Written by Görüş

İsrail Mescid-i Aksa’daki Müslüman Tanımını Değiştiriyor

Eski ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, 2015 yılında Kudüs’te Sekakin Direnişi başladığı zamanlarda bölgeye geldiğinde, Kerry Mutabakatı olarak anılan anlaşmanın en önemli hükümlerinden biri, Müslümanlara Mescid-i Aksa’da ibadet hakkı, Yahudilere ise “ziyaret hakkı” verilmesiydi.

Belki de bu madde, Mescid-i Aksa’daki mevcut durumu açıkça ihlal eden ve Aksa’nın işgalden bu yana içinde bulunduğu koşullarda köklü bir değişiklik getiren en tehlikeli maddelerden biri olmuştur. Maalesef Kerry Mutabakatındaki bu madde Arap yetkililere aktarılmış ve o yıl kabul edilmiştir. 2003 yılından bu yana yalnızca işgal yönetimi tarafından zorla dayatılan, yerleşimcilerin Mescid-i Aksa’da “ziyaretçi” veya “turist” olarak bulunması, imzalandığı günden itibaren üzerinde uzlaşılan bir “hak” haline gelmiştir.

O dönemde pek çok gözlemci, bu maddelerin İsrailli politikacıların son (talebi) olmayacağını düşünerek bu mutabakatın sonuçları konusunda uyarılarda bulunmuştur. İsrail toplumundaki çeşitli kesim ve yönelimlerin, Mescid-i Aksa’nın, dua ve dini ritüellerin yerine getirilmesi için yerleşimcilere açılması ve sözde “ziyaret hakkı” ile yetinilmemesi gerektiği konusunda neredeyse hemfikir olduğu bilinmektedir.

Şüphesiz bu düşünceyi son birkaç yıldır net bir şekilde görmeye başladık ve bu yıl Gazze Şeridi’nde devam eden savaş sırasında zirveye ulaşmıştır. Tevrat’ta anlatılan dini ritüellerin çoğu, Yahudi dini bayramları sırasında mübarek Mescid-i Aksa’da açıkça ve hiçbir engellemeyle karşılaşmaksızın gerçekleştirilmiştir. Uygulanmayan tek ritüel, İsrail’in geçen Nisan ayında Pesah Bayramı’nda uygulamaya koyamadığı hayvan kurban etme ritüelidir.

İsrail’in, Mescid-i Aksa’da Yahudilere dua ve ibadet hakkı tanınmaya başlanması için Kerry Mutabakatını değiştirme girişimi, Haham Yehuda Glick gibi aşırı sağcı grupların bazı liderlerinin iddia ettiği üzere Mescid-i Aksa’nın Müslümanlar ve Yahudiler arasında eşit olarak paylaşılan kutsal bir mekan haline getirilmek istendiği anlamına gelmemektedir.

Ama gerçek şu ki, işgal hükûmeti Mescid-i Aksa’nın Yahudilere açılması karşılığında Müslümanların ibadet özgürlüğünün kısıtlanmasının gerekli olduğunu düşünmektedir. Öncelikle iki taraf arasında bir eşitlik noktasına ulaşılacak, ardından Mescid-i Aksa’daki Yahudi dini bakış açısını asli unsur haline getirmek amacıyla Yahudi bakış açısı yavaş yavaş İslami bakış açısına üstün gelmeye başlayacaktır.

Bu hedefe ulaşmak için Mescid-i Aksa’ya gelen Müslümanların sayısının mümkün olan en düşük seviyeye indirilmesi gerekmektedir. İsrail, işgalden bu yana Mescid-i Aksa tarihinde Müslümanlara yönelik en kötü kısıtlama dönemlerinden birine tanık olunan son Ramazan ayında mevcut savaş koşullarından yararlanarak bunu uygulamış ve bu, Aksa’daki Müslümanların sayısının önemli ölçüde azalmasına sebep olmuştur.

Ben Gvir liderliğindeki İsrail Ulusal Güvenlik Bakanlığı, Batı Şeria’da ikamet eden Müslümanlara yönelik bu kısıtlamaları ilk kez onaylamıştır. Ardından Yeşil Hat sakinleri (48 Topraklarındaki Filistinliler) ve Eski Şehir sınırları içinde olmayan Kudüs’teki Müslüman Filistinliler bu kısıtlamaya dahil edilmiştir.

Ancak kısıtlamalar konusunda her zaman Filistin toprakları dışından gelen Müslümanlarla, özellikle de Batı uyruklu olanlarla karşı karşıya gelmekten kaçınılmıştır. İsrail her zaman kendisini bir dini özgürlük vahası olarak göstermeye ve dünyanın her yerinden gelen Müslüman ziyaretçilere ibadet özgürlüğü sağlamaya özen göstermiştir.

Her ne kadar peş peşe gelen İsrail hükümetleri, Aksa’daki Müslümanların sayısını artırdıkları için bu kişilerin varlığını onaylamasa da, İsrail polisi ile aralarında bir anlaşmazlık olması durumunda vatandaşı oldukları hükûmetlerin müdahalesiyle oluşacak sorunlardan da kaçınmışlardır.

Son dönemde Mescid-i Aksa’da Filistinlilere uygulanan kısıtlamalarla birlikte, Britanyalı ve Güney Afrikalı Müslümanların başını çektiği Batı uyruklu Müslümanlar Aksa’da benzersiz bir durum oluşturmuştur. Filistinlilere uygulanan kısıtlamaların neden olduğu eksikliği telafi etmek için belirli gün ve saatlerde varlıklarını artırmaya çalışmışlardır.

Ancak görünen o ki, savaş nedeniyle İsrail çılgınlığının ortaya çıkmasıyla bu insanlara gösterilen hoşgörü de değişmiştir. Dolayısıyla geçtiğimiz iki ay, bu kesimle olan ilişkilerde sessiz ve dramatik bir değişime şahitlik etmiştir. Bu bağlamda, işgal polisinin, mayıs ortasından itibaren sözde “Kudüs Günü”nü anma hazırlıkları zirve noktasın ulaşmışken, özellikle Britanyalı Müslümanlara yönelik yeni bir politika yürütmeye başladığı görülmüştür. Britanyalı Müslümanlara “Müslüman” yerine “turist” muamelesi yapılması şart koşulmuş, böylece Kerry Mutabakatı onlara da uygulanmaya başlanmıştır.

Kerry Mutabakatı, ifade ettiğimiz üzere, Müslümanların belirli zamanlarda Mescid-i Aksa’da ibadet etmelerine ve Aksa’yı ziyaret etmelerine izin verilmesini öngörmektedir. Britanyalı Müslümanlar İsrail için “sadece turist” haline geldiği için artık beş vakit namaz kılmak için içeri girmelerine izin verilmemekte ve yalnızca turistik ziyaretler sırasında namaz vaktinden sonra içeri girmelerine izin verilmektedir.

Birçok kez tekrar eden olaylarda, Britanyalı Müslümanların sabah namazı ile akşam ve yatsı namazlarını kılmak için Mescid-i Aksa’ya girmelerinin engellendiğinden söz edilmektedir. Yasak bazen “turist” oldukları ve “turistik” vakitler olmadığı gerekçesiyle öğle ve ikindi namazlarına kadar uzamaktadır. Bazıları, özellikle de genç erkekler, yasaklarla ilgili talimatlara uymamaları ve namaz vaktinde camiye girmekte ısrar etmeleri nedeniyle güvenlik tehdidi oluşturdukları bahanesiyle fiziksel ve sözlü saldırıya maruz kalmaktadır.

Sorun o ki bu olaylar münferit gerçekleşmiş olaylar değildir. Bazı ifadelere göre işgal polisi, Ben Gvir’e bağlı polis teşkilatından Britanyalı Müslümanların namaz vakitlerinde Mescid-i Aksa’ya girmesinin engellenmesi ve kendileri gibi “turist” olan işgalci yerleşimcilerin baskın yaptığı zamanlarda onlarla birlikte Mescid-i Aksa’ya girmeleri gereken “turist” muamelesi yapılması yönünde emir almıştı.

Bu durum, İsrail’in Kerry Mutabakatında bahsetmiş olduğu “İslam” kavramını “Filistinli” kavramıyla sınırlandırdığı anlamına gelmektedir. Bu anlayışa göre, Mescid-i Aksa’ya dini olarak girme hakkı artık tüm Müslümanlar için geçerli değildir. Bu nedenle Filistinli olmayan Müslümanlar kendilerini Aksa ile hiçbir dini bağı olmayan yabancılar gibi görmelidirler. Onlar da diğerleri gibi dini ya da gayrı dini hiçbir hakkı olmayan bir yere giren “turistler”den başka bir şey değillerdir.

İşgalci ülkedeki Britanya Büyükelçiliğinin bu konudaki tepkisi ise daha da tuhaftır. Vatandaşlarına bölgeye seyahat etmemeleri ve işgal polisi tarafından maruz kaldıkları saldırılar konusunda bildirimde bulunmamaları yönünde tavsiye vermekle yetinmiştir. Burada şu soruyu sorabiliriz: Bu durumda, Britanya’daki görev süresi sona eren Rişi hükûmeti, İsrail’in Mescid-i Aksa’daki Müslüman vatandaşlarını hedef alması ile ilgili haberlerden ne ölçüde haberdardır?

İsrail’in, bazılarına göre küçük görünen adımları atmasına alıştık. Ancak her seferinde bu adımlardan daha büyük kazanımlar elde etmeyi hedeflemektedir. Müslüman ve turist tanımını yeniden yapmak ve bu kavramları milliyetle ilişkilendirmek eşi benzeri görülmemiş bir durumdur. Dünyadaki diğer Müslümanların Mescid-i Aksa ile hiçbir ilgisi olmadığını ve İsrail’deki herhangi bir turist gibi sadece “turist” olduklarını düşünürsek, bu durum, Mescid-i Aksa konusundaki sorununun Filistin-İsrail iç meselesine dönüştürülmesinin başlangıcı olacaktır.

Britanya’nın bu tehlikeli İsrail planını uygulamaya başlamasının da kasıtlı olduğunu düşünüyorum. Britanya, İsrail’in temelini oluşturan ulusal vatan projesinin kuluçka merkezi olarak, tarihi ve siyasi bakış açısı nedeniyle geleneksel olarak İsrail’de özel bir statüye sahiptir. Uygulamaya Britanya’nın Müslüman vatandaşlarıyla başlaması, İsrail’in aşağıdan değil, en tepeden başlamaya karar verdiği anlamına gelmektedir. Rishi hükûmetinin sessiz kalışı, İsrail’in bir kişinin Müslüman kimliğini ve bu topraklarla ilişkisini yeniden tanımlayıp ilerleme kaydetmesi konusunda kesinlikle cesaret vericidir.

Bu yaklaşımın, Filistinli Müslümanlardan hiçbir farkı olmayan Britanyalı, Mısırlı, Hindistanlı ve Kanadalı Müslümanlar arasındaki ilişkinin temel bağı olan Mescid-i Aksa’nın İslami dini statüsünü iptal etmek ve onu asli mesele olmaktan çıkarıp ikincil mesele haline getirmekten daha az etkisi olmayacaktır. Acaba çok geç olmadan sorunun farkına varabilecek miyiz?

Dr. Abdullah Maruf

İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Kudüs araştırmaları alanında uzman öğretim üyesi ve Mescid-i Aksa Halkla İlişkiler ve Medya eski sorumlusu.