Written by Görüş

Bölünmesinin Ardından Mescid-i Aksa

Ağustos ayının üçünde Pazar günü Mescid-i Aksa’ya yapılan saldırının görüntülerini görenler gözlerine inanamamıştır. Bu bir mescit mi yoksa Tevrat’ta adı geçen bir Tapınak mı? İşgal edildiği zamandan beri Mescid-i Aksa bu halde miydi? Yoksa bu yeni bir durum mu? Bu yeni durum nasıl ortaya çıktı? Mescid-i Aksa bugün nerede yer alıyor ve gelecekteki yeri ne olacaktır? Bu şekilde aklımıza takılıp cevap aradığımız birçok soru bulunmaktadır. Bu yazıda bu soruları tek tek cevaplamaya çalışacağız.

1. Mescid-i Aksa’nın işgalden sonraki hali nasıldı?

Mescid-i Aksa işgal edildikten sonra içinde namaz kılınması engellenmiş ve işgalden sonra 9 Haziran 1967 tarihinde ilk defa cuma namazı kılınamamıştır. Ancak Moşe Dayan, Kudüs’ün işgalinin ve uluslararası onayın devam etmesinin, Mescid-i Aksa ve Kıyamet Kilisesi’nin tekrar ibadete açılmasına bağlı olduğunun farkındaydı. İsrail işgal ordusu, işgal öncesi Aksa’dan sorumlu olan Ürdün Vakıflar Bakanlığı’nın yönetimiyle temasa geçmiş, yetkili Şeyh Abdulhamid es-Sayeh, Cuma namazı kılınabilmesi için işgal güçlerinin 144.000 metrekarelik bir alanı kaplayan Mescid-i Aksa’nın tamamından çekilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu husus 15 Haziran 1967 Perşembe günü teyit edildikten sonra, ertesi gün Cuma namazı için ezan okunmuştur.

Ardından, 27 Haziran 1967’de Kudüs’ün ilhak edildiğini ilan eden işgal güçleri, Mescid-i Aksa ve Kudüs’teki diğer tüm İslami vakıfları Diyanet İşleri Bakanlığı’nın kontrolüne almaya çalışmıştır. Vakıfların liderleri bu talebi reddetmiş, Kudüs ve Batı Şeria’daki hâkimler, müftüler, şeyhler ve ileri gelen şahsiyetler, kendisini Mescid-i Aksa ve Kudüs ile Batı Şeria’daki diğer tüm kutsal mekanlar ve İslami vakıfları yönetme yetkisine sahip münhasır otorite ilan eden Yüksek İslam Konseyi’ni kurmak üzere toplanmışlardır. İşgalciler, bu konseyin Batı Şeria için fiili bir otorite haline geleceğinden korktukları için, Mescid-i Aksa’yı Siyonist Diyanet İşleri Bakanlığı’na tabi kılma girişiminden vazgeçmişlerdir ve Yüksek İslam Konseyi’nin idaresi altında kalmıştır. Konsey başkanı 25 Eylül 1967’de Ürdün’e sürgün edildikten sonra, Ürdün hükûmetinde Vakıflar Bakanı olarak atanmış ve bu da bir süre sonra Mescid-i Aksa ile Kudüs’teki vakıfların Ürdün Vakıflar Bakanlığı’na yeniden bağlanmasını sağlamıştır. Bu gelişmeler, işgal altındaki Mescid-i Aksa’nın “statüko” olarak bilinen yönetiminin temellerini atmıştır.

2. “Statüko” terimi nedir ve ne anlama gelir?

Statüko, uluslararası hukukta savaşlardan sonra ortaya çıkan bir kavramdır. Belirli bir toprak parçası veya bölgenin çatışmadan önceki haliyle kalmasını ifade eder. Bazen de çatışmadan sonra olduğu gibi kalmasını ifade eder ve bunu belirleyen şey ise uygulamadır. Mescid-i Aksa örneğinde, statüko, Mescid-i Aksa’nın 5 Haziran 1967’den önceki haliyle kalacağı anlamına gelmektedir. Yani, Mescid-i Aksa tamamen İslam’ın mukaddesatıdır ve tüm işleri, savaşın başlamasından önce buradan sorumlu İslami bir kuruluş olan İslami Vakıflar İdaresi tarafından yönetilmektedir. Kudüs’teki statüko, 19. yüzyılda ortaya çıkan ve öncelikle Hıristiyanlara ait kutsal mekanları kapsayan kadim bir kavramdır. Statüko, iki Rus-Osmanlı savaşı sırasında iki kez gerçekleşmiştir. Her iki seferde de, kutsal mekanların statükosunun savaş başlamadan önceki haliyle kalacağı anlamına gelmiştir. Bu örnekler, statükonun amacının yüzyıllar boyunca Kudüs’teki Müslümanlara ve Hıristiyanlara ait kutsal mekanların istikrarını sağlamak ve savaş sırasında buralarda herhangi bir değişiklik olmasını önlemek olduğunu kanıtlamıştır.

Buna göre, Mescid-i Aksa ve duvarları dahilindeki tüm alan için gayri İslami bir kimlik iddiasında bulunulması, vakıfların çalışmalarına müdahale edilmesi veya engellenmesi yönünde herhangi bir girişimde bulunulması, ayrıca Müslümanların iradesi dışında, sivil, polis veya asker kaynaklı herhangi bir gayrimüslim birey veya grubun herhangi bir bahaneyle gerçekleştireceği bir saldırı, bu statükoda hiçbir meşruiyeti olmayan bir değişiklik anlamına gelir.

3. Mescid-i Aksa’nın durumu nasıl değişti?

Mescid-i Aksa, 58 yıllık işgal süresince İslami Vakıflar İdaresince yönetilen ve bakımı yapılan kutsal bir mekân olmaktan çıkıp, işgal polisinin Mescid-i Aksa’dan sorumlu kurum olarak kendini dayattığı, İslami Vakıflar İdaresi’ni ise sadece Mescid-i Aksa’daki “İslami varlığı yönetme” rolüne büründürdüğü bir yapıya dönüşmüştür.

Mescid-i Aksa’ya yönelik baskınlar 2003 yılından itibaren bireysel olarak veya en fazla beş kişilik gruplar halinde, 2006 yılında ise 20 kişilik gruplar halinde günlük olarak gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Mescid-i Aksa’nın içine yalnızca bir grubun girmesine izin verilmekte ve başka bir grubun girebilmesi için Mescid-i Aksa’da bulunan grubun çıkmasının beklenmesi gerekmekteydi. Günümüzde, Mescid-i Aksa’ya aynı anda 6 grubun girmesine izin verilirken, tek bir grubun sayısının 200’e kadar çıkabildiği ve aynı anda Mescid-i Aksa’ya baskın yapanların sayısının 1.200’e ulaştığı belirtilmektedir. Siyonistler, 2008 yılında Aksa’ya baskın için saat belirlemişlerdir. Üç saatle başlayıp kademeli olarak artırarak bugün geçerli olan altı buçuk saate kadar çıkarmışlar ve ilki sabah namazı vakit, ikincisi ise öğle namazından sonra olmak üzere iki ayrı zaman dilimine bölmüşlerdir. Aksa tamamen kuşatılmış ve bu saatlerde cemaatin içeri girmesi kesinlikle yasaklanmıştır. Bu süreç, bir bütün olarak “Mescid-i Aksa’nın zamansal olarak bölünmesi” olarak adlandırılmakta ve saldırıların zamanını, sayısını ve günlerini artırma çabası devam etmektedir.

Ayrıca, 1999-2001 yılları arasındaki nihai statü müzakereleri sırasında “Mescid-i Aksa’nın yeraltı alanı” kavramı da ortaya atılmıştır. Siyonistler, bu yolla Filistinlilerin Aksa’nın altındaki alanın kendilerine ait olduğunu kabul etmelerini sağlamaya çalışmışlardır. Ancak o dönemde bu çabaları başarılı olamamıştır. Ardından, 2004 yılında hazırlanan “2020 Kudüs Ana Planı” taslağı, Mescid-i Aksa’nın yaklaşık %94’ünü oluşturan avlusunu, %6’sını oluşturan yapılardan ayıran, İslami kutsalları iki yapıyla, Kıble Mescidi ve Kubbet-üs Sahra ile sınırlandırmayı ve bunları Vakıflar İdaresi’ne bırakmayı, Aksa’nın avlusunu ise Kudüs belediyesinin yetkisine vermeyi amaçlayan bir harita önermiştir. 2008’den 2013’e kadar, Meğaribe Kapısı’ndan giren yerleşimcilerin karşılaştığı ilk alan olan Mescid-i Aksa’nın güneybatı avlusuna yönelik işgal girişimleri devam etmiştir. Bu girişimlerin amacı, burayı Yahudi mekanı olarak ilan etmekti, ancak buradaki Müslüman muhafızların varlığı bu girişimi engellemiştir. İşgal polisinin Bab’ür Rahme Mescidi’ne girmeye çalıştığı 2013-2019 yılları arasında dikkatler caminin doğu avlusuna kaymış, ancak 2019’daki Bab’ür Rahme Direnişi bu girişimi engellemiştir. Bu süreç, “Mescid-i Aksa’nın mekânsal olarak bölünmesi” olarak bilinir. Doğu avlusuna yönelik işgal girişimleri devam etmektedir. Çünkü saldırganlar zamanlarının çoğunu orada geçirmekte, ritüeller gerçekleştirmekte ve sanki Mescid-i Aksa’nın “ilan edilmemiş sinagogu”ymuş gibi orayı ibadete açmaya çalışmaktadırlar.

2019’dan sonra, Mescid-i Aksa’daki Yahudileştirme projesi geçici bir çalkantı dönemine girmiştir ve Tapınak Grupları, Mescid-i Aksa’da Yahudileştirmeyi dayatmak için yeni bir gündemle ortaya çıkmıştır. Bu gündem, Mescid-i Aksa’da tüm Tevrat ritüellerinin yapılmasını dayatmayı ve Tapınak efsanesiyle ilişkili ritüelleri yeniden canlandırıp dayatmayı içermekteydi. Başka bir deyişle, binaları tamamen İslami olmasına rağmen, Mescid-i Aksa’ya Tevrat’ta anlatılan Tapınakmış gibi davranmaya başladılar. Bu durum, Tapınak Gruplarının fiziksel kuruluşuna bir köprü olarak görülen “Tapınağın manevi inşası” şeklinde adlandırılır.

4. İşgalcilerin Mescid-i Aksa vizyonu nedir ve bu vizyon daha önce farklı mıydı?

Mescid-i Aksa’ya yönelik mevcut işgal vizyonu, Aksa’nın varlığını ortadan kaldırmak ve yerine, tüm alanı kapsaycak bir Tapınak inşa etmektir. Bu, Siyonizm’in temel sömürge ilkesini Aksa’ya uygulayarak, toprak ve nüfus düzeyindeki işgalden, kutsal mekanlar düzeyindeki dini işgale geçiş yapmak anlamına gelmektedir. Bu işgalde Aksa başta gelmektedir, ancak bununla da sınırlı değildir. Ayrıca el-Halil’deki İbrahim Camii, Beytüllahim’deki Bilal bin Rabah Camii, Nablus’taki Yusuf Dweikat Kabri ve Kudüs ile Filistin genelindeki çok sayıda mezar, mezarlık ve simge yapıyı da kapsamaktadır.

İşgalcilerin Aksa vizyonu zaman içinde gelişmiş ve Siyonist yönetime hâkim olan her elit tabakayla birlikte değişmiştir. İşçi Partisi’ni yöneten Avrupalı ​​sömürgeci elitler döneminde amaçları Aksa’yı işgal etmekti ve bu amaca 1967’de ulaşılmıştır. “Yahudi milliyetçiliği”nin hayali tanımlarını Tevrat metinlerinden ithal eden Likud Partisi tarafından temsil edilen daha sağcı elitin hâkimiyetinin ardından, Tapınak bu milliyetçiliği tanımlamanın temel esaslarından biri haline gelmiştir. Bu noktadan itibaren ise amaç, Aksa’ya “Siyonist egemenliği” dayatmak olmuştur. İktidarları boyunca, 1996’da Aksa’nın altına tünel açılması, 2000’de Şaron’un Aksa’ya baskın düzenlemesi ve 2003’te saldırılara kapı aralanmasıyla bunu başarmaya çalışmışlardır.

Günümüzde, dinî Siyonizmin yükselişinin devam etmesiyle birlikte, yıkılıp yerine Tapınağın inşa edilmesiyle Mescid-i Aksa’yı dinî boyunduruk altına almak hedef haline gelmiştir. Bu hedef, Likud Partisi’ndeki yönetici elitlerin sempatisini kazandığı için, tüm aygıtlarıyla birlikte Siyonist oluşumun genel hedefi haline gelmiştir.

Aksa’nın zamansal ve mekânsal olarak bölünmesi ve Tapınağın manevi inşası, Mescid-i Aksa’yı salt İslami bir mabet olmaktan Yahudiler ve Müslümanlar tarafından paylaşılan bir mabede dönüştürmeyi amaçlayan, ardından İslami kimliğini reddedip salt Yahudilere ait bir mabede dönüştürmeye hazırlık niteliğindeki geçiş adımlarıdır.

5. Mescid-i Aksa Yahudileştirme bağlamında nerede duruyor? Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırıların potansiyeli nedir?

Üzülerek ifade etmek gerekir ki geçiş sürecinin ilk hedefi gerçekleşmiştir. İşgal yönetimi, Mescid-i Aksa’ya İslami kimliğine paralel olarak Tevrat’a dayalı bir Yahudi kimliği dayatmıştır. Mescid-i Aksa, yılın büyük bölümünde görülebilen, tartışmasız ortak bir mabet haline gelmiştir. İslami ibadetlerin yanı sıra Tevrat’a dayalı ritüeller de her gün gerçekleştirilmektedir.

Bu, Aksa’nın tamamen Yahudileştirilmesini hedefleyen kapsamlı bir yaklaşımın kısmi bir hedefi olduğundan, işgal yönetiminin artık bir sonraki aşamaya yönelmesi doğaldır. Burada iki yol izlenmesi beklenmektedir: İlki, Aksa’ya dayatılan Yahudi kimliğini, daha fazla saldırgan, daha uzun izinsiz giriş saatleri ve kurbanlar da dahil olmak üzere daha fazla ritüel dayatılması yoluyla pekiştirmektir. Aksa’ya Tevrat’tan eserlerin yerleştirilmesi, ikinci yol olan Aksa’da bir Yahudi sinagogu kurma çabasının bir ön hazırlığı olarak kullanılmaktadır. Yani, Aksa’daki bu Yahudi varlığını, bir bina aracılığıyla, bir kısmını kalıcı olarak ayırarak veya sınırlarını, özellikle de altındaki yerleşimin doksan yıldır restore edilmeyen güneybatı köşesinden başlayarak değiştirmeye çalışarak somutlaştırmaktır.

 

Bu yazı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Ziyad Ibhais tarafından kaleme alınmıştır, çevirisi Kudüs’te Bugün ekibine aittir.