İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı aşırı sağcı Itamar Ben Gvir’in Mescid-i Aksa’da bir sinagog inşa etme niyetini açıklaması, ardından Netanyahu hükûmetinin Miras Bakanı Amihay Eliyahu’nun yerleşimcilerin Mescid-i Aksa’ya yönelik baskınlarını finanse etme önerisini onaylaması şüphesiz rastgele söylenmiş ifadelerden ibaret değildi. Aksine, bu açıklamalar açık bir niyeti yansıtmaktaydı ve son yıllarda Mescid-i Aksa’da yaşananlarla ilgili Netanyahu hükûmetinin nihai hedefini ortaya koymuştur.
Geçtiğimiz 13 Ağustos’ta Mescid-i Aksa, yerleşimcilerin “Tapınağın yıkılışı yıl dönümü” sırasında benzeri görülmemiş bir baskına şahit olmuştur. Bu baskında yüzlerce yerleşimci, yüzüstü kapanarak gerçekleştirilen secde anlamına gelen tam secde de dahil olmak üzere özel dini ritüeller gerçekleştirmiştir. Ardından aşırı sağcı İsrailli milletvekili Moşe Feiglin, Mescid-i Aksa’da Ben Gvir’in o günden itibaren bu ritüelin gerçekleştirilmesine resmi olarak izin verdiğini duyurmuştur. Tam secde, Tevrat metinlerine göre tapınak ritüelleri arasında en önemli ikinci dini ritüeli temsil etmektedir ve önem açısından Pesah Bayramı’nda kurbanların sunulmasından sonra gelmektedir.
Feiglin konuşmasında, Gazze ve kuzey cephesindeki savaşta her gün başarısızlıktan başarısızlığa koşan İsrail’in, bu savaşta tek bir stratejik başarısı olduğunu ve bunun “Üçüncü Tapınak”ın inşasına hazırlık amacıyla Mescid-i Aksa’da Yahudi dini ritüellerinin yerine getirilmesi için gerekli koşulların oluşturulması olduğunu ve tüm bunların bakan Ben Gvir sayesinde gerçekleştiğini ifade etmiştir.
1990 yılında New York’ta öldürülen Haham Meir Kahane’nin öğrencisi olan Ben Gvir, Mescid-i Aksa’nın yerine Üçüncü Tapınağın inşasını sadece dini bir kehanet değil, nihai bir stratejik hedef olarak görmektedir. Ben Gvir ile kendisinden öncekiler, hatta Mescid-i Aksa savaşına öncülük eden Haham Yehuda Glick gibi isimler arasındaki fark, Ben Gvir’in hedeflerini açıklama ve bunları siyasi sonuçlarına bakmaksızın hızla uygulamaya çalışma konusundaki netliği ve açık sözlülüğüdür. Glick, yerleşimcilerin baskınlarının amacının Mescid-i Aksa’da “Yahudilerin ibadet özgürlüğünü garanti altına almak” olduğunu iddia ederken, Ben Gvir ise, yapılması gerekenin Mescid-i Aksa’nın egemenliğinin Müslümanlardan alınıp tamamen Yahudilere devredilmesi ve burada bir sinagog inşa edilmesi olduğunu açıkça ilan etmiştir.
Haaretz gazetesi geçtiğimiz günlerde Yoram Peri ve Gabi Fayman adlı iki gazeteci tarafından kaleme alınan, Ben Gvir ve dini Siyonist hareketin liderlerinin ifade ettikleri şeyin sadece bir temenni değil, plan olduğunu ortaya koyan kritik bir makale yayınlamıştır. Geçen yüzyılda seksenli ve doksanlı yıllarda aşırı sağcı grupların tapınak eşyalarını, tapınak rahiplerinin kıyafetlerini ve tapınakla ilgili her şeyi hazırladığına dair duyulanlar, artık aşırı sağcılar için pembe bir düş olmaktan çıkmış, sahadaki gerçekliğe dönüşmüştür.
Gershon Salmon ve Meir Kahane’nin müritleri ve İbrahim Camii katliamının faili Baruch Goldstein’ın arkadaşları İsrail’deki iktidar piramidinin tepesinde yer almakta ve olayların gidişatını açıkça kontrol etmektedirler. Bunun en büyük delili ise, şu anda Batı Şeria’ya doğru genişlemeye başlayan ve ardından Kudüs’ü de içine alabilecek olan Gazze Şeridi’nde yaşanan savaştır.
Bugün, geçmişte olayların gidişatını etkilemekten uzak olan “aşırı kökten dinciler” tarafından yönetilen bir ülkeyle karşı karşıyayız. İsrail hükûmetinin yakın zamanda almış olduğu, Mescid-i Aksa’ya yapılan baskınları finanse etme kararı, olayların gidişatındaki bu büyük değişimin ayrılmaz bir parçasıdır.
Arap rejimlerinin bu durumu protesto etmek, kınamak ve Mescid-i Aksa’daki mevcut durumun korunmasının gerekliliğini vurgulamakla yetinmesi ise büyük bir hatadır. Bugün görmezden gelmememiz gereken asıl gerçek şu ki, İsrail hükûmeti aslında mevcut durumu/statükoyu ihlal etmiş ve artık bunu umursamamaktadır. Hatta Arap rejimlerinin 2015 yılında imzaladığı, Yahudilere dini ritüelleri yerine getirmeksizin Mescid-i Aksa’yı ziyaret etme hakkı veren Kerry anlaşmaları bile, yeni İsrail’in ardından gelmiştir. Nitekim İsrail hükûmeti, Ben Gvir’in Mescid-i Aksa’da bir sinagog inşa etme niyetini ilan etmesine, mevcut durumu korumaya olan bağlılığını vurgulayarak yanıt verdiğinde bile aslında, destansı secde gibi dini ritüelleri gerçekleştirmeyi kendi görüşüne göre mevcut durumun bir parçası olarak görmeye başladığını ilan etmekteydi.
Bu nedenle Mescid-i Aksa’yı İsrail’in emellerinden korumak için çalışmak, öncelikle Mescid-i Aksa’da yaşananlara ilişkin daha önce yapılan uyarıların ciddiye alınmamasının, İsrail hükûmetini tüm kırmızı çizgileri aşmaya teşvik eden en önemli faktörlerden biri olduğunu ve Mescid-i Aksa’daki asıl niyetinin Aksa’yı yıkıp yerine tapınak inşa etmek olduğunu ortaya koyduğunu itiraf etmeyi gerektirmektedir.
Ne gariptir ki bugün bazı yorumcular İsrail’in Mescid-i Aksa’yı kontrol etme niyetinde olmadığı konusunda ısrar etmekte, işgal hükûmetinin mevcut durumu koruma ve Mescid-i Aksa’ya zarar vermeme yönünde defalarca yapmış olduğu açıklamalara güvenmektedirler. İsrail’in Mescid-i Aksa’yı, mescidin bulunduğu alanın tamamı olarak tanımlamadığını, İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın resmî web sitesinde açıklandığı üzere yalnızca Kıble Mescidi ile sınırlandırdığını tamamen unutmaktadırlar.
Bu konuyla ilgili defalarca yapmış olduğu açıklamaları bu bağlamda ele alırsak İsrail’in nereye doğru gittiğini tam olarak anlamış oluruz. Art arda yapılan baskınların, dua ve ayinlerin yapılmasının ve Yahudiler için bir sinagog inşa edilmesinin Mescid-i Aksa’ya zarar vereceğini düşünmemektedirler. Çünkü onlara göre bu sinagog, İsrail’in Mescid-i Aksa’ya dahil olarak görmediği devasa bir alandaki küçük bir binadan başka bir şey değildir. Ben Gvir bu noktayı anlayan ve söylemlerinde buna göre hareket eden ilk kişidir. Bu yüzden kendisini, en azından bu aşamada, Mescid-i Aksa’yı yıkmak, ortadan kaldırmak ya da dini statüsünü değiştirmekten bahsetmeden, buraya bir sinagog inşa etmek istediğini açıkladığını görüyoruz. Çünkü bu isteğiyle Mescid-i Aksa’ya saldırdığını düşünmemektedir.
Itamar Ben Gvir’in bugün kurtuluş öğretilerine, beklenen Mesih’e ve diğer dini mitlere inananların aradığı kahraman olarak görülmesini sağlayan şey de budur. Aşırı sağ gruplar onu Müslümanların çizdiği kırmızı çizgilerden korkmayan bir lider olarak görmeye başlamıştır. Kendisini, hahamlar tarafından yönetilen din krallığının kuruluşunun başlangıcı olarak Mescid-i Aksa’nın yerine Üçüncü Tapınağı kurabilecek kurtarıcı olarak görmektedirler.
Bu arada bu insanlar İsrail’deki laik hareketi, en az Arap ve İslam dünyası kadar kendilerine düşman olarak görmektedirler. İsrail’in mevcut haliyle Rabbin hoşuna gitmediğini ve bu şekilde devam edemeyeceğini düşünmektedirler. Tehlikenin asıl kaynağı da budur. Çünkü Mescid-i Aksa’ya saldırı yapılması durumunda bölgenin bir din savaşının içine çekileceği yönünde sürekli uyarılar yapılmaktadır. Dini Siyonist hareketin, aşırı sağın ve ona bağlı Hıristiyan aşırılıkçı hareketlerin gözünde bu durum rahatsız edici görülmemektedir. Çünkü bu kesimler yaşanan çatışmaların bir din çatışması olması gerektiğine inanmaktadır. Bu yüzden bu kesimin Mescid-i Aksa’da herhangi bir aptallık yapmaları halinde bir din savaşına sürüklenme korkusu yaşadıklarına güvenmek anlamsız olacaktır.
Bugün İslam dünyası, İsrail’deki çeşitli hareketlerin, taleplerinin sadece Yahudilerin Mescid-i Aksa’da Müslümanlarla birlikte dua edilmesine izin verilmesi olduğu yönündeki iddialarının göz boyamaktan öte bir anlamı olmadığının farkına varmalıdır. Halkımızdan bu talepleri hafife alan veya bu taleplerin ciddiyetini küçümseyen herkes, aslında bu aşırı sağcı grupların ve İsrail hükûmetinin suç ortağıdır. Ayrıca öncelikle Kudüs’teki Filistin halkı ve genel olarak tüm Filistin halkı, ikinci olarak Arap ve Müslüman halkları şunu anlamalıdır ki, bu aşamada Mescid-i Aksa’nın yaşadığı temel sorun olan işgali sona erdirmek için bu tehditlere karşı verilecek olan mücadele, gözlemleme, gözdağı verme ve uyarının ötesine geçerek fiili eylem aşamasına geçmelidir.
Mescid-i Aksa’yı Ben Gvir’den, dini Siyonist hareketlerden, baskı kuran radikal Hıristiyan cemaatlerden ve bu cemaatleri yöneten dini mitlere takıntılı olan diğer taraflardan korumanın, taşıdığı tüm anlam ve sonuçlarıyla birlikte Mescid-i Aksa’daki işgali tamamen ortadan kaldırmaya çalışmak dışında hiçbir yolu bulunmamaktadır. İstesek de istemesek de Filistin artık savaş halindedir ve Kudüs bu savaşın tehlike altındaki esaslarından biridir ve savaş sırasında bekleyip gözlemlemekle yetinmek mümkün değildir.
Bu yazı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Dr. Abdullah Maruf tarafından Al-Jazeera’ya yazılmıştır, çevirisi Kudüs’te Bugün ekibine aittir.