Written by Görüş

Ben Gvir’in Tehlikeli Sızıntıları… Niteliği ve Amacı Nedir? 

İsrail’de Ben Gvir’in milis gücü oluşturma ve Kudüs’teki karışıklığı artırma girişimlerine ve eşinin İsrail kamuoyunu etkileyerek devlet siyasetine müdahalesine ilişkin Kanal 13’ün sızdırdığı bilgilerin etkileri hâlâ sürmektedir. 

Smotrich’in altı ay önce Batı Şeria’nın ilhak prosedürlerine ilişkin daha önce aktarılan sızıntılara ek olarak gelen bu sızıntılar, bu şahsın ve genel olarak dindar Siyonist akımın, devletin tamamını ve Batı Şeria’daki işgal bölgelerini genişletme, buraları ilhak etme, Gazze’ye yerleşme, Ürdün Nehri ile Akdeniz arasındaki çatışmayı sonlandırarak bölgenin Filistinlilerden tamamen temizlenmesi eğilimlerine karşı çıkan mevcut kurumları ortadan kaldırmaya çalıştığı gerçeğini teyit etmiştir. 

Sızıntılar, kanalın yayınladığı, yerleşimcilerin silahlandırılması, bunun keyfiyeti ve diğer ciddi konulara ek olarak Ben Gvir’in bakanlıktaki çalışmasının birçok karanlık tarafını, eşinin polis teşkilatındaki atama ve görevden alma işlemlerine müdahale etmesini ele alan uzun bir raporun bir parçasıydı. Bu rapor, İsrail kamuoyunda kargaşaya yol açmıştır. Öyle ki hükümetin başsavcısı konuya müdahil olmuş ve Ben Gvir’in görevden alınmasını talep etmiştir. 

Burada tüm sızan bilgilere değinmeyip, özellikle Kudüs ile ilgili olanlara odaklanacağız. Sızıntılar gösterdi ki, Ben Gvir ve dahili özel grubu, şehirdeki Filistinlilere ve kutsal şehrin en önemli simgesi olan Mescid-i Aksa’yla ilgili aşırı tedbir uygulamak için Kudüs’teki durumu kasıtlı olarak karıştırmaya çalışmaktadır. 

Bu tedbirlerin belki de en tehlikeli ve en aşırısı, İsrail ordusunun Kudüs’e girip operasyonlar yürütmesidir. İsrail yasaları, Kudüs’ün işgal edilmemiş İsrail toprağı olarak görülmesi nedeniyle ordunun Kudüs’te faaliyet göstermesini engellemektedir. 

Kudüs’ün statüsü, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nin işgal devleti nezdindeki hukuki statüsünden farklıdır. İsrail, askeri olarak işgal edip, ordunun komutası altında tuttuğu Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nden tamamen farklı olarak 1967’deki işgalinden bir gün sonra  Kudüs’ün doğusu -sakinleri hariç olmak üzere- ilhak ettiğini açıklamıştır. 

Böylece Kudüs, işgal devletinin yasalarında Tel Aviv gibi devlete ait bir toprak parçası haline gelmiştir. Normal şartlardan ordunun Kudüs’te faaliyet göstermesi mümkün değildir. Çünkü ordu, sadece İsrail İçişleri Bakanlığı’na bağlı alanların sınırları dışında faaliyet göstermektedir. 

Belki de bu nokta, Kudüs’te bazen askeri görünümlü yeşil üniforma giyen silahlı askerlere şahit olan Arap ve İslam dünyasınca bilinmemektedir. Aslında bu üniforma orduya değil, işgal polisinin “Sınır Muhafızları” güçleri denilen özel bir birimine aittir. Bu güçler, İçişleri Bakanlığına bağlı polis teşkilatlarından birini temsil etmektedir. Dolayısıyla çalışma şekilleri ve teçhizatları bakımından Savunma Bakanlığına bağlı İsrail ordu kuvvetlerinden tamamen farklıdırlar. 

Bu, durumun ve Ben Gvir’in Kudüs’te ulaşmak istediği Savunma Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasındaki çatışmanın karmaşıklık düzeyini göstermektedir. Bu konuda sızan bilgilerle ilgili İsrail’de kamuoyunu kızdıran ve rahatsız eden şey, bu girişimlerin polisten sorumlu İç Güvenlik Bakanı tarafından kamuoyuna duyurulmasıdır ki ülkede güvenliği, kamu düzenini ve huzuru sağlamaya çalışması gereken kişi de kendisidir. 

Haddi zatında bu, bugün hem iç hem de dış politikada yetmiş altı yıldır başımızı ağrıtacak şekilde vurguladığı “medeni” bir devlet mantığıyla değil, bir milis mantığıyla hareket eden İsrail egemen yapısının ulaştığı gerileme düzeyinin açık bir göstergesidir. 

Bu sızıntı olayında Ben Gvir’le birlikte öne çıkan iki isim, Ben Gvir’in başkanlığını yaptığı “Yahudi Gücü” partisi yöneticisi Hanmal Dorfman ve radikal Lehava örgütünün lideri Bentzi Gopstein’dır. Bu sızıntılara karşı kamuoyunda kızgınlığı artıran özellikle Gopstein olmuştur. Gopstein, Knesset üyesi olmadığı ve herhangi bir siyasi partiyi temsil etmediği için belirli bir siyasi vasfa sahip değildir. Daha çok terör listesinde yer alan ve adı “alev” anlamına gelen “Lehava” olan Haham Meir Kahane’nin fikirlerini benimseyen radikal bir örgütün lideridir. Örgütün adı, Filistin topraklarında “Saf Yahudi ırkı” düşüncesinin korunmasını ifade eden “kutsal topraklarda çözülmenin önlenmesi” ifadesinin kısaltmasıdır. 

2005 yılında kurulan bu örgüt İsrail’de resmi olarak kayıtlı değildir ve İsrail güvenlik servisleri tarafından resmi olmayan yerleşimci örgütü olarak değerlendirilmektedir. 2021’de Kudüs’te Şam Kapısı’na yapılan saldırılardan doğrudan sorumludur. Bu örgüt o dönemde Şam Kapısı bölgesine “Araplara ölüm” sloganlarıyla hücum etmiş, bu durum Gazze’den Kudüs’e roket fırlatılmasına yol açmış ve Filistinli direniş grupları, tüm Filistin topraklarını kapsayan “Kudüs Kılıcı” operasyonunun başlatıldığını duyurmuştur. 

Bugün İsrail’deki tartışılagelen soru şudur: Polis ve kolluk kuvvetlerinden sorumlu olan İç Güvenlik Bakanı’nı, radikal bir terör örgütünün lideriyle, işgal ordusunun Kudüs’teki operasyonlara dahil edilmesinin yolları konusunda görüşmeye sevk eden şey nedir? Tabii Ben Gvir bu ülkenin bir bakanı olmadan önce kendisini bu radikal dini örgütlerin bir parçası olarak görmüyorsa. Bu nedenle İsrail derin devleti, dindar Siyonist hareketin devleti tamamen kontrol altına alma çabalarına hâlâ direnmekte ve bu sızıntıları Ben Gvir’den sonsuza kadar kurtulmaya çalışmak için bir fırsat olarak görmektedir. 

Hükûmetin başsavcısının Ben Gvir’e sert bir şekilde saldırmasına ve Netanyahu’dan bakanın azlini talep etmesine neden olan da budur. Bu durum, Ben Gvir’in başsavcıya savaş açmasına ve görevden alınması çağrısında bulunmasına, ayrıca başsavcının görevden alınmaması karşılığında kendisinin ve hareketinin hükûmetten çekileceği tehdidinde bulunmasına sebep olmuş ve Netanyahu’ya “ya ben ya da başsavcı” restini çekmiştir. 

İki taraf arasındaki olayların bu derece tırmanması, İsrail’in bugün Netanyahu hükûmeti döneminde yaşadığı siyasi kaosun boyutunun en önemli göstergelerinden biridir. Netanyahu’nun büyük olasılıkla başsavcı lehine Ben Gvir’i – en azından şimdilik – feda etmeyeceği açıktır. Bunun nedeni, Netanyahu’nun 2023’teki Mescid-i Aksa Tufanı öncesindeki yargıya karşı darbe girişimine bizzat karışmış olmasıdır. 

Netanyahu bu olayları yargı erkine karşı hayalini kurmuş olduğu darbeyi gerçekleştirmek ve devlet üzerindeki kontrolünü artırmak için bir fırsat olarak görebilir. Bunu yaparak devleti altın tepside Smotrich ve Ben Gvir’e teslim etmektedir ve cezaevine girmemesini sağlamak için iktidarda kalmanın bedeli bu olduğu sürece bunu umursamayacağını da sanmıyorum. 

Başsavcının çabaları Ben Gvir’i devirmeye yeterse Smotrich de gücünün yarısını kaybetmiş olacaktır. Bu durumda, Netanyahu’nun istemediği hükûmetten çekilme, Netenyahu’yu devirme gibi radikal önlemler almasına yol açacaktır. 

Diğer yandan, özellikle Kudüs’le ilgili olanlar da dahil olmak üzere bu sızıntıların, Ben Gvir ve hareketinin Kudüslülerle kaçınılmaz bir çatışmaya doğru ilerleme yönündeki gerçek niyetini açıkça gösterdiğini belirtmek gerekir. Konuyu görmezden gelmenin veya bazılarının Ben Gvir’e şehrin sakinlerini kalıcı olarak sınır dışı etmeyi amaçlayan benzeri görülmemiş bir kampanya başlatması için bir “bahane” sağlanmaması gerektiğini iddia etmesinin Kudüslülere bir faydası olmayacaktır. 

Sızıntılarda Gopstein’ın Ben Gvir’den Doğu Kudüs’te bir silah araması yapmasını istediği ortaya çıkmıştır. Acil durum ilan etmek, Kudüs’teki durumu karıştırmak ve orduyu Kudüs’e müdahale etmeye ve Filistin halkına karşı operasyon yapmaya zorlamak için (herhangi bir polis memurunun veya yerleşimcinin Kudüs’teki herhangi bir Filistinlinin evine yerleştirebileceği) tek bir parça silah bulacağına dair kendisine güvence vermektedir ki bu da Filistinlilerin Kudüs’ten tamamen çıkarılmasına ve şehrin boşaltılmasına yol açacaktır. 

Bu yaklaşım bize Ben Gvir, Gopstein ve onlarla birlikte dindar Siyonist hareketin içindekilerin zihniyeti hakkında bir fikir verecektir. Bahaneye ihtiyaçları yoktur. Çünkü bulamazlarsa da uyduracaklardır. 

Kudüslülerin bu sızıntılardan çıkarması gereken sonuç, Kudüs’teki çatışmanın kaçınılmaz olduğu, yaklaştığı ve Kudüs halkının -bu çatışmadan kaçınmak yerine- buna psikolojik, manevi ve her yönüyle hazırlıklı olması gerektiğidir. Eğer bu çatışma Ben Gvir ve Gopstein’ın planladığı gibi Kudüs’te gerçekleşirse, daha önceki çatışmalar gibi olmayacak, bir varoluş savaşı olacaktır. 

Bu savaşın sonucu şu iki şeyden biri olacaktır: Ya Kudüs’teki işgalcilerin varlığının tümüyle çöküşünün başlangıcı sayılan benzeri görülmemiş bir halk gücüyle işgale karşı koyulması ya da Kudüs’ün Kudüslülerden kalıcı olarak temizlenmesi. 

Böyle olması halinde Allah korusun bedeli çok ağır olacaktır. İşgal güçleri Mescid-i Aksa’yı ve Kudüs’ün tamamını ele geçirdiğinde durmayacak, Batı Şeria’yı tamamen boşaltmaya yönelecektir. Kudüs en zor denklemdir. İşgal güçleri, eğer Kudüslüleri yenebilir ve Kudüs’teki savaşı bitirebilirse, Batı Şeria’daki, hatta tüm bölgedeki savaşı da bitirebilecektir. 

Gelecek konusunda uyarıda bulunmak için İsrail’in “gazap peygamberi” İshak Brick’in Filistin versiyonuna ihtiyacımız yoktur. Ancak etrafımızda olup bitenlere karşı gözlerimizi ve kulaklarımızı dikkatle açmamız, bugün İsrail’i yöneten dindar Siyonist akımın takipçilerinin söylediği her sözü, attığı her adımı dikkatle analiz etmemiz gerekmektedir. Çünkü söyledikleri her kelimenin ardında saklı bir gerçeklik vardır. 

Bu konuda tecrübeli politikacılarla ya da stratejik planlamalar yapan kişilerle karşı karşıya olmadığımızı unutmayalım. Daha çok, kendilerini bugün en yüksek düzeyde yararlanmaları gereken mucizeler çağında yaşadıklarına inandırmış, dini takıntıları olan bir avuç pervasız insanla karşı karşıya bulunmaktayız. Onları bu çılgın eğilimlerden vazgeçirecek tek şey, onları gerçekliğe döndürmesi gereken kitlesel caydırıcılıktır, aksi takdirde hayalleri gerçekleşecektir. 

Bu yazı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Dr. Abdullah Maruf tarafından yazılmıştır, çevirisi Kudüs’te Bugün ekibine aittir.