Written by Görüş

Aksa Tufanı Gölgesinde Kudüs Kılıcı Savaşı’nın Yıldönümü

2021 yılının, Filistin topraklarının tamamında işgalci Siyonist rejime karşı topyekûn bir direnişin eşsiz bir örneğini sunduğu göz ardı edilemez bir gerçek. Her bölge kendi doğası, imkânları ve kabiliyetleri çerçevesinde harekete geçmişti. Gazze, Kudüs’e yönelik direnişin roketlerini ateşlemiş, Kudüs’teki Filistinliler, Mescid-i Aksâ’da yerleşimcilere karşı ayaklanmış, Batı Şeria’da işgal ordusuyla şiddetli çatışmalar yaşanmıştı. İçerideki Filistinliler ise işgal polislerine ve yerleşimcilere karşı pek çok bölgede direnişe geçmiş, hatta bazı şehirleri — örneğin Lid şehrinde olduğu gibi — geçici olarak özgürleştirmeyi başarmışlardı. Tüm bu gelişmeler, Filistinliler arasında Kudüs’ün Kılıcı olarak adlandırılan savaşın bir parçasıydı.

Bu büyük olay, tüm Filistin sahalarının eşzamanlı olarak işgale karşı birleşmesinin bir simgesi haline gelmiş ve 2000 yılında başlayan Aksa İntifadası’ndan bu yana benzeri görülmemiş bir an yaşatmıştı. Bu savaşın kıvılcımı, işgalci oluşumun 1967 yılında Kudüs’ün doğusunu başta Mescid-i Aksa olmak üzere kutsal mekanlarla birlikte işgal etmesinin yıl dönümü olarak kutladığı “Kudüs Günü” kutlamalarıyla çakılmıştı.

İşgalci oluşum her yıl Kudüs Günü’nde güç gösterisi yapıp Kudüs sokaklarında ve Mescid-i Aksa kapıları etrafından Burak Duvarı’na kadar “Bayrak Yürüyüşü” adlı yürüyüşlerle bu günü kutluyor iken; kıvılcımın yakıldığı andan itibaren, söz konusu Kudüs Günü, Filistinlilere halkın işgalle topyekûn bir çatışmaya girebileceğini ve onu geri adım atmaya zorlayabileceğini hatırlatan bir gün haline gelmişti.

Gelgelelim, işgalci oluşum o yıl aldığı ağır yenilginin acısıyla, sonraki yıllarda bu kaybettiği otoritesini Filistinlilere karşı yeniden kazanmaya ve hükümetine karşı kamuoyunda oluşan çatlağı onarmaya çalıştı. 2022 yılında ise, bir önceki yıl yapmak isteyip de yapamadığı her şeyi Kudüs’te ve Mescid-i Aksa’da gerçekleştirmek adına delicesine bir çaba içine girdi. Bunda “başarılı olması”, işgalci oluşumu daha da cesaretlendirdi ve böylece 2023 yılına ellerini daha da ovuşturarak girmesini sağladı. Özellikle de işgalci oluşum, direnişin herhangi bir çatışmaya girmek istemediğine adı kadar emindi. Ancak bu sanrıdan başka bir şey değildi. Zira 7 Ekim’de Aksa Tufanı operasyonunun başlaması işgalin yüzüne adeta bir tokat gibi çarptı.

Aksa Tufanı operasyonunun başlarında işgalci oluşumun uğradığı aşağılayıcı yenilgi, işgalci toplumun desteğini yeniden kazanması için Mescid-i Aksa’yı öncelikli hedefi haline getirdi. Bu nedenle, Aksa o günden bugüne kadar benzeri görülmemiş vahşi bir saldırıya maruz kalıyor. Bu saldırı, Aksa’yı Filistin, Arap ve İslam dünyasının bilincinden tamamen kopararak burayı işgalci oluşumun hizmetine sunmayı amaçlıyor.

İşgalci oluşum, Aksa’da yeni gerçeklikler oluşturmak üzere zorbalık ve şiddet dolu yöntemlere başvurarak, aleni dini ritüeller gerçekleştirmek, zamansal bölünmeyi sağlamak ve Müslümanların ibadetlerine müdahale etmek gibi eylemlere yöneldi. Bunlar arasında, Müslümanların sadece namaz vakitlerinde Aksa’ya girmelerine izin verilmesi, buradaki Müslümanların kategorilere ayrılarak “Müslüman” tanımının sadece Filistinlilerle sınırlandırılması, hatta Gazze için dua edilmesinin veya adının anılmasının bile yasaklanması gibi müdahaleler yer alıyor.

Dolayısıyla, işgal son aylarda Mescid-i Aksa’da geçmiş yıllara kıyasla eşi benzeri görülmemiş bir ilerleme kaydetti. Bu ilerleme, esasen işgalin güvenlik kurumlarının artık dini Siyonizm akımının — özellikle aşırı radikal bakan Itamar Ben-Gvir’in — kontrolü altında olmasından kaynaklanıyor. Bu nedenle, işgalci oluşumun Mescid-i Aksa’da bu kadar saldırgan davranmasının temel sebebi, şu anda orada karar verici konumda olan tarafın dini Siyonizm akımı mensuplarının olmasıdır.

Bu çerçevede, mevcut vahşi savaşın başlamasının ardından Filistin topraklarına yaşatılan dehşetin şokuyla Kudüslülerde oluşturulmak istenen korku, sindirilmişlik ve dehşet halinin devam etmesi durumunda Aksa’da işlerin nereye varabileceğini tahmin edebiliriz.

İşte tüm bu koşullar altında, içinde bulunduğumuz mayıs ayının 26’sında yine “Kudüs Günü” geliyor. Bu bağlamda, Tapınak Grupları adı verilen fanatik oluşumların ardı ardına yaptığı çağrılarla Aksa’ya toplu baskın düzenleme ve burada işgal bayrağını dalgalandırma hazırlıklarının doruk noktasına ulaştığını görüyoruz. Bu baskınların, Aksa içinde hususi ve açık dini ritüellerle birlikte yapılması; akşamında ise, Müslüman mahallelerin içinden geçen ve Aksa’nın etrafından Burak Duvarı’na kadar süren yıllık “Bayrak Yürüyüşü”nün gerçekleştirilmesi planlanıyor.

Bu yılki hazırlıklar, özellikle işgalci oluşumun dünya kamuoyuna karşı sergilediği benzeri görülmemiş küstahlık ve Gazze’ye karşı yürüttüğü topyekûn savaşın ortasında yapılıyor. Gazze’de bir yandan eşi benzeri görülmemiş bir kıtlık yaşanırken, bir yandan da çocuğu, kadını, yaşlısı, erkeği demeden öldürülen sivil sayısı her gün neredeyse 100’ü buluyor. Bu durum, eğer Kudüs halkı tam anlamıyla uyanıp dikkatli olmazsa, bu işgalci yapının kibir ve küstahlığının, Mescid-i Aksa’da her türlü çılgınlığı ve pervasız girişimi yapabilecek bir noktaya varabileceğine işaret ediyor!

Bu bir yana; diğer yandan şu da unutulmamalı ki, bu olay dünyada işgale karşı artan öfkenin daha bariz bir şekilde görüldüğü bir döneme denk geliyor. Özellikle Gazze’ye uygulanan vahşi abluka ve aç bırakma politikası nedeniyle, her zaman işgale destek verip onu sarsılmaz bir müttefik olarak gören ülkelerden bile ardı ardına kınama ve tehdit içeren açıklamalar geliyor. Avrupa’dan, Batı’dan, hatta Doğu’dan bile siyonist soykırımcı rejimin eylemlerine artık tahammül edilemediğine dair beyanlar yükseliyor.

Bu gelişmeler, sahada iyi değerlendirilmeli. Tam da şu anda, yerleşimciler tarafından Aksa’ya yapılacak herhangi bir baskına karşı halkın ayağa kalkması ve Kudüs ile Mescid-i Aksa’daki durumun yeniden krize dönüştürülmesi gerekiyor. İşlerin kriz halini alması, işgalin hiç beklemediği ve kolayca karşı koyamayacağı bir senaryo olur. Çünkü artık dünya, bir buçuk yıl öncesindeki gibi işgalin arkasında durmuyor. Bu da işgalin, dünyayla olan çatışmasını daha da derinleştirecek yeni cepheler açmasına neden olabilir.

Kudüs’te işgale karşı en etkili yöntem her zaman kriz halinin oluşması ve halkın kararlı direnişi olmuştur. Bu, Filistinlilerin — özellikle de Kudüslülerin — anlaması gereken bir hakikâttir. İşgal, Gazze’de ne kadar vahşileşirse vahşileşsin, bugün dünyanın dört bir yanından, özellikle sıkı müttefiki olması gerekenlerden, peş peşe darbeler yiyecektir. Peki, Mescid-i Aksa’yı bu vahşilikten koruyacak bir duruş görebilecek miyiz?

 

Bu yazı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Dr. Abdullah Maruf tarafından kaleme alınmıştır, çevirisi Kudüs’te Bugün ekibine aittir.