Her yıl işgal altındaki Kudüs’ün Eski Şehri, sanat gösterileri, müzik ve sinema festivalleri ve ışıklandırmalar ile devasa bir sahneye dönüşüyor. Ancak bu göz kamaştırıcı parıltıların ardında, kutsal şehrin kimliğine, Arap ve İslami ruhuna zorla dayatılan bir işgal anlatısı gizleniyor. Filistin kültürel etkinliklerinin tamamen yasaklanıp ilgili kurumlarının kapatıldığı bir ortamda, işgalci İsrail makamları, kültürel ve turistik faaliyetler olarak pazarladıkları ancak aslında içinde tehlikeli siyasi ve yerleşimci hedefleri barındıran onlarca festival düzenliyor.
Kudüs ve Mescid-i Aksa üzerine çalışmalar yapan araştırmacı Ali İbrahim, işgalci İsrail makamlarının, Kudüs’ü Yahudileştirmek ve tarihi-kültürel mirasını tahrif etmek için kültürel ve sanatsal festivalleri “yumuşak bir araç” olarak kullanma oranının ciddi şekilde arttığına işaret ediyor. Öte yandan şehirdeki Filistin etkinliklerine yönelik baskıların ve engellemelerin devam ettiğini vurguluyor. İbrahim, işgalin bu festivaller aracılığıyla Kudüs’ün kültürel yapısını değiştirmeye ve İslami-Arap kimliğini silmeye çalıştığını belirtiyor. Bu kapsamda kutsal ve tarihi yerlerde, Mescid-i Aksa’ya sadece birkaç metre uzaklıkta eğlenceler, konserler ve içki partileri düzenleniyor. Bu yerler arasında Sultan Havuzu, Burak Duvarı çevresi, Silvan’daki Vadi er-Rababe Mahallesi ve Ma’man Allah (Mamilla) Mezarlığı dikkat çekiyor.
Kültürel Görünümlü Yahudileştirme Projeleri
Ali İbrahim’e göre işgal yönetimi bu festivalleri, Kudüs’ün tarihi ve kültürel sahnesini değiştirip İslami ve Arap sembollerini ortadan kaldırmaya yönelik kapsamlı bir Yahudileştirme projesinin “yumuşak araçları” olarak kullanıyor. Ali İbrahim bu festivallerin yalnızca eğlence aracı olmadığını, bilakis Kudüs’e dair tarihsel ve mekânsal bilinci yeniden şekillendirmeye yönelik organize araçlar olduğunu vurguluyor. Amacın, “birleşik Kudüs”ü işgalin başkenti olarak sunan Siyonist anlatıyı yerleştirmek ve bu süreçte Filistin anlatısını sistematik bir şekilde ortadan kaldırmak olduğuna işaret ediyor.
İşgal altındaki kentin doğu kesimini hedef alan bu etkinliklerden en dikkat çekenleri şunlar:
- Kudüs Uluslararası Sinema Festivali: Sultan Havuzu olarak bilinen tarihi mekânda düzenlenen bu festivalde, İsrail’in “Wolgin Ödülü”nü kazanmış filmler, Kudüs mahallelerine yakın açık bir alanda gösteriliyor.
- Işıklar Festivali: Bu festivalde Eski Şehir, Şam Kapısı, Süleyman Mağarası (Zedekiah Mağarası) ve Emevi Sarayları Meydanı gibi yerler, gürültülü ve parlak ışık gösterilerinin yapıldığı bir sahneye dönüştürülüyor.
- Auto Ochel Festivali: Silvan’daki Vadi er-Rababe Mahallesi’nde yapılan bu festivalde yemek, müzik ve alkol bir araya getiriliyor ve festival Mescid-i Aksa’ya oldukça yakın bir noktada düzenleniyor.
- Şarap Festivalleri: Müslümanlara ait bir mezarlık olan Ma’man Allah Mezarlığı’nda gerçekleştirilen bu festival mezarlığa karşı apaçık bir saygısızlık teşkil ediyor.
Hedef Alınan Mekânlar ve Yanlış Anlatılar
Bu festivaller, yüksek dini ve tarihi değere sahip mekânları özellikle hedef alıyor. Sultan Havuzu, Kudüs Surları, Ma’man Allah Mezarlığı ve Silvan beldesi gibi yerler, ibadet ve tarih mekânları olmaktan çıkarılarak, Batılı ve yerleşimci bir tarzda ticarileştirilmiş eğlence mekânlarına dönüştürülmeye çalışılıyor. Araştırmacı Ali İbrahim’e göre işgalci İsrail bu mekânları rastgele seçmiyor. Özellikle Arap ve İslami kökleri olan bu mekânlara “yapay bir Yahudi varlığı” yerleştirilmek isteniyor. Geniş katılımlı etkinlikler, süslemeler ve ışıklandırmalar aracılığıyla bu yerlerin kültürel ve dinî sembolleri sistematik biçimde silinmeye çalışılıyor. İbrahim, bu festivallerin doğrudan İsrail devlet kurumları tarafından desteklendiğine dikkat çekiyor ve Kudüs Belediyesi, Kudüs Gelişim Otoritesi, Miras Bürosu ve Eski Eserler Kurumu’nun bu destekçiler arasında yer aldığını vurguluyor. Ayrıca bakanlıkların, bankaların ve turizm şirketlerinin de mali destek sağladığına işaret ediyor.
Bu bağlamda örneğin, İsrail Kültür Festivali’nin yaklaşık 6 milyon şekel bütçeyle finanse edildiği ve bu miktarın yarım milyonunun Kudüs Belediyesi tarafından karşılandığı ortaya çıktı. Öte yandan, 100 milyon şekeli (yaklaşık 30 milyon dolar) aşan bir bütçe ile Sultan Havuzu’nun kafeler, parklar ve gece ışıklandırmalarını kapsayan 7 bin kişilik kapasiteye sahip konser alanına dönüştürülmesi hedefleniyor. Tüm bunlara karşın, işgal makamları Kudüs’te Filistin ile alakalı herhangi bir kültürel etkinliğe izin vermemeye devam ediyor. Düşünce kurumları ve sivil birimler kapatılıyor, halk etkinlikleri bastırılıyor. Bu durum, Filistin’in kültürel varlığını zayıflatırken İsrail anlatısının egemenliğini pekiştiriyor.
İbrahim “İşgal sadece kendi festivallerini yaymakla kalmıyor, aynı zamanda Filistin ile ilgili kültürel hayatı da tümüyle boğuyor. Böylece tek yönlü, yalnızca yerleşimci hedeflere hizmet eden bir kültürel manzara yaratmaya çalışıyor” sözleriyle bu durumu yorumluyor. Araştırmacı bu politikanın temel amacının, Kudüs’ü işgal devletinin daimi başkenti olarak kabul ettirmeye zemin hazırlamak için hem resmi düzeyde hem de turistik açıdan tamamen “Yahudi şehri” olarak lanse etmek olduğuna dikkat çekiyor.
Tehlikeli Boyutlar
Araştırmacı Ali İbrahim’e göre, bu uygulamaların başta Filistin kimliğini silip İsrail anlatısını öne çıkarmak olmak üzere uzun vadeli stratejik boyutları bulunuyor. Bu doğrultuda işgalci oluşum kültürel ve sanatsal etkinlikler düzenleyerek Kudüs’ün kültürel sahnesini yeniden inşa etmeye çalışıyor. Bu çabanın bir parçası olarak Kudüs, kültürel ve sanatsal düzeyde İsrail’in başkenti gibi sunuluyor. Kenti siyasi ve idari anlamda İsrail’in başkenti hâline getirme yönündeki girişimler öne çıkıyor. Buna karşın, işgal güçleri Filistinlilerin kültürel faaliyetlerini sistematik bir şekilde engelliyor. İşgal altındaki Kudüs’ün doğu kısmında Filistin ile ilgili düzenlenmek istenen her türlü kültürel etkinlik bastırılıyor, düşünce ve kültür kurumları kapatılıyor. Bu şekilde Filistin ile ilgili kültürel canlandırma çabaları tümüyle ortadan kaldırılmak isteniyor.
İbrahim, bu festivallerin taşıdığı tehlikeli boyutlardan bir diğerinin, Kudüs’ün tarihi ve arkeolojik dokusunun tahrif edilmesi olduğuna dikkat çekiyor. Bu etkinlikler, şehirdeki tarihi mekânların anlamını ve işlevini değiştiriyor, bu yerlerin sembolik değerini bozuyor ve Filistinlilerin bu mekânlara erişimini kısıtlıyor. Aynı zamanda, sözde kültürel etkinlikler bahanesiyle, Yahudi yerleşimcilerin etkinliklerine hizmet edecek altyapılar güçlendiriliyor. Bu da Kudüs’ün gerçek hazinelerini görünmez kılacak uzun soluklu bir medeniyet saldırısına işaret ediyor. Bu festivaller, Kudüs’ün doğu kısmında yerleşimci varlığını güçlendiriyor. Etkinliklerin önemli bir kısmı bu bölgede yoğunlaştırılarak yerleşimcilerin bölgeye çekilmesi hedefleniyor. Böylece, her bir “kültürel” etkinlik aracılığıyla İsrail’in anlatısı yeniden üretiliyor; Yahudi ve Siyonist semboller, anlamlar ve fikirler ön plana çıkarılıyor. Bu durum özgün Filistin anlatısının silinmesine neden oluyor. Ayrıca etkinlikler sırasında süslemeler, güvenlik önlemleri ve Filistinlilerin yaşam alanlarının kısıtlanması gibi uygulamalar, bu tek yönlü kültürel manzaranın hâkimiyetini pekiştiriyor.
İbrahim, bu tehlikeli Yahudileştirme faaliyetlerinin belgelenmesi ve bunlara karşı durulması için sadece Filistin düzeyinde değil, aynı zamanda Arap ve uluslararası düzeyde kültür ve mirasla ilgilenen tüm kurumların harekete geçmesi gerektiğini vurguluyor. İbrahim Kudüs’teki Filistin kültürel girişimlerinin desteklenmesinin önemli olduğuna, zira “kentin kimliğiyle ilgili mücadelenin sadece silahla değil; aynı zamanda bilinçle, anlatıyla, görsellerle ve kelimelerle verileceğine” dikkat çekiyor.
Tarihin Tahrif Edilmesi
Kudüs meselelerinde uzman Fahri Ebu Diyab, işgalci İsrail’in Kudüs kentinde sistematik bir Yahudileştirme süreci kapsamında ciddi bir mesafe katettiğini belirtiyor. Ebu Diyab, bu süreçte Gazze Şeridi ve Batı Şeria’ya yönelik devam eden saldırıların da kullanılarak planların hızlandırıldığına dikkat çekiyor. Şehab Haber Ajansı’na özel açıklamalarda bulunan Ebu Diyab, işgal hükümetinin Kudüs’te hayatın tüm alanlarında hakimiyetini giderek artırdığını ifade ediyor. Evlerin yıkılması, halkın yerinden edilmesi ve mülklerin gasp edilmesinden, başta Mescid-i Aksa ve kutsal mekânlar olmak üzere Kudüs’ün Arap ve İslami kimliğini silip sahte bir kimlik dayatmaya kadar giderek gerilimin tırmandırıldığına dikkat çekiyor. Ebu Diyab, işgalci makamların tarihi çarpıtarak kendi sömürgeci anlatılarına uygun bir hikâye dayatmaya çalıştığını; ancak Kudüs’te sürdürülen arkeolojik kazılara rağmen bu anlatıyı destekleyecek hiçbir tarihi kanıt bulamadıklarını ifade ediyor.
Bu Yahudileştirme projesinin yalnızca kentin kültürel ve tarihi dokusunu değiştirmekle sınırlı kalmadığını belirten Ebu Diyab, aynı zamanda planlı bir ekonomik savaşla Kudüslüleri yaşamsal, sosyal ve dini alanlarda sistematik baskılarla yıpratıp onları ya Batı Şeria’ya ya da tümüyle tarihi Filistin topraklarının dışına göç etmeye zorlamayı hedeflediğini vurguluyor. Ebu Diyab’a göre, İsrail, dünyanın Gazze ve Batı Şeria’daki gelişmelere odaklanmış olmasından faydalanarak Kudüs’te halkı kendi şehrinden uzaklaştıracak yeni bir gerçeklik inşa etmeye çalışıyor. Bunu da yerleşim faaliyetlerini artırarak, yerli halkı tehcir ederek ve tüm süreci idari, ekonomik ve güvenlik gerekçeleriyle gizleyerek yapıyor.
Tüm bu politikalara karşı tek yolun direniş ve kararlılık olduğunu vurgulayan Ebu Diyab, Kudüs halkının yaşadığı acılara rağmen haklarına ve kimliklerine sıkı sıkıya sarılmaya devam ettiğini ve Kudüslülerin iradesinin işgalin tüm planlarını parçalayacak bir kaya gibi durmaya devam edeceğini ifade ediyor. Her yıl binlerce İsrailli ve yabancı turist söz konusu festivallere katılmak için Kudüs’e geliyor. Özellikle danslı müzik gösterileri geniş kitleleri cezbediyor. Ancak bu etkinliklerin bedelini ödeyen Kudüslüler oluyor. Bu gösteriler Kudüslülerin günlük yaşamlarını altüst ediyor, hareket özgürlüklerini kısıtlıyor ve gösterilerin yapıldığı bölgelerde askeri varlık yoğunlaştırılıyor.
Bu yazı Şehab tarafından kaleme alınmıştır, çevirisi Kudüs’te Bugün ekibine aittir.