’ni restore ettiler. Böylece İsrailliler bu mücadeleyi kaybetti. Bunun ardından Aksa’ya yönelik baskılarını artırdılar. Artık Aksa avlularını vakıfların yetki alanı dışında, kamuya açık bahçeler olarak nitelendirmeye başladılar. Vakıfların yetkisi sadece kapalı alanlarla, yani yapıların kendisiyle sınırlı kaldı ve böylece avlulara girenleri engelleyemez hale geldiler. Bu şekilde avlular, fiilen İsrail polisinin kontrolüne geçti.

Sonrasında yerleşimcilerin art arda düzenlediği baskınlar geldi. Önceleri şu köşede ya da bu basamakta bireysel dualar şeklinde başlayan uygulamalar, zamanla toplu ve aleni ibadetlere dönüştü; şofar üfleme, kurban getirme, yere kapanıp secde etmek gibi dini ritüeller bile yapılmaya başlandı.

Bugün hem içeriden hem dışarıdan yürütülen baskıların odak noktası ise Babu’r Rahme Mescidi’dir. Aksa’nın doğu duvarının bir parçası olan bu yapının girişi Müslüman Mezarlığı’ndan sağlanıyor. Emevî döneminden kalan ihtişamlı bir kapısı olup içinde mihrap bulunan geniş bir alandan oluşan yapı, İslam tarihinin farklı dönemlerinde çeşitli biçimlerde mescid olarak kullanılmıştır.

 

Bu yazı Süleyman Ebu Erşid tarafından yazılmıştır, çevirisi Kudüs’te Bugün ekibine aittir.