İsrail, toplum ve siyasetindeki bölünmenin doruk noktasını yaşarken tarihinin en radikal hükümetini de kuruyor.

Dikkatler, Siyonist hükümetin radikalleşme boyutuna, Filistin davası, kimliği ve mukaddesatları açısından barındırdığı tehlikelere odaklanırken –nitekim böyledir de- aynı hükümetin kendi toplum ve siyasetinde şiddetini arttırdığı kutuplaşma ve buradan doğacak fırsatlara da dikkat etmelidir.

Yeni Siyonist hükümet Mescid-i Aksa’ya, Kudüs’teki diğer İslami ve Hristiyan kutsal mekanlarına eşi benzeri görülmemiş bir tehdit oluşturmaktadır.

Öyle ki hükümet, Radikal Haham Meir Kahana’nın öğrencisi ve yeni İç Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’i işgal kuvvetlerinden sorumlu bakan olarak atarken Batı Şeria idaresinden sorumlu makama Batı Şeria’daki C bölgelerinin ilhak edilmesi fikrini ileri süren ve Ulaştırma Bakanı olduğu dönemde Batı Şeria’daki yerleşim birimleri altyapı hizmetleri projesinin sahibi Zelal Smotrich’i atadı.

Bir diğer açıdan, hükümetin diğer anlaşmaları da farklı birçok kanun teklifi daha taşıyordu. Siyonistleri etkisiz hale getirme suçuyla yargılanan Filistinli mahkumları infaz etme, yerleşim birimlerini destekleyerek su ve elektrik şebekelerinin kurulması; Halil’de bir yerleşim birimi inşası, 1948’de işgal edilen topraklarda yaşayan Filistinlilerin işgal devletine karşı güvenlik tehdidi oluşturan bir eyleme kalkışması durumunda bu kişilerden vatandaşlığın alınması ve sınırdışı edilmesi gibi teklifler ise anlaşmanın maddelerini oluşturuyor.

Ancak hükümet, binlerce muhalif ses, emekli ordu komutanları ve yüzlerce subayın tehlike gördüklerini belirten mesajlara; eski başbakan, siyasiler ve hakimlerin benzer mesajlarına, Milli Güvenlik Bakanı, İç Güvenlik Bakanlığı Genel Müdürü gibi uzman bazı memurların istifalarına karşın sağcıları bölme kararı aldı. Bu girişim neredeyse işgal kuvvetleri polis amirinin istifasına kadar giderken Paris’teki işgal devleti elçisinin istifa etmesine sebep olarak diplomatik bir hamleyi de etkilemiştir.

Radikal hükümete karşı oluşan red ve görüş ayrılıklarının sebebi incelendiğinde çatışmanın merkezinde hükümetin kimliğinin ve ideolojik tercihlerinin bulunduğunu görüyoruz. Nitekim dinin devletteki ihtilafın temelini oluşturduğu düşünülürse bu karşı çıkış, hükümet ideolojisinin toplumsal kutuplaşmaya yansıması olduğu kadar yürüttüğü programa ya da siyasi işleyişine karşı bir anlaşmazlık olmadığı anlamına da gelir. Bu kutuplaşmaya tehlike sıralamasına göre üç farklı açıdan bakılabilir:

İlk Perde: Orduyla Bağlantılı Anlaşmazlık

Batı Şeria’nın askeri yönetiminden sorumlu Sivil Yönetim’in idaresinin Savunma Bakanı’ndan alınıp Dini Siyonist Parti (RSP) üyesi Maliye Bakanı’na verilmesi ilk göze çarpan ihtilaf konusudur.

Bu adım öncelikle askerin bilfiil aktif olduğu bölgedeki yetkilerinin sınırlandırmaktadır. Böylece Sivil Yönetim’i, Batı Şeria’da askerin Filistin halkıyla olan çatışmasından uzak bir şekilde hem Siyonist egemenliğini kurmak hem de Yahudi yerleşimlerini ilerletmek için bir araca dönüştürmüştür. Bu da bugün huzuru sağlamak için benimsenen ekonomik barış ve merkezi siyaset fikrini tehlikeye sokmaktadır.

Eğer işgal hükümeti bina için gereken ruhsatları ve çalışma izinlerini olayların tırmanması ve dinmesinden bağımsız bir mesele gibi tutarsa yerleşke mekanizmasının tekeline bağlı kalacaktır. O zaman da kaba kuvvet geriye kalan tek seçenek olacak ve insanları oyalayarak dikkatlerini dağıtan kazançlar elde edilemeyecektir.

İkinci ihtilaf noktası ne orduda ne de işgal kuvvetlerinde hizmet etmiş Itamar Ben-Gvir’in Sınır Muhafızları ve işgal kuvvetlerinin başına geçmesi ve angajman kurallarını belirlemesidir. Bu da on binlerce askerin “Vur!” emrini askeri müessesede bulunmamış ve alana yabancı birinden alacakları anlamına gelmektedir. Doğal olarak bu hal, potansiyel zarara, hesapta olmayan çatışmalara, bir zamanlar emekli generalin herhangi bir partiye üye olmasıyla siyasi arenayı tamamen alt üst etmesi gibi ordunun daha da marjinalleşmesine yol açabilir.

 

Son olarak da orduya haham tayin edilmesi mevzusu geliyor. Şimdiye dek ordu hahamı, ordu birimlerinden biri sayıldığı için Genelkurmay Başkanı tarafından seçilirken artık Sefarad Yahudilerinin Hahambaşısının başkanlığını yürüttüğü bir haham komitesi tarafından seçilecek. Ordu hahamları üyelerinin rütbeleri yükselirken bu hahamların eğitimleri ve fetvalarından sorumlu cihet ise Resmi Seferad Hahamlığı olacak.

Henüz getirileri gün yüzüne çıkmamış olsa da bu anlaşma yeniden ordu komutanlığında marjinalleşme ve yetkilerin tasfiyesi olarak anlaşılmaktadır.

Son olarak, işgal yapısının devletli bir ordudan ibaret olduğunu hatırlarsak bu ihtilaflar ordu ve komutanlarının yabancılaşmasına, gittikçe büyüyen konumu ve önemiyle uyuşmayan bir yeri işgal ettiği hissine sebep olacaktır. İlerleyen zamanda ordu maddi olarak kayba uğradığı bir çatışmaya girmesi durumunda da iç çatışmayı büyütecek, belki de iç tehdit unsurlarının zoruyla pratiğe dönüştürecektir.

İkinci Perde: Muhafazakar — Laik Siyonist Çatışması

Çatışmanın kökeninde muhafazakar Yahudilerin orduda hizmet etmemesi yatmaktadır. Dini okullardan mezun olduklarında yalnızca hahamlık ya da hukuk gibi oldukça sınırlı alanlarda çalışmakta ve çoğu Yahudi de iş dünyasına girmeyi tercih etmemektedir. Bu da onları laik milliyetçilerin gözünde bir yükten ibaret saymalarına neden olmaktadır. Bu sorun geçmişte İsrail Evimiz Partisi Genel Başkanı Avigdor Liberman gibi sağcı bir başkanı sağ parti ittifakından nihai olarak ayrılmaya itmiş ve seçimlerde varlığını korumak için Rus Yahudileri Partisi’ne geçmesine sebep olmuştur.

Çatışmanın temel unsurunu Tevrat’ın koyduğu şeriati benimsemek, cumartesi günleri tüm dünyevi işlerden el etek çekmek ve muhafazakarların Tevrat’ın zorunlu hizmeti yerine getirmeme izni vermesine rağmen laiklerin ilahi emirlere uymamaları oluşturmaktadır. Bu yüzden bugün, çatışmanın izlerini ortadan kaldırmak için muhafazakarlar kendi laikler de kendi mahallelerinde yerleşmeli şeklinde uygulanan sosyal izolasyon yeterli olmayabilir. Nitekim bu ayrım farklı şekillerde hayatın diğer alanlarına da sıçrayacak ve sonunda daha öncesinde muhafazakar Yahudilerin Kudüs’teki yerleşkelere yerleşmesiyle yerleşkelerden taşınan laikler gibi şimdi de laik kesimin hızlı bir göç sürecine girmesinde önemli bir rol oynayacaktır.

Bu konunun merkezini Tapınak fikri oluşturmaktadır. Milliyetçi muhafazakar kesim devletin tüm imkanlarının Aksa yerine Tapınak’ın inşasına akıtılmasını önceliği olarak belirler ve bu hedef uğruna savaşlara girmeyi göze alırken aynı konu Tapınak’ı milli bir sembol olarak gören milliyetçi laik kesim için uğruna savaşa girmenin ne akla ne de mantığa sığar olduğu şeklindedir.

Üçüncü Perde: Muhafazakar İttifakında Milliyetçi ve Gelenekçi Tartışması

Belki de en ilginç ihtilaf bizzat muhafazakarların kendi aralarındaki ihtilaf olabilir. Bu ihtilaf, Ultra Ortodoks Doğu Haredi Yahudileri temsilcisi Yahadut HaTora ve yine ultra ortodoks batı Sefarad Yahudileri temsilcisi Şas Partisi ve Ulusal Dini İttifak’da Abraham Kook, Zvi Kook, Haim Durkman, milliyetçi hahamlar ve Yeni Sanhedrin Hahamlığı ve öğrencileri, Mair Kahana gibi hahamların fetvalarını takip edenler arasında süregelmektedir.

Gelenekçi hahamlar Siyonizmin doğuşundan önceki dini söylemleri üzerinde ufak değişikliklerle koruyorlar; ne Siyonizmi ne Yahudilerin ilahi devleti olarak Siyonist oluşumun varlığını ne orduya hizmeti kabul ediyorlar ve cumartesi günlerini eksiksiz bir şekilde geçiriyorlar. Öyle ki büyük bir çoğunluğun hala fotoğraf çekimi, iletişim araçları ve teknoloji konusunda tavırlarını değiştirmiyor. Yine Yahudilerin Mescid-i Aksa’ya girmelerini haram kabul ediyor ve milliyetçilerin iddia ettikleri gibi Aksa’nın Tapınak olduğunu kabul etmiyor ancak Tapınak’ın ilahi bir mucizeyle gökten ineceğine ve Tapınak’a girmek için temizliğin tüm şartlarının yerine getirilmesi gerektiğine inanıyorlar. Bu iki şart gerçekleşmeden yapılan her girişimin tüm Yahudilerin üzerine ilahi bir azap indireceğine inanılıyor.

Buna karşın milliyetçi hahamlar Siyonizmi tanıyor ve kendilerini Dini Siyonizm olarak tanımlıyorlar. Nitekim müntesiplerine orduda hizmet etmelerine izin veren ve hatta teşvik eden birtakım fetvalar dahi çıkardı. Tapınak’ın inşaasının ilahi kudretin üzerinde tecelli ettiği beşeri imkanlarla ya da bir mucizenin gerçekleşmesine öncü olmasını savunuyor. Bu yüzden de Mescid-i Aksa’nın Yahudileştirilmesi her zaman gündemlerinin sıcak maddesi olarak kabul ediliyor.

İç Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’in -bu tarihte bakanlığı henüz kesinleşmemişti- 26 Aralık Pazartesi 2022 akşamı işgal kuvvetleri Polis Genel Müdürü’yle Hanuka Bayramı’nın ikinci gün mumunu yaktıkları sırada mutabakata varması bu ihtilaftaki güç merkezinin değiştiğini somut olarak gösterdi.

Bir yanda Tapınak fikrini benimsemiş Itamar Ben-Gvir, Tapınak Örgütleri Komisyon Başkanı Yakup Hyman diğer yanda Batı Duvarı (Burak Duvarı) Hahamı Samuel Rabinowitz ve Yakup Shabtai, Burak Duvarı’nda bir araya gelerek terazinin Dini Siyonizm kefesinin ağır bastığını, geleneksel muhafazakarların ve güvenlik kurumlarının çekincelerine rağmen dini işgal zamanının geldiğini gösterdiler.

O halde birbirine zıt iki grup bugünkü Siyonist hükümeti oluşturmaktadır: Bir yanda Dini Siyonist Partisi ve büyük bir kesimi muhafazakar ulusalcı destekçisi olan Likud Partisi’nden 24 üye ve diğer yanda geleneksel muhafazakar partilerden 7 kişi hükümetin bakanlarındandır.

İhtilafın Fitili: Aksa

Bu çelişkiler kuşağını metodolojik bir yöntemle okuduğumuzda Mescid-i Aksa üç akım için de tek patlama noktası olabilir. Aksa’ya gerçekleştirilen saldırıların boyutu ve kimliği üzerindeki çatışmanın makul bedeli, ihtilafı ordu ve güvenlik birimleri arasındaki gizli çelişkileri besleyecek gibi.

Aynı zamanda bu durum muhafazakar ve laik kesim arasında ve hatta muhafazakar kesimin kendi içindeki anlaşmazlığı da körükleyebilir. Nitekim gelenekselcilerin Aksa baskınlarına olan tepkileri son yirmi yıldır her zaman aradaki sürtüşmeyi arttırıyordu. Bu çatışmanın sonuncusu 5 Mayıs 2022’de Elad operasyonu ve öncesinde 2021 yılında Kudüs Kılıcı Savaşı’nda kapıların baskınlara kapatılmasında gündeme gelmişti.

Eğer ki Mescid-i Aksa’nın İslami kimliğini ortak paydası belirlemiş ve onu bu mücadelenin yegane odağı olarak gören Filistinli, Arap ve tüm Müslüman halklar olarak, Filistin’in 26 yıldır 8 farklı cephede devam eden çatışmada birleştirici gücün Aksa olduğunu da hatırlarsak Aksa’yı çatışma başlatmak için en uygun merkez olarak öne süren siyonizmin çelişkileri karşısında Aksa bizim için birleştirici bir güç olarak kalacaktır.

Şu anki hükümette dini işgal fikrini benimsemiş 16 bakanın bulunması Aksa’nın statükosuna, Talmudik ibadetlerin önünün açılmasına; bitkisel ve hayvan türünden kurbanların, şofarın, hanuka mumlarının ve ritüeller sırasında kullanılan dini araçların Aksa’ya girmesine yönelik tehlikeleri barındırmaktadır. Bu durumu yüzleşilmesi gereken bir tehlike ve aynı zamanda da değerlendirilmesi gereken bir fırsat olarak okumalıyız.

 

İşgal devletinin beş yıldır bel bağladığı kararı engellemek, Siyonizmin birçok cepheden geri çekilmesi için de bir fırsattır. Sadece kendi gücümüze değil, siyonizmin kendi içerisinde dönen çatışma unsurlarına da dayanan bir geri adım olacaktır.

Ancak aynı zamanda fırsatı değerlendirmek için varımız yoğumuzla çalışmadığımız müddetçe de gerçekleşmeyecek bir fırsattır. Eğer bu fırsatı değerlendirmeye hazırsak Aksa’ya gerçekleştirilecek yakın dönemdeki saldırı takvimi için de iyi hazırlanmamız gerekmektedir: 6–12 Nisan 2023 arası kutlanacak ve yine Ramazan’ın üçüncü haftasına denk gelen Pesah Bayramı18 Mayıs Perşembe ve 19 Mayıs Cuma 2023 tarihlerine denk gelen Kudüs’ün işgalinin kutlandığı olaylar en yakın saldırı takvimini belirlemektedir.

“Bu değerlendirme yazısı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Ziad Ibhais tarafından 02.01.2023 tarihinde Metras için kaleme alınmıştır.”
“Rica: Tercüme ve düzenlenmesi Kudüs’te Bugün ekibi tarafından gerçekleşmiş olup izinsiz paylaşılmaması rica olunur.”