Written by Görüş

İsrail İbrahim Camii’ni Kontrol Ediyor. Ben Gvir Şimdi Ne Planlıyor?

İsrail, bölgede yaşanan büyük olayların ortasında, 1948 Nekbe’den bu yana kutsal mekanlarla ilgili en tehlikeli kararlarından birine imza atmıştır. Netanyahu hükûmeti, Temmuz ayı ortasında İbrahim Camii’nin yönetim yetkisini Filistin Vakıflar Bakanlığı ve el-Halil Belediyesi’nden alarak Kiryat Arba Yahudi yerleşimindeki Dini Konsey’e devredeceğini duyurmuştur.
Bu duyuru, İsrail’in 1967 işgalinden bu yana başlattığı İbrahim Camii üzerinde kademeli olarak kontrol sağlama sürecinin zirve noktasıdır. El-Halil bölgesi o dönemde askeri işgal altında kabul edilmiş ve devlet topraklarına eklenmemiş olsa da, Kudüs’te olduğu gibi, İsrail o dönemde İbrahim Camii’ni de Batı Şeria’daki diğer camilere uygulanan askeri önlemlerden muaf tutmuştur. Batı Şeria’daki diğer camilere karşı, Filistinlilerin tepkisinden korktukları için herhangi bir saldırı girişiminden kaçınmaya çalışmaktaydılar.

İbrahim Camii sürecinde, İsrail ordusu hahamı Şlomo Goren, işgal arifesinde İbrahim Camii’ne ilk baskın yapan kişiydi. Kapılarını kapatıp orada dua ederek, işgal hükûmetinin İbrahim Camii’ne yönelik tutumu konusunda emsal teşkil etmiştir. Hükûmet, İbrahim, İshak ve Yakup’un (a.s.) mezar yeri olması nedeniyle Yahudilerin bu camide özel haklara sahip olduğunu ilan etmiştir. Bu nedenle, dönemin İsrail ordusuna bağlı Sivil İdare, İbrahim Camii’ne özel bir statü tanıyarak Yahudilerin Yahudi dininde kutsal kabul edilen belirli günlerde camide ibadet etmelerine izin verme konusunda ısrar etmiştir. Ardından bu statüyü, günümüzde “zamansal bölünme” olarak adlandırdığımız, her gün belirli vakitleri kapsayacak şekilde genişletmiştir.

Filistinliler bu prosedürleri reddetmesine ve direnmesine rağmen, İsrail’in baskısı ve Araplar ile Müslümanlar nezdinde resmi bir tepkinin olmaması, işgalcilerin bölgeyi kontrol altına alma ve uygulanan İsrail prosedürlerini bir oldubittiye dönüştürme çabalarını kolaylaştırmıştır. Böylece, zamanla İbrahim Camii’nde, Müslümanlar ve Yahudiler arasında zamansal bölünme düşüncesi uygulanmıştır. Yahudilerin ve Müslümanların girişleri için belirli saatler belirlenmiş ve İbrahim Camii’nin tamamen Yahudilere ait olduğu belirli Yahudi bayramları belirlenmiştir.

İbrahim Camii katliamı, Ramazan ayının 15’inde şafak vakti (25 Şubat 1994) meydana gelmiş ve 29 Filistinli, terörist Baruch Goldstein tarafından şehit edilmiştir. Bu katliam, İbrahim Camii’nde yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Cami kapatıldıktan altı ay sonra, bu katliamı araştıran İsrail Şamgar Komisyonu, 27 yıllık hazırlığın ardından bir çözüme ulaşmıştır: İbrahim Camii’nin Müslümanlar ve Yahudiler arasında mekânsal olarak bölünmesi. Komisyon, saldırganın mekana girmesini kalıcı olarak yasaklamak yerine onu ödüllendirmiştir.

Bu süreci, 16 yıl boyunca cami üzerindeki kontrolün kademeli olarak artırılması izlemiştir. Bu süre zarfında İbrahim Camii, güvenliğin yetersiz oluşu gerekçe gösterilerek haftalarca, hatta bazen aylarca girişlerine izin verilmeyen Müslümanlardan ziyade yerleşimciler tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Sonunda İsrail, 21 Şubat 2010’da İbrahim Camii’ni Yahudi Dünya Mirası Alanı olarak tescil ettirerek, yasal olarak sinagoga dönüştürmüş, Yahudilerin ibadet etmesine izin verilen bir cami oluşunun ardından Müslümanların ibadet etmesine izin verilen bir sinagoga dönüştürerek büyük bir adım atmıştır.

Bununla birlikte caminin yönetimi, yaklaşık 58 yıllık işgal boyunca fiilen Filistin Vakıflar Bakanlığı’nda kalmıştır. İsrail’in camiyi Yahudi mirası ilan etmesinden 15 yıl sonra, sadece birkaç gün önce aldığı son karar, işgal hükûmetinin 2010 tarihli kararının zirvesi ve pratik karşılığıdır. İsrail, İbrahim Camii’nin yönetim yetkisini İslami Vakıflar Bakanlığı’ndan ve Filistin el-Halil Belediyesi’nden alarak, Kiryat Arba Yahudi yerleşimindeki Dini Konsey’e devretmiştir.

Bu kararın sonuçları gerçekten yıkıcıdır, son derece tehlikeli ve derin boyutlara sahiptir. Mesele sadece caminin nasıl yönetildiğiyle ilgili değildir ve bunun ötesinde iki temel noktaya dayanmaktadır:

1- Bu karar, Netanyahu hükûmetindeki yerleşim planlarının beyni olan radikal Maliye Bakanı Smotrich’in sürdürdüğü Batı Şeria ilhak projesinin hayata geçirilmesi yönünde atılmış pratik bir adım olarak değerlendirilmektedir. Çünkü İsrail bu kararıyla, Kiryat Arba Yahudi yerleşiminin uluslararası hukukun öngördüğü gibi artık işgal altındaki bir askeri bölge olmadığını, aksine tüm insan unsurlarıyla birlikte İsrail hükûmetinin ayrılmaz bir parçası olduğunu ve kendisi tarafından tanındığını ilan etmektedir.

Bu durum, caminin Yahudi miras alanı olarak belirlenmesi kararının tam anlamıyla pratikte hayata geçirildiğini göstermektedir. Zira o dönemde sahadaki sonuçları neredeyse tamamen göz ardı edilmiştir. Örneğin, Netanyahu hükûmetinin 2012 yılında İbrahim Camii’ni Kiryat Arba yerleşimine doğrudan bağlayan bir yolu uzatma kararı, herhangi bir ciddi tepki olmaksızın kabul edilmiştir.

Netanyahu hükûmeti bu kararla, Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerinde yerleşimciler tarafından inşa edilen yapılara da meşruiyet kazandırmıştır. Bu tehlikeli bir durumdur, çünkü yerleşimcilerin dini yapılarını ve konseylerini, yerleşimcilerin sıklıkla aştığı resmi devlet hahamlığı gibi diğer yapılar pahasına güçlendirmek anlamına gelmektedir.

Bu durum, tıpkı şu anda bu dini oluşumları kontrol eden dini Siyonist hareketin hayalini kurduğu gibi yerleşimcilerin kendilerini devlet içinde devlet olarak görmelerini sağlamaktadır. Bu, birçok gözlemcinin beklediği üzere, İsrail içinde şiddetli bir toplumsal çatışma yaşanması durumunda gelecekte yerleşimcilerin ayrılıp kendi hahamlıklarını ilan etmelerine yardımcı olabilecektir.

2- Bu karar, Kudüs’te Mescid-i Aksa’ya tümüyle uygulanması amaçlanan bir deney olarak değerlendirilmektedir. İsrail, el-Halil’deki İbrahim Camii’ni Yahudileştirme ve statükoyu değiştirme konusunda deneme alanı olarak görmektedir. Bu süreç daha sonra, İsrail’in kutsal mekanları kontrol etme çabalarının en önemli noktası ve zirvesi olan Mescid-i Aksa’ya da uygulanacaktır. Böylece, Netanyahu hükûmetinin bugün yönetimini Yahudi yerleşimcilere devrederek nihai zafer ilan ettiği İbrahim Camii’nde 58 yıldır devam eden uzun soluklu senaryo, Mescid-i Aksa’da fiilen hayata geçirilmektedir, ancak bir farkla: zaman.

Mescid-i Aksa’da yaşanan olayların ve değişimlerin hızı, İbrahim Camii’nde yaşananları geride bırakmıştır. İbrahim Camii, 1994 yılında mekânsal olarak bölünmeye başlamadan önce yaklaşık 27 yıllık bir zamansal bölünme süreci geçirmiştir. İsrail’in cami üzerinde tam egemenliğini ilan etmesi ve yönetiminin Yahudi dini otoritelere devredilmesi ise 31 yıl sürmüştür.

Mescid-i Aksa’da ise, aşırı sağcı ve dinci Siyonist hareketler, son on yıldır zorla uygulamaya çalıştıkları zamansal bölünme projesinden, Likud Milletvekili Amit Halevy’nin ilk olarak 2023 ortalarında dile getirdiği mekânsal bölünmeye geçmek için acele ediyor gibi görünmektedirler ve bunu, ilk olarak Mescid-i Aksa içinde bir sinagog inşa etmek olmak üzere bazı adımlar atarak hayata geçirmek istemektedirler.

Radikal İç Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve yerleşimci liderlerden oluşan büyük bir grup bugün açıkça bunu talep etmekte ve yakın gelecekte bu operasyonu gerçekleştireceklerine dair yeminler etmektedirler. Ben-Gvir’in kişisel sebeplerden ötürü bu konuda Smotrich’in önüne geçmek istediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, bu karar el-Halil’deki İbrahim Camii’nde alınmış olsa da, Kudüs’teki Mescid-i Aksa üzerindeki etkileri kısa sürede kendini gösterecektir. Haredim Birleşik Tevrat Yahudiliği Partisi üyesi Kudüs Bakanı Meir Brosh, Mescid-i Aksa’nın bitişiğindeki Babu’s Silsile Caddesi’nde yaklaşık 20 Filistin mülküne el konulması ve bunların bitişikteki Yahudi Mahallesi’ne bağlanması talimatını verdiğinden beri, bu etkileri şimdiden hissetmeye başlamış bulunmaktayız. Bu karar, Netanyahu hükûmetinin İbrahim Camii ile ilgili kararından sadece iki gün sonra ve Netanyahu ile partisi arasındaki Haredi askerlik krizi nedeniyle Meir Brosh’un hükûmetten istifa etmesinden bir gün önce alınmıştır.

Böylece İsrail, işgalin üzerinden 58 yıl geçtikten sonra Babu’l Meğaribe bölgesini kontrol altına aldıktan sonra Babu’s Silsile bölgesini de kontrol altına almış olacaktır. Bu, Filistinlilerin bölgeden uzaklaştırılması ve işgal yetkililerinin, Ben-Gvir’in tehdit ettiği üzere, sinagog inşa etmek amacıyla o bölgedeki Mescid-i Aksa’nın herhangi bir bölümünü ele geçirmeye karar vermesi halinde güçlü bir direnişle karşılaşılmaması için gerekli bir ön koşuldur.

Bu operasyonların gölgesinde, özellikle Siyonist sağın son kararlarıyla İbrahim Camii üzerindeki kontrolünü sıkılaştırma konusundaki başarısıyla övünmesiyle, önümüzdeki günler Mescid-i Aksa eşi benzeri görülmemiş saldırılara sahne olabilir. “Tapınağın Yıkılışının Yıldönümü” olarak adlandırılan 3 Ağustos Pazar günü, Mescid-i Aksa’ya yönelik en vahşi saldırılara sahne olacak olan günlerden birine tanık olacağız.

Tapınak Grupları ve dinî Siyonistler, her büyük saldırı mevsiminde bizi alıştırdıkları üzere Mescid-i Aksa’da büyük adımlar atmak için bu olayı ve etrafında oluşacak olan atmosferi istismar etmeye çalışabileceklerdir.

Dolayısıyla İbrahim Camii’nde alınan bu kararın görmezden gelinmemesi gerekir. Filistinliler, Araplar ve Müslümanlar, sadece kınama, suçlama ve kağıtların ve seslerin ötesine geçmeyen bir öfkeyle yetinmemelidir. Eğer işgal yönetimi bölgede yaptıklarının bedelinin büyüklüğünü hissetmezse, bu onu daha fazlasını yapmaya teşvik edecektir ve top artık Filistin halkının sahasındadır.

 

Bu yazı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Dr. Abdullah Marouf tarafından kaleme alınmıştır ve çevirisi Kudüs’te Bugün ekibine aittir.