Şüphesiz etkili ülkelerde yapılan seçimlerde kişiler partilerden veya rakiplerden birine yönelir. Yıkımlarla boğuşan Filistin için de seçimlerin önemi ve gücü vardır. Seçimleri takip edenler bu iki gruptan birine yönelir veya birinin riskinin diğerinden daha az olduğuna inanır ve bunun gibi başka denklemler de bulunmaktadır.
Ancak Amerika seçimlerinde bu eğilim yoktur. Her iki tarafın da kaybetmesi beklenebilir mi? Bu elbette mümkün değildir. Trump rakibi Harris’e karşı zafer kazanmış ve Cumhuriyetçi Parti, Temsilciler Meclisi ve Senato’da çoğunluğu elde etmiştir. Dünya Trump’ın ikinci dönemini, Rusya-Ukrayna savaşından Gazze cephesine kadar devam eden çatışmaların sonucunu ve yapabileceği sürprizleri beklemektedir.
Trump ikinci dönemine yaklaşırken yeni ekibinin özellikleri de ortaya çıkmaya başlamıştır. Yeni ekibi, işgalin en büyük destekçilerinden ve işgal altındaki Filistin topraklarında yeni işgal yerleşimleri kurulmasını destekleyen kişilerden oluşmaktadır. Ayrıca bu kişilerin bir kısmı sözde “tapınak” efsanesine inanan, radikal örgütlere ve işgal altındaki Kudüs’le ilgili son derece tehlikeli konulara sempati duymaktadır. Bu durum, Trump’ın ilk döneminde Amerikan büyükelçiliğinin işgal altındaki Kudüs’e taşınması ve buranın işgal devletinin başkenti olarak tanınması konusunda aldığı kararları akla getirmektedir.
Bu makalede, işgal altındaki Kudüs’ün “Pers Kralı Kiros” olarak adlandırılan Trump dönemindeki gerçekliğini, gerçekleşebilecek dini, kültürel ve demografik Yahudileştirme beklentilerini ele almaya çalışacağız.
“Kiros” lakabı, Trump’a bazı İsrailli politikacılar tarafından, tarihte ve Tevrat’ta Babil esaretinin ardından Yahudilerin Kudüs’e dönmesine ve Tapınağı inşa etmesine izin verdiği belirtilen eski Pers kralı “Büyük Kiros”a atfen verilmiştir.
Öne çıkan konulara geçmeden önce, Demokrat ve Cumhuriyetçi partilerin “İsrail”i destekleme, üstünlüğünü ve gücünü garanti altına almak için ihtiyaç duyduğu şeyleri kendisine sağlama konusunda pek farklı olmadıklarını hatırlamak gerekir. 7 Ekim 2023’ten bugüne kadar, bıkmadan “Siyonist olmak için Yahudi olmanıza gerek yok” sözünü tekrarlayan Demokrat bir başkanın yönetiminde tanık olduğumuz gerçek budur.
Amerika ile ilgili çalışma yapan araştırmacılar, ABD’nin, siyasetin iki kutbu olan Cumhuriyetçi ve Demokrat parti arasındaki temel farklılıkların ortaya çıkarılmasına izin vermeyecek kadar kutuplaşmış ve merkezi bir politikaya sahip olduğuna işaret etmektedir. Filistin meselesinde ve Amerika’nın İsraille ilişkilerinde bu açıkça görülmektedir. Her iki partinin kurumları ve karar alıcıları, işgal devletine sınırsız ve koşulsuz destek verilmesi gerektiği konusunda hemfikirdir ve bu durum, iki tarafın Filistin meselesine dair konumlarına karşı net bir yaklaşım oluşturmayı zorlaştırmaktadır. İşgal altındaki Batı Şeria ve Kudüs’le ilgili bazı konuların ele alınması konusunda farklılıklar vardır.
Trump’ın Şahinleri İsrail Sağının Hediyesi
Son dönemde Trump’ın yeni yönetiminde görev alacak isimler belli olmaya başladı. Bu isimler arasında Dışişleri Bakanlığı görevine aday gösterilen Mark Rubio, Savunma Bakanlığı görevine aday gösterilen Fox News sunucusu Pete Hegseth, Ulusal Güvenlik Danışmanlığına aday gösterilen Michael Waltz, ABD’nin bir sonraki İsrail Büyükelçisi olacak olan Mike Huckabee ve işgale büyük destek veren ve iki devletli çözümü tamamen reddeden diğer isimler yer almaktadır.
İbrani Haaretz Gazetesi, İsrail sağına daha fazla destek sağlanmasına, artan varlığına ve nüfuzuna atıfta bulunarak, Trump’ın atamalarının “İsrail’in geleceğini önemseyen herkesi endişelendirmesi gerektiğini” belirtmiştir. İngiliz gazetesi The Guardian’da yer alan bir haberde de Trump’ın yeni ekibinin İsrail sağının “rüya takımı” olduğu belirtilerek, İsrail’in Kudüs ve işgal altındaki Batı Şeria üzerindeki kontrolünü genişletmek için “bulunmaz bir fırsat” sağlayacağı ifade edilmiştir.
Bu isimlerin geçmişlerine ve “İsrail”e yönelik konumlarına bakılarak, işgal altındaki Filistin toprakları üzerinde İsrail’in daha fazla kontrol sahibi olması için baskı yapmaları beklenmektedir. Gelecek dönemde ABD büyükelçisi olacak olan Mike Huckabee 2017’de Batı Şeria diye bir yerin olmadığını söylemiş ve buranın adının İncil’deki ismine gönderme yaparak “Yahudiye ve Samarya” olduğunu vurgulamıştır.
Müstakbel Savunma Bakanı Pete Hegseth ise geçtiğimiz yıllarda bir Mescid-i Aksa baskınına katılmıştır. İbrani kaynaklar 2018 yılında işgal altındaki Kudüs’te yaptığı bir konuşmadaki açıklamalarını şu sözlerle aktarmıştır: “Tapınak Dağı’ndaki tapınağı yeniden inşa etme mucizesinin imkansız olması için hiçbir neden yoktur.”
Beklenen Üç Sonuç
Birçok raporda Trump’ın bu konulara diğer politikacılardan farklı bir mantıkla yaklaştığı belirtilmektedir. Filistin meselesi için önerdiği çözüme bile sanki kazananı ve kaybedeni olan, ortak çıkarlar içeren bir anlaşmaymış gibi bakmaktadır ki önceki döneminde “Yüzyılın Anlaşması” adı altında çözümü sonlandıracak bir proje ortaya koymuştur. Trump ve ekibinin üzerinde çalışacağı yeni anlaşmanın Gazze Şeridi’ndeki saldırılarla bağlantılı olması muhtemeldir.
İşgal devletinin, bir dizi kazanım karşılığında Gazze Şeridi’ne yönelik saldırıyı durdurması mümkündür ki bunlardan en önemlisi, mevcut hükümetin işgal altındaki Kudüs ve Batı Şeria’dan geriye kalanları yağmalamasına izin verilmesidir. Bu, “dini Siyonizm”i ve mevcut İsrail hükûmetindeki diğer sağ partileri tatmin edecek bir çözümdür ve ister Mescid-i Aksa’nın Yahudileştirilmesi yönünde ilerleme olsun, ister iddia edilen “tapınağı” inşa etmeye başlamak ya da işgal altındaki Batı Şeria’nın kontrolünü tamamen ele geçirmek ve işgal altındaki Kudüs’teki demografik yapıda büyük değişiklikler yapılması gibi projeleri gerçekleştirmelerinin önünü açacaktır.
İşgal altındaki Kudüs’te beklenen sonuçlar üç temel bölüme ayrılabilir:
- Mescid-i Aksa meselesinin sonlandırılması
İsrail’in Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırıları durmamıştır. Baskına katılanların sayısı ya da Mescid-i Aksa’nın insani ve İslami bileşenlerine yönelik saldırıların sayısı son yıllarda artmıştır. Mescid-i Aksa 7 Ekim’den bu yana, son İbrani bayram mevsiminde baskınların artması ve işgal güçlerinin koruması altında Talmud’daki ritüellerin kamuya açık olarak icra edilmesi ve bu ihlallere destek veren siyasi söylemler ve güvenlikle ilgili açıklamalarla temsil edilen yeni bir gerçekliği dayatmayı amaçlayan saldırı dalgasına tanık olmuştur.
Filistinli kaynaklar, geçtiğimiz Ekim ayında Sukot’ta Mescid-i Aksa’ya saldıran 5.977 yerleşimci ve Roş Aşana’da saldıran 1.050 yerleşimci de dahil olmak üzere 10.130 kişi baskına katılmıştır.
Trump, Mescid-i Aksa’nın mekânsal olarak bölünmesine yönelik girişimlerde ilerleme sağlanması için radikal örgütlere bir kılıf sağlayabilecektir. Bu, gerçekleri sahada dayatmanın ve Mescid-i Aksa’nın doğu bölgesini hedef almanın yanı sıra, son yıllarda Filistinlilerin art arda yapmış olduğu bağışların durdurulması en belirgin plandır. İşgal güçleri bu bölünmeyi resmi olarak İsrail düzeyinde artırmaya çalışacaktır. Yani radikal işgalci çevreler, bu bölünmeyi uygulayacaklarını duyurmakla ve bunu yerleşimciler ve onların çeşitli araçları aracılığıyla dayatmakla yetinmeyecektir. Bu, bölünme meselesini işgal rejiminin bir kısmı tarafından benimsenmekten, siyasi düzeyde rejimin tamamına yayacak ve elbette güvenlik düzeyinde bu planın uygulanmasını ve korunmasını sağlayacaktır.
Mescid-i Aksa’nın hedef alınması ve bölünmenin tamamlanması konusunda en önemli konu, İslami Vakıflar İdaresi’nin Kudüs ve Mescid-i Aksa sahnesinden tamamen çıkarılarak Kudüs’teki rolünün sona erdirilmesidir. Bu, Ürdün’ün işgal altındaki Kudüs’teki kutsal mekanlar üzerindeki gözetiminin sona ermesi anlamına gelmektedir. Önceki Trump döneminde, başta UNRWA olmak üzere birçok uluslararası kurumun hedef alınmasına şahit olunmuştur.
İki durum arasındaki farka rağmen UNRWA ve diğer BM ajanslarının hedef alınması, Trump’ın Kudüs’te böyle bir adım atmaktan çekinmeyeceğini, en azından kutsallığına dokunacağını doğrulamaktadır.
Bu boşluğu dolduracak taraflara gelince, Suudi Arabistan Krallığı bu planda çok önemli bir rol oynayabilir. Geçmiş yıllarda Suudi Arabistan’ın Mescid-i Aksa meselesine müdahil olma niyetini ya da işgalcilerin planlarına devam etmesi halinde geriye ne kalacağını gösteren sızıntılara şahit olunmuştur.
- Yerleşim sürecinin hızlandırılması ve Filistinlilerin yerinden edilmesi
İşgal güçlerinin işgal altındaki Kudüs’teki Filistinlilerin sayısını azaltmak amacıyla kullandıkları çeşitli cezalandırma araçlarına rağmen, işgal devetinin uzun süredir izlediği yol budur. Kudüs’ün her iki kesiminde de Kudüslülerin toplam nüfus içindeki oranı 2022’de yaklaşık %40’a ulaşmıştır. Bu, işgal güçlerinin evleri yıkarak, kimlik kartlarını iptal ederek ve Filistinlilerin bazı kesimlerine baskı uygulayarak nüfus sayısını azaltma girişimlerinin tümüyle başarısız olduğu anlamına gelmektedir.
Trump’ın iktidara gelmesiyle birlikte, mevcut hükûmetin bazı Filistin mahallelerindeki Filistinlileri yerinden ederek demografik yapıda doğrudan kapsamlı bir değişim oluşturmasının önü açılacaktır.
Her ne kadar Şeyh Cerrah mahallesinin bazı sakinlerini yerinden etme girişiminde bulunulmuş olsa da işgal güçleri henüz Filistin mahallelerinin tamamını yerinden etmiş değildir. Yerinden edilme iki yöntemle gerçekleşebilmektedir: Birincisi, işgal güçlerinin Şeyh Cerrah mahallesinde ya da Mescid-i Aksa’nın güneyindeki Silvan kasabasındaki bazı mahallelerinde yaptığı gibi, toprakların Yahudilerin mülkiyetinde olduğu bahanesiyle tüm mahalle sakinlerinin yerinden edilmesi.
İkinci yöntem ise işgal altındaki Kudüs’ün bazı bölümlerinin mevcut belediye sınırları dışına çıkarılmasıdır. Bu yöntemin tercih edilmesi halinde Şuafat ve Kufr Aqab kamplarında yaşayanların sınır dışı edilmesi muhtemeldir. 2017 yılında, Knesset’de Filistinlileri işgal altındaki Kudüs sınırlarından çıkarmaya yönelik bir yasanın çıkarılması girişimine şahit olunmuştur.
Bu kararlardan herhangi birinin doğrudan sonucu, çok sayıda Filistinli nüfusun işgal altındaki Kudüs’ün dışına sürülmesi ve sayılarının bir anda azaltılmasıdır. Bu durum, şehirdeki Filistinlilerin sayısını doğrudan azaltacak ve yerleşimci nüfusun çoğunluğu yeniden sağlamasına destek olacaktır.
Bu yöntemle birlikte işgal güçleri yerleşimcileri destekleme ve özellikle Filistin topraklarında olmak üzere yeni projeler inşa etme konusunda daha da ileriye gidecektir. Bu, şehirdeki yerleşimci varlığını ve yoğunluğunu artıracak, daha fazla Filistin semtinin bölünmesine ve birbirinden izole edilmesine olanak tanıyacak ve yerleşimciler için altyapı projeleri geliştirilecektir.
- Diplomatik araçların etkinleştirilmesi
Bu yollardan üçüncüsü, Amerika’nın Kudüs’ü işgal devletinin başkenti olarak tanımasını yeniden canlandırarak, daha fazla ülkenin büyükelçiliklerini işgal altındaki şehre taşımasını sağlayarak, Kudüs’ü Suudi Arabistan başta olmak üzere normalleşme anlaşmaları gündemine geri döndürerek Trump’ın ilk döneminde üzerinde çalıştığı diplomatik araçları yeniden harekete geçirmektir. Bu, mevcut İsrail hükûmeti için en önemli ve öne çıkan bir konudur. Suudi Arabistan’ın genel olarak bölgede oynamak istediği rolle, Kudüs ve özellikle oradaki mukaddesatın korunması ile ilgilidir.
Bu araçlar bağlamında, Filistinlilerin haklarını destekleyen veya işgal yönetimini rahatsız eden uluslararası kurumların rolüne son verilmesi ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin işgalci yönetimin başbakanı ve eski savunma bakanı hakkında tutuklama emri çıkarması sonrasında bu yolda olaylar kaçınılmaz olarak tırmanacaktır.
Son olarak Trump’ın seçilmesi ve yapabilecekleri sadece konuştuğumuz konularla sınırlı kalmayacaktır. Kudüs’ten başlayarak, Filistin’e yönelik her türlü destek ve sempati kısıtlanacak, Gazze Şeridi’ne yönelik şiddetli saldırılar ve Filistin meselesini ve içerdiği konuları sonlandırma girişimleri sürecek, Gazze’nin önümüzdeki dönemdeki realitesi ile ilgili çok hassas ve tehlikeli konular öngörülecektir. Özellikle Trump’ın ilk dönemi Filistin için zayıf bir dönemi temsil ettiğinden, olasılıklar açıktır. Peki ikinci dönemi daha zorlu mu olacak?
Bu yazı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Ali İbrahim tarafından yazılmıştır, çevirisi Kudüs’te Bugün ekibine aittir.