Written by Görüş

Aksa Bildiğiniz Gibi Değil… Ramazan Bitmek Üzereyken

Ramazan’da Müslümanlar Kudüs’ten, Batı Şeria’dan ve 48 topraklarından çıkıp gelerek Mescid-i Aksa’da toplanırlar. İbadet etmenin yanı sıra Mescid-i Aksa, Ramazan’da sosyal, ilmi ve diğer birçok faaliyetin güdüldüğü bir alana dönüşür. İnsanlar işgal devletinin birbirinden ayırdığı bölgelerden çıkıp Mescid-i Aksa’ya gelirler; ders halkalarına katılırlar, tanışırlar, hasbihal eder, yaşadıkları yerdeki sıkıntılardan bahsederler ve başta Mescid-i Aksa’nın Yahudileştirilmesi olmak üzere işgal devletinin türlü politikalarına birlikte göğüs gererler.
Bu Ramazan ayında bazı Müslümanlar yaşanan olayların insanların üzerindeki ölü toprağını silkelemelerine ve harekete geçmelerine neden olabileceğini düşündü. Böylece bir grup Mescid’i Aksa’da toplanarak Gazze’de yaşananların yükünü bir nebze olsun hafifletmiş ve tarafını direnişten yana göstermiş olacaktı. Nitekim gelinen noktada Ramazan sona ermek üzereyken dahi Mescid-i Aksa’da yaşanan günlük olaylar yeni ya da acil olmadığı müddetçe haber bültenlerinde yer bulamıyor; Gazze ise yalnızca dualarda ve Cuma hutbelerinde hatırlanıyordu. (Anlaşılan yalnızca bu kadarına izin veriliyor!) Ayrıca işgal devleti sonuna yaklaştığımız Ramazan ayında Mescid-i Aksa’nın kapı kontrollerinde ve kendi güvenliğini garanti altına alacak sayıda insan yoğunluğunun avluya geçişine izin vererek mescit üzerindeki kontrolünde ciddi ve tehlikeli adımlar attı.
Bu yazıda Ramazan’ın birinci ve ikinci çeyreğinin Kudüs ve Mescid-i Aksa özelinde nasıl geçtiğinden ve İsrail’in sakinliği sağlamak için neler yaptığından bahsedilecektir.

Namazın Şartları İsrail’de
Ramazan başlamadan birkaç gün önce İsrail’in çeşitli açıklamalarında Ramazan ayı boyunca mescide girişlerde kısıtlamalar olacağına dair haberler yayılmıştı. Netanyahu’nun Ben-Gvir’in binlerce kişinin Mescid-i Aksa’ya girişinin engellenmesine yönelik isteğini yerine getireceğine dair söylentiler de vardı. Nihayetinde yalnızca 70 yaş üstü İsrail kimliği taşıyanlara, yani Kudüs ve 48 topraklarında ikamet edenlerin geçişine izin verildi.
O günlerde İsrail Güvenlik Teşkilatlanması herkesin geçişini yasaklamanın ya da yaş kısıtlaması koymanın Aksa başta olmak üzere birçok farklı şehir ve beldede yangına körükle gitmek olduğunu birden fazla kez dile getirmiş, İsrail’in Gazze’deki soykırımı bitirene dek böyle bir durumla başa çıkmayı tercih etmeyeceğini belirtmişti.
Daha sonra yapılan açıklamada Aksa’ya girişte yaş sınırlamasından ziyade sayı sınırlamasına gidileceği açıklanmıştı. İşgal yetkilileri bazı namaz vakitlerinde mescitte bulunanların sayısının 50 bini aşmasına izin vermeyeceklerini ve daha da önemlisi bu kararın haftalık olarak güvenlik açısından değerlendirileceğini belirtmişlerdi. Bu cümle bugün yaşananları anlamanın anahtarı mahiyetinde kabul edilebilir; zira Mescid-i Aksa bir savaş meydanına dönüşmediği müddetçe herkes namaz kılmak için mescide girebilecektir.

Mescide Giden Engebeli Yol
Ramazan başladığında işgal kuvvetleri kadın, erkek, genç, yaşlı demeden “çoğunluğun” Mescid-i Aksa’ya girmesine “izin verdi”. Sayısını net bilmenin neredeyse imkânsız olduğu uzaklaştırma almış yüzlerce kişi dışında, yatsı ve teravih namazı vakitlerinde mescide giriş konusunda özellikle kısıtlama yaşanmadı. Özetle, işgal devletinin deyimiyle ortada yalnızca “kargaşaya sebep olan unsurlara” yönelik bir engelleme vardı. Nitekim ilk gece mescide girmeleri engellenen binlerce kişinin sokaklarda namaz kılması haricinde açık bir engel ya da kısıtlamayla karşılaşılmadı.
İsrail’in “ibadet özgürlüğünün garanti altına alınması” şeklinde açıkladığı ilkeye uygun hareket ettiği, bundan dolayı yalnızca namaz vaktinde ve güvenlik problemi oluşturmayacak sayıda insanın mescitte bulunabileceği şartıyla izin verdi. Bu hazırlık güvenlik yetkisini mecbur kılmak, korku yaymak ve olayları kızıştıracak herhangi bir faktörü etkisiz hale getirmeyi kapsamaktaydı. Aşağıda sözü edilen bu güvenlik yaptırımlarından bazıları bulunmaktadır:
• İşgal kuvvetleri mescide giden yol üzerinde özellikle de Esbat Kapısı’nda birçok demir bariyer kullanarak geçiş için ayrı bir yol oluşturmuş, insanların kapılarda izdiham oluşturmasını ve hareketlerini engelleyerek kalabalıktan doğacak bir tehlikeyi azaltmayı amaçlamıştı.
• Aynı şekilde Aksa’ya giden yol üzerinde ve her köşede gelip geçenleri gözetleyen, kimlik kontrol eden, kontrol ve baskı duygusunu yaymaya çalışan ayrı bir ekip görevlendirmişti. Bu ekiplerden biri “Taktik Birimi” adı verilen 2017’de “terör olayları” ile mücadele için kurulmuş işgal kuvvetlerinin elit bir ekibiydi.
• Mescid-i Aksa’daki kameraların sayısını arttırdı. Ramazan başlamadan birkaç gün önce Mescid-i Aksa’nın batısında Silsile Kapısı yakınında bulunan Tenkeziye Medresesi’nin çatısında bir gözetleme kulesi inşa etti. İşgal devleti Tenkeziye Medresesi’ni 1969’da işgal edip bir polis karakoluna dönüştürmüştü. Kulede farklı yönlerdeki insan hareketlerini gözetleyen beş mobese kamerası bulunuyor. Bu yeni gözetleme kulesinin yanı sıra Silsile Kapısı’ndaki ve mescit etrafındaki kameralar da yenilenmiştir. Gökyüzünde her türlü hareketi gözetleyen drone uçaklarından bahsetmiyoruz bile.
• Ramazan’ın ilk haftası işgal kuvvetleri Hadid Kapısı, Gavanime Kapısı ve Atem Kapısı (Kral Faysal) önüne demir kafese benzeyen içinde askerlerin durduğu ve gelip geçenlerin kimliklerini aradıkları güvenlik bariyerleri kurdular. İşgal devleti bu kafeslerin askerlerinin güvenliğini sağlamak için kurulduğunu ileri sürse de aslında bu durum mescit üzerindeki tahakkümünü ve baskısını arttırmaktan başka bir işe hizmet etmemektedir. Bununla kalmadığı gibi emniyet güçleri mensupları özellikle Kubbet’üs Sahra avlusu olmak üzere mescidin her köşesinde, kadın safları arasında dahi dolaştılar. Üstelik son zamanlarda aralarına Batı Şeria’dan “sızmış” biri var mı diye kontrol etmek için Mervan Mescidi’nde kadınlara, itikâf çadırlarında da erkeklere kimlik kontrolü gerçekleştirdiler. Tüm bu teftişler karşısında İslami Vakıflar Dairesi ne bir ret ne bir kınamada bulunmadı.
• Tüm bunların gölgesinde mescide gerek Kudüs’ten gerek 48 topraklarından ve hatta karşılaştıkları zorluklara rağmen bir grup da Batı Şeria’dan on binler hatta bazı günler yüz binler akın etti. Cuma ve cumartesi teravih namazlarında ve cuma namazında Mescid-i Aksa’ya girebilenlerin sayısı yaklaşık 150 bine ulaştı ancak Ramazan ayı için bu sayı geçtiğimiz yıllara oranla oldukça az kalmaktadır. Yaklaşık 250 bin kişinin Mescid-i Aksa’ya cuma namazına geldiği eski Ramazanlarda insanlar adım atacak yer bulamazken son üç cuma namazı oldukça sakin, sessiz ve izdiham yaşanmadan kılındı.
• Kimileri bu sayılara sevindi. Hemen her akşam haber kanallarında safları düzgün halde namaz kılanların görüntüleri yayınlandı ancak bu görüntünün ardında dikkat edilmesi gereken iki husus bulunmaktadır: İlki, kalabalık insan güruhunun İsrail için bir baskı unsuru olmaması ve Gazze’deki duruma yardımcı olmamasıdır. İkinci husus ise bu görüntülerin ardında İsrail’in Mescid-i Aksa üzerinde gün geçtikçe güçlenen bir eli olduğu gerçeğidir.

Yalnızca Bir Slogan = Terör Örgütü Mensubu Olmak
• Yukarıda bahsedilen kısıtlamalar haricinde işgal devleti ilk maddeyle ilgili olarak Mescid-i Aksa’da insanları etrafında toplayabilen, mescitte faal olan kişileri etkisiz hale getirmeyi başardı. Aksa Tufanı Savaşı’nın başladığı 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren İsrail’in Kudüs, Batı Şeria ve 48 topraklarında geniş çaplı tutuklama kampanyaları 1700’den fazla kişinin tutuklanmasıyla sonuçlandı. Tutuklamaların yanı sıra, Mescid-i Aksa’ya yaklaşmaları halinde uzaklaştırma ve tutuklama ile tehdit edilerek göz korkuttukları uzun bir liste daha bulunmaktadır. Daha önce yaşanan benzer durumlarda Kudüslü gençlere destek olmaya gelen birçok gencin Batı Şeria’dan Kudüs’e kaçak yollarla geçmesine bu kez izin vermedi.
• Belki hiç kimse tüm bir halkın tek başına harekete geçmesini beklemez çünkü genelde kitleleri harekete geçirecek birinin varlığına mutlaka ihtiyaç vardır. İşte İsrail o isimleri Mescid-i Aksa’ya girmekten ya alıkoydu ya da parmaklıklar arkasına hapsetti. Kudüs’te partilerin bulunmaması ve aktif faaliyet gösteren genç grupların olmamasından kaynaklı yaşanan siyasi ölü sessizlikten de hedefleri belli, sürdürülebilir bir destek ortaya konamaması gayet tabii bir durumdu.
• Ramazan’ın üçüncü haftası cuma günü sabah namazından sonra ilk defa Mescid-i Aksa’dan Gazze ve direnişe destek sloganları atıldı. Sayıları az da olsa başlarını derde sokmayı göze alan bazı kişiler slogan atanların etrafına doluşarak onlara destek verdi. Ertesi gün işgal devleti Kudüs ve dışından 16 genci “terör örgütüne mensup olma” suçlamasıyla tutukladı. Bir kısmını daha sonraki günlerde serbest bıraktı ancak bir kısmının da tutukluluk süresini uzattı. Bu gelişmelerin ardından işgal polisi küçük ve büyük her hareketi izlediğini, “canımız kanımız sana feda olsun Gazze” diyecek her kim olursa onu bulup tutuklayacağını göstermiş oldu. Zira bu da ayrı bir baskı unsuruydu. Hatta polislerin yaptıkları açıklamada, büyük çoğunluğun protestoya katılmayıp sadece seyirci kalması övgüye mazhar oluyordu.
Aksa Kuşatması
İkinci husus, nispeten artan ziyaretlerin Aksa Tufanı’nı takip eden beş ay sonrasına yani Ramazan ayına denk gelişi Müslümanların Aksa’dan mahrum bırakılmaları hakkındadır. Bu durum açıkça mescide girme durumunun tamamen İsrail inisiyatifine bağlı bir karar olduğunu gösterir niteliktedir. Savaşın başından itibaren İsrail, insanların Aksa’ya girişini kısıtlamış hatta bazı cuma günlerinde yalnızca beş bin kişi cuma namazını mescitte kılabilmişti. Müslümanlar bu kısıtlamaya doğrudan meydan okumak yerine daha sonraki süreçte, kesintili bir şekilde bazen de bireysel operasyonlarla meydan okumaya başladılar.
İsrail bunun üzerine bir adım daha ileri gitme kararı aldı: Aksa’nın anahtarını taşıyan tek mercii olma kararı… Bu durum insanların diline şöyle yansıdı: “Vallahi herkesi soktular…” ya da şunu duymaya başladık “Bize izin verdiler, durdurmadılar. Yalnızca çantalarımızı ve kimliklerimizi kontrol ettiler.” Yani girmeye “izin verilmesi” karşılığında kimlik ve çanta kontrolü yapılması normal, gelip geçici bir durummuş gibi lanse edildi. Bu durum üzerinde durulmayacak kadar basit bir meseleymiş gibi görünse de aslında gün be gün şiddetini arttıran boyunduruğun ve ablukanın yansımasıdır.
Söz konusu ablukada ilerleme, ambulans ekiplerine olan muameleye de yansıdı. Kudüs’te hizmet veren Filistinli farklı acil sağlık ekipleri ve dernekler özellikle cuma günleri Mescid-i Aksa’da olası yaralanma ve hastalık durumlarına müdahele etmek için çadır kurmaya alışkındı. Bu yıl işgal kuvvetleri ekiplerin acil çadırını açmalarına ve tıbbi malzemeleri içeri sokmalarına, tüm çalışanların isminin yazılı olduğu bir listeyi kendilerine teslim etmeleri karşılığında izin verme kararını aldı. Dernekler bu listelerin verilmesine razı olmadıkları için sağlık ekibi çalışanlarının resmi kıyafetleriyle veya ekipmanlarıyla Aksa’ya girmelerine izin verilmedi.
İsrail, bu tutumuyla sağlık ekiplerinden ne istiyor olabilirdi? Elbette İsrail’in karar mercii olduğunu, son sözün yalnızca ondan çıktığını, Aksa’daki faaliyetlere, giriş ve çıkışlara yalnızca onun karar verebileceğini göstermeyi. Sağlık ekipleri işgal devletinin bu şartlarını kabul etseydi İsrail’in muradını gerçekleştirmiş ve Aksa’daki ellerini güçlendirme yolunda bir taviz daha verilmiş olacaktı.
Namaza gelenler konusu da başlı başına zamansal bölünmeyle alakalı soruları akla getirmekteydi. İşgal devleti sanki “Evet sizi geçtiğimiz aylarda hep engelledik ama Ramazan’da izin verdik işte.” demeye çalışır gibi durmaktaydı. Bu bir zamansal bölünme değil mi? Yalnızca bayram günlerinizde izin veririz, geri kalan günlerde de engelleriz!
Bu zamansal bölünmeye delil oluşturacak farklı olaylar da bulunuyor. Bunlardan bir tanesi işgal devletinin Purim Bayramı’na denk gelen 24 Mart Pazar ve 25 Mart Pazartesi günleri baskın saatleri 07.00 – 11.00 arasında mescide gelenlerin “namaz vakti olmadığı” gerekçesiyle içeri alınmamasıydı. Baskın saatlerinde avludaki Müslümanları uzaklaştırmış, bazılarını doğruca mescitten çıkartmış ve Kıble Mescidi önünde beklemelerini dahi engellemişti. İşte bu Ramazan ayı devam ederken Mescid-i Aksa’da göz göre göre gerçekleşen zamansal bölünmenin ta kendisiydi.
Aynı durum Meğaribe Kapısı’nın Ramazan’ın son on günü ve bayram günlerinde 16 gün boyunca baskınlara kapatılmasında da geçerli olmuştur. Bazısı bu durumu bir “zafer” olarak görse de uzun zamandır bu günlerde baskınların yapılmamasına insanlar zaten alışkındı. Buna karşı “On mübarek geceniz mi var? Tamam, o zaman alın mescit bugünlerde sizin olsun.” der gibi zamansal bölünmeyi pekiştiren ve aynı günlerde öncelik verilecek bir Yahudi bayramıyla kesişmemesi dolayısıyla uygulanmıştır. Ramazan sonrasında Aksa’nın Yahudileştirme tehlikesiyle yüz yüze kaldığı en tehlike bayramlardan olan Pesah Bayramı geliyor. İşte o zaman denklem şaşıp Müslümanların girişi kısıtlanacak ve kapılar ardına kadar yerleşimcilere açılacaktır.
İsrail’in ileriye attığı her bir adım Filistin için bir gerileme olarak kaydedilmektedir. Örnek olarak itikaf meselesini ele alalım. İşgal yönetimi Aksa’da itikaf başladığı günden itibaren itikafa cuma, cumartesi ve son on gün olması gibi bir şart koydu ancak bir grup genç, İslami Vakıflar Dairesi’nin bile değiştirmek için kılını kıpırdatmadığı bu kısıtlamayı aşmak için uğraştı. Son iki yıl boyunca da Ramazan ayı girer girmez ilk günden itibaren itikaf için çağrılarda bulundu. Girişimlerinin hepsi baskıyla karşılık bulmasına rağmen başarılı oldukları zamanlar da oldu. Bu yıl ise hiç kimse cesaret edip ilk günden insanları itikafa davet etmedi ve insanlar “mevcut durumu” olduğu gibi korumayı tercih etti. Dolayısıyla da Ramazan’ın ilk cuma gecesine dek Mescid-i Aksa’da itikafa girilmedi.

Bu Cendereden Kurtulmak
İsrail, Müslümanların Ramazan ayında -kendi mescitleri olan Mescid-i Aksa’da- ibadet etmelerini ve Aksa’da Gazze’deki kardeşlerimizi destekler nitelikte bir ortam oluşmasını engellemek için hangi namazı mescitte kılabilecekleri ve mescide kaç kişinin gireceği konusunda kendisini tek yetkili kılarak “izni” vermiş oldu. Bu, Aksa’ya yalnızca namaz kılmak isteyenlerin gelebileceği; ancak zihinlerde güvenlik başta olmak üzere soru işareti ya da sorun oluşturacak şüpheli kimselerin giremeyeceği veya uzaklaştırılabileceği anlamına gelen bir izindi. Öte yandan Aksa’yı savunmanın bedelini ödemiş onlarca gencin şimdi ya hapishanede olmaları ya da öldürülmüş olmaları, tüm bu yaşananların gerçek ve örtülü kalmış bir yüzüdür.
İsrail’in Mescid-i Aksa’ya giriş-çıkış kısıtlamaları ve mescidin içindeki faaliyetlerindeki tehlikeli ilerleyişine rağmen umudumuz ve güvenimiz Ramazan sonrası Mescid-i Aksa’yı doldurmaya devam edecek ve işgal devletinin emellerini suya düşürecek insanlardadır.
Bununla birlikte Yunus’u balığın karnından çıkaran, Aksa’yı ve etrafındakileri de İsrail’in karnından çıkarmaya ve bu kuşatmayı kırmaya elbette ki kadirdir. Evet, Ramazan’ın bitmesine çok bir şey kalmadı ancak unutmamak gerekir ki bu günler mübarek günlerdir…

Bu yazı Gazeteci Hanady Kawasimi tarafından Arapça kaleme alınmış, Kudüs’te Bugün ekibi tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Lütfen kaynak göstererek paylaşınız.