İsrail, bu ayın ortalarında Remle’de araçla gerçekleştirilen çifte şehadet eyleminin failinin mavi kimlik kartı taşıyan genç bir Kudüslü olmasını beklemiyordu. Kudüs’ün kuzeyindeki Kafr ‘Aqab beldesinden Muhammed Şihab adlı genç, Kudüslüler için zorunlu kılınan İsrail kimlik kartını taşımaktaydı.
İsrail, Aksa Tufanı Operasyonunun yapıldığı tarihten beri Kudüs ve Batı Şeria’da, bölgenin ileri gelenlerine veya nüfuz sahibi kişilere uzanacak şekilde geniş çaplı bir tutuklama furyası başlatmıştır. Bununla yetinmeyip, özellikle Kudüs’ün her yerine korku ve panik halini yaymak için mahkumlara yönelik sistematik işkenceyi de iyice artırmıştır.
Bu tutuklama furyasına başlayarak Kudüs halkına, ateşe körükle gitmeye çalışanlara, çatışmayı Batı Şeria ve bölgenin en hassas noktası olan Kudüs’ü de kapsayacak şekilde genişletmek isteyenlere tolerans gösterilmeyeceği mesajını vermek istemiştir.
Mescid-i Aksa yakınındaki Yeşil Hat içerisinde Cebbarin ailesinden 3 gencin gerçekleştirdiği eylemle başlayan 2017 yılındaki Esbat Kapısı’ndaki olayların yıl dönümünde, kimse Muhammed Şihab’ın bu eylemi yapmayı planlayacağını bilemezdi. 2017 yılındaki bu olaydan sonra Netanyahu hükûmeti elektronik kapılar koymaya çalışmış ve İsrail istihbarat servislerinin baskısıyla geri adım atmamış olsaydı olaylar alevlenecek ve neredeyse büyük bir intifadaya dönüşecekti.
Günümüzdeki savaşın başlangıcından bu yana İsrail, Kudüslüleri tamamen kontrol altına aldığını düşünmekteydi. Gençler artık sabahları Mescid-i Aksa’ya girememektedir. Birçok Kudüslü, İsrail savaş makinesine karşı Gazze’deki sivillerin yanında durmak da dahil olmak üzere İsrail’in tanımına göre “kışkırtma” olarak anlaşılabilecek hiçbir şeyi artık sosyal medyada paylaşamamaktadır.
Bununla birlikte İsrail, genç bir Kudüslü tarafından yapılan bu eylemle şoka uğramış ve İsrail güvenlik servisi hemen bu eylemin bireysel bir eylem olduğunu ve herhangi bir örgütle bağlantısının bulunmadığını duyurmuştur. Aynı gün Kudüs’te, kendilerine “Mücahitler Tugayı – Dahili Şehitler Birimi” adını veren bilinmeyen bir örgüt adına imzalanan ve bu eylemi sahiplenen bir bildiri ortaya çıkmıştır.
Bu örgütün gerçekten var olup olmadığı ya da bazı gençler tarafından mı kurulduğu belli olmasa da, özellikle Filistin direniş grupları tarafından sahiplenilmeksizin eylemi öven açıklamaların yapılması ve eylemi sahiplenen bir açıklamanın yayınlanması, bu eylemin kendiliğinden ya da bireysel olarak yapılmadığını göstermektedir. Bu eylem, 2015 yılında Kudüs’ü kasıp kavuran ve çoğunlukla bireysel olarak yapılan bıçaklı saldırı dalgasından farklıdır.
Gazze’deki mevcut savaş sırasında Kudüs’te başlatılan silahlı direniş hareketini takip edenler, bu hareketin genellikle bireysel ya da nispeten uzaktan organize edilen eylemlere dayalı olduğunu görecektir. 7 Ekim’den Muhammed Şihab’ın gerçekleştirdiği eyleme kadar Kudüslüler tarafından gerçekleştirilen silahlı eylemlerin sayısı sadece dört tanedir:
İlki, geçtiğimiz Kasım ayının 30’unda, Kudüs’ün kuzeyindeki Ramot yerleşim birimindeki Sur Bahir kasabasından Murad ve İbrahim Nimr adındaki iki kardeş tarafından gerçekleştirilmiştir ve dört yerleşimci öldürülmüştür.
Ardından Kudüslü Fadi Camcum, 16 Aralık’ta Yeşil Hat içindeki Kiryat Malakhi’de silahlı saldırı düzenleyerek iki yerleşimciyi öldürmüştür.
Bu eylemden sonra, geçen Şubat ayının yirmi dokuzunda, Nablus’un güneyindeki Eli yerleşim biriminin girişinde Kudüslü Muhammed Manasira tarafından ateş edilerek bir eylem gerçekleştirilmiş ve iki yerleşimci öldürülmüştür.
Ardından Muhammed Şihab’ın Remle’de gerçekleştirmiş olduğu son eylem, Aksa Tufanı Operasyonundan bu yana gerçekleştirilen dördüncü eylem olmuştur.
Bu eylemlerin zamanlaması incelendiğinde, ilk üçünün nispeten kısa zaman aralıklarıyla gerçekleştirildiği görülmektedir. Ancak Muhammed Manasira’nın Eli yerleşiminde gerçekleştirmiş olduğu eylem ile Muhammed Şihab’ın Remle’deki eylemi arasında geçen süre yaklaşık dört buçuk aydır. Bu durum, Şubat sonundan son olarak Muhammed Şihab tarafından gerçekleştirilen eyleme kadar göreceli olarak sakin bir dönem geçiren Kudüs’te aslında 7 Ekim’den bu yana gerçek bir savaş yaşandığına, Kudüs’teki Müslümanların sakinleşmediğine ve bu savaşı unutmadığına işaret etmektedir.
Silahlı eylemler arasındaki göreceli araya ve dokuz ay içerisinde sadece dört eylem gerçekleştirilmiş olmasına rağmen bu durum, Kudüslülerin Gazze’de yaşanan olaylardan uzak olmadığını, aksine kendilerini çatışmanın bir parçası olarak gördüğünü göstermektedir. Kudüslülerin bu gerçeği unuttuğunu varsaysak bile, İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir, Kudüslülere savaşın aslında kendileri için zorunlu olduğunu hatırlatıp durmaktadır. Mescid-i Aksa’ya her baskınında ve popülist açıklamalar yaptığında Kudüslüler de bu gerçekliğin ayrılmaz bir parçası olmaktadır.
Mübarek Ramazan ayının ardından gelen birkaç ay, Kudüslülerin gözü önünde Mescid-i Aksa’ya yönelik benzeri görülmemiş saldırılara sahne olmuştur. Görünen o ki mübarek Ramazan ayı için hazırlık yapan İsrail, o dönemde Kudüs’teki mevcut durumun bozulmaması için yoğun çaba harcamış ve bu konuda başarılı olduğunu düşünmektedir. Bu da Kudüs’teki radikal dini Siyonist hareketin ve takipçilerinin Kudüs’e yeni gerçeklikler dayatma konusunda iştahını kabartmıştır. Belki de İsrail’in geçen ay Gazze’ye yönelik benzeri görülmemiş saldırılarına ek olarak, sözde barış anlaşmasına ilişkin artan söylemlerle birlikte Muhammed Şihab’ın eyleminin gerçekleşmesine neden olan ana sebep de buydu.
İsrail medyasında, özellikle de sağcı medyada, sadece Muhammed Şihab’ın evi değil yaşamış olduğu Kafr ‘Aqab bölgesindeki otuz evi birden yıkmak, gelecekte Kudüslüleri korkutmak ve onları bu tür bir eylemde bulunmaktan caydırmak için toplu cezalandırmalar uygulanması gibi çağrılar devam ederken, bu eylemin İsrail’de hassas bir sinire dokunduğu açıktır.
Bu bir şeye işaret edecekse eğer, İsrail açısından bu eylemin tehlikesinin, failinin Kudüslü olmasından kaynaklandığına işaret eder. Bu da bu şehrin gerçekten İsrail egemenliği altında olmadığını, hâlâ İsrail’in yumuşak karnını ve en tehlikeli zayıflıklarından birini temsil ettiği gerçeğini ön plana çıkarır.
Son Remle eylemi hem Kudüs’te hem de Gazze’de olup bitenlere karşı kendiliğinden gerçekleşmiş bir tepki olabilir. Aynı zamanda Kudüslülerin işgal askerlerine ve yerleşimcilere yönelik gerçekleştirdiği yeni saldırıların habercisi de olabilir. Bölgedeki olayların her gün hızlı bir şekilde değişmesi nedeniyle yakın geleceği kimse tahmin edememektedir.
Ancak vurgulanması gereken o ki, Kudüslülerin uzun bir aradan sonra silahlı çatışma alanına dönüşü bir olasılık değil, zaman meselesidir. Kudüs, işgalci devletin yumuşak karnıdır ve özellikle Mescid-i Aksa’da yaşananlarla birlikte işgal hükümeti karşısında saldırıların artması, hatta patlaması muhtemel en hassas bölgedir. Çünkü Kudüslüler Yeşil Hat dahilinde yaşayan Filistinliler gibi İsrail vatandaşlığına sahip değillerdir ve Batı Şeria’nın geri kalanı gibi Filistin Yönetimi’ne veya Batı Şeria’daki güvenlik koordinasyonuna tabi değillerdir. Bu nedenle İsrail’in kırmızı çizgilerini aşma ve Kutsal Şehir’de her seviyede çatışma çıkarma konusunda en yüksek potansiyele sahip kişilerdir.
Tüm göstergeler, Uluslararası Adalet Divanı’nın Kudüs’ün doğusu da dahil olmak üzere Batı Şeria’nın tüm bölgelerindeki İsrail işgaline son verilmesini öngören kararıyla Filistinlilere sağlanabilecek manevi destekle birlikte, 1992’de Madrid’de başlayan barış sürecinin ve sonrasında yaşananların aksine, özellikle Knesset’inin daha önce benzeri görülmemiş bir şekilde yakın zamanda bir Filistin devletinin kurulmasını reddetme yönünde karar almasıyla birlikte, bu patlamanın yaşanma olasılığına işaret etmektedir.
Bu, Batı Şeria’ya şu ankinden daha güçlü bir şekilde girmek için çatışma alanını genişletmeye sebep olabilir ve bu durumda Kudüs, Yeşil Hat’ın iki yakası arasındaki açık uçlu bağlantı noktası olması hasebiyle İsrail’in en etkili alanı olacaktır.
İstesek de istemesek de, Kudüs’teki savaş kaçınılmaz olarak yaklaşmaktadır. Kudüslülerin Kudüs’te gerginlik çıkarma niyetinde olmadığını varsaysak bile, Siyonist dinci sağ hareket Kudüslüleri kendi hallerine bırakmayacak ve onlara nefes aldırmayacaktır. Çünkü Kudüs’te ve Mescid-i Aksa’da hayata geçirmek istedikleri bir projeleri ve programları bulunmaktadır.
Siyonist sağın gerçekleştirmek istediği hedeflerin başında, Batı Şeria’daki projelerinde olduğu gibi Kudüslüleri şehirden sürmek, Mescid-i Aksa’yı Yahudileştirmek ve tamamen kontrol altına almak yer almaktadır. Programlarını Kudüs ve Batı Şeria’da uygulamaya başlamak için Gazze’de vaat edilen “zaferin ilan” anını beklemektedirler.
Gazze’deki savaş ister bugün ister yarın bitsin, Kudüs ve Batı Şeria’da çatışmaların alevlenmesi an meselesidir. Ancak bölgenin tarihi ve siyasi gerçekliği, ilk harekete geçenin yolu yarılayacağını göstermektedir.
Bu yazı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Dr. Abdullah Maruf tarafından Aljazeera için kaleme alınmıştır, çevirisi Kudüs’te Bugün ekibine aittir.