İşgal devletinin özellikle de Kudüs’te gerçekleşen her güvenlik olayı veyahut bir saldırısı sonrası İsrail basınında ders çıkarmak için siyasi olayları ve bu olayın getirilerini analiz etmeleri alışa gelinmiş bir durumdur ancak, İsrail basını çoğu zaman problemin özünü es geçerek olayları yanlış analiz etmektedir. İşgal gerçeğini, Kudüs ve Mescid-i Aksa’da gerçekleştirdiklerini ve farklı konulardaki yenilgilerini de yanlış yorumlayarak asıl sorunları göz ardı etmektedir.

Dikkat çekici olan hadise şu ki Fadi Ebu Şuheydam’ın Mescid-i Aksa yakınlarında gerçekleştirdiği ve bir İsrail askerinin hayatını kaybetmesi diğer üç kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan fiili İsrailliler ve özellikle de sağ medya organları tarafından ilginç bir şekilde yorumlandı. Öyle ki, bazı makaleler ve analizler doğrudan Türkiye’yi eleştiri odağı olarak ele alırken bazı makaleler Türkiye’yi saldırının sorumlusu tuttu ve Kudüs’te görev yapan Türk yardım kuruluşları aracılığıyla bu saldırının finanse edildiğini ileri sürdü.

Ana muhalefet partisi Likud’a bağlı olduğu bilinen sağ görüşlü İsrail Hayom Gazetesi’nde siyasi analizler yapan Gazeteci Daniel Siryoti’nin yazdığı makalede de olduğu gibi İsrail medya organları ve gazetelerinin yayınladığı birçok makale, bu tür analizlere oldukça fazla yer verdi. Siryoti, yayınladığı makaleye Fadi Ebu Şuheydam’ın Türk Bayrağı önünde çekilmiş bir fotoğrafını eklerken diğer resmi İsrail televizyon kanalları da aynı fotoğrafı yayınlanan makale ve haberlere ekledi.

Yapılan analizler, Türkiye’yi Hamas Hareketi’nin bürolarını bünyesinde barındırdığı suçlamasıyla ortak noktada birleşirken yine aynı analizlere göre Fadi Ebu Şuheydam ile bu bürolar aracılığıyla iletişim kuruldu ve Ebu Şuheydam’ın Kudüs’teki operasyonu gerçekleştirmesi bu şekilde finanse edildi. Siryotri’nin diğer iddialarına göre operasyonun finansörlüğü resmi ve yarı resmi Türk dernekleri aracılığıyla tamamlanmış ve ayrıca, Hamas’ın Kudüs’teki büroları olarak tanımladıkları merkezlere Türkiye’nin onlarca milyon dolar değerinde gerek hükümet organları gerek de yarı resmi organlarla finansal destekte bulundu.

Açıkçası, saçmalık raddesine gelen bu iddialar karşısında hayrete düşmüş durumdayım. Öyle ki, İsrail basınına göre Fadi Ebu Şuheydam, maliyeti iki yüz doları geçmediği söylenen ve yerel olarak üretilebilen Carlo markası bir silahla bu operasyonu gerçekleştirdi. Durum buysa neden bu kadar basit özelliklere sahip bir silahı elde etmek için kim Türkiye büyüklüğündeki bir devlete ve milyonlarca dolara ihtiyaç hissetsin?

Görünüşe bakılırsa, Türkiye aleyhinde yapılan bu hamlenin temelinde İsrail basınının Fadi Ebu Şuheydam’ın İstanbul’a Hamas Hareketi’nin ileri gelenleriyle saldırıyı planlamak için gidip geldiği iddiaları yatmaktadır. Ancak işgal makamları sonradan gün yüzüne çıkan haberlerde olduğu gibi Ebu Şuheydam’ın İstanbul’da bir evi ve orada eğitim gören bir oğlu olduğu için İstanbul’a sıklıkla gidip gelmesinin gayet normal bir durum olduğunu göz ardı etmeyi tercih etti.

Girişilen bu hamlenin, sorumluluğu işgal hükümetinin omuzlarından alarak işgal devletini konudan bağımsız tutmayı ve sorumluluğu dış bir tarafa yüklemeyi hedeflemekten daha fazlası olmadığı ve aynı şekilde bu hamlenin, İsrail güvenlik ve araştırma merkezlerinin stratejik düşman olarak tanımladığı Türkiye ile olan hesaplarını kapatmak için işgal makamları tarafından kullanıldığı kanaatindeyim. Nitekim, bu şekilde Türkiye’yi tecrit ederek Türkiye’yi zararlı çıkarırken Türkiye ve Filistin arasındaki turistik faaliyetleri de etkilemeye çalışmaktadırlar. Öyle ki İsrail Havaalanları Kurumu ve İsrail Yediot Aharanot Gazetesi’nde yayınlanan habere göre Türkiye, geçtiğimiz ekim ayında Tel Aviv ile yapılan uçuşlar arasında ikinci sırayı almış durumda. Haberin yayınlandığı Yediot Aharanot gazetesi, İstanbul’da casusluk suçlamaları sebebiyle güvenlik güçleri tarafından tutuklanan İsrailli bir çiftin davası sebebiyle geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye olan turistik seyahatlerin durdurulmasını talep etmişti.

Türkiye aleyhine odaklanılmış bu girişimler, İsrail basınının Kudüs meselesini olayın özündeki problemleri dikkate almadan tartıştığına işaret etmektedir. İsrail işgalinin varlığı, Kudüs ve Mescid-i Aksa’da yaşananlar ise meselenin özüdür. 2015 Yılında Kudüs’te patlak veren Bıçaklar İntifadası bu olaylara örnek verilebilir. İşgal devleti, yerleşimcilere karşı Mescid-i Aksa’daki ribat projelerini yürüten 48 topraklarındaki İslami Hareket’in sol kanadını engelleyerek kurumlarını kapatmış ve ardından İsrailli radikal sağ gruplar, Mescid-i Aksa’ya saldırı gerçekleştirmişti. Bu olay sonucunda, eski Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry olaylar ardından bölgeye gelmek zorunda kaldı ve tüm maddeleri Mescid-i Aksa hususunda olan Kerry Anlaşmaları olarak da bilinen anlaşmayı imzalamak zorunda kaldı. Bu durum, aslında meselenin tam olarak İsrail’in Mescid-i Aksa’ya gerçekleştirdiği saldırıların etrafında döndüğünün İsrail tarafından yapılan geç bir itirafı niteliğindeydi.

Ancak İsrail, bundan sonra yaşanan üç olaydan daha ders alamadı; Mescid-i Aksa’nın statükosunu değiştirmek amacıyla 2017 yılında elektronik kapılarla, 2019 yılında Bab’er Rahme Mescidi’ni tamamen kontrolü altına alarak sinagoga çevirme girişimiyle ve geçtiğimiz Ramazan ayında da Mescid-i Aksa’ya kalabalık gruplar halinde baskın düzenleyip toplu ve aleni şekilde ibadet etmeye çalışarak bu durumu değiştirmeye çalıştı. Ancak sonuç olarak Kudüslü ve Filistinli samimi halkın çabalarıyla tüm adımlarında başarısız oldu.

İsrailli yöneticilerin anlamadığı şey; bu girişimlerindeki ve Filistinlilerin art arda Kudüs’te gerçekleştirdikleri saldırıları durdurma ve hatta tahmin dahi edemiyor olmalarındaki başarısızlığı ne Türkiye’nin ne de başka bir ülkenin finanse etmesine ve teşvikine bağlı olmadığıdır. Nitekim, Kudüs sokakları kendi motivasyonunu kendi içinde barındırmakta ve herhangi bir teşvike ihtiyaç hissetmemektedir. Bunun sebebi ise sokağı fiilen harekete geçirenin işgal hükümeti ve radikal Tapınak Grupları’nın ta kendileri olmasıdır. Bu güruhlar, Kudüs meselesinin büyüklüğünü ve bu meselenin Kudüslüler nezdinde ne derece değerli olduğunu anlamadıklarını her gün Kudüslülerin evleri yıkılıp insanlar evlerinden edilirken her defasında ispat ediyorlar. Kudüslüler, evleri gözleri önünde yıkılıp ailecek evsiz bırakılırken diğer yanda da Mescid-i Aksa kademeli olarak ellerinin altından çekiliyor ve sanki Mescid-i Aksa’nın Müslümanlarla bir alakası yokmuşçasına her gün Yahudilerin mescide kendi mabetleriymiş gibi davranmalarına şahit oluyorlar.

Dolayısıyla; İşgal hükümetinin, ordunun, sağcı ve solcu basının her birinin iyice düşünüp problemlerinin Türkiye’yle değil aksine, hamlelerinin kolaylıkla tahmin edilemeyeceğini ispatlayan Kudüs’teki Filistin halkıyla olduğunu idrak etmeleri gerekmektedir. Aynı şekilde, dünyanın işgali kabul etmediğini ve ne Mescid-i Aksa ne de Kudüs hakkında İsrail’in ileri sürdüğü iddialara yüz vermediğini de anlaması gerekmektedir. Eski Amerika yönetiminin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyıp elçiliğini Kudüs’e taşıması da bu dengedeki hiçbir taşı yerinden etmemiştir. İşgal hükümetindeki siyasetçileri düştükleri bu durumdan kurtarabilecek tek çözüm yolu ise radikal sağcı Tapınak Grupları’nı görmezden gelip Mescid-i Aksa’dan ve Kudüs’ten elini eteğini çekmesidir. Böylece, Kudüs doğal statüsüne kavuşmuş olacak ve bunun haricindeki hiçbir çözüm önerisi aslını temsil etmeyecektir. Dolayısıyla, bu konuya yönelik halkın vereceği tepki de İsraillilerin hayal ettiği gibi sessiz ve hoş olmayacaktır.

“Bu değerlendirme yazısı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Dr. Abdallah Marouf tarafından 01.12.2021 tarihinde TRT Arabi için kaleme alınmıştır.”

“Rica: Tercüme ve düzenlenmesi Kudüs’te Bugün ekibi tarafından gerçekleşmiş olup izinsiz paylaşılmaması rica olunur.”