Written by Görüş

Mescid-i Aksa’nın Gerçekten Ne Anlam İfade Ettiğini Biliyor muyuz?

Haziran ayı başlarında, Likud Partisi’nin İsrailli Knesset üyesi Amit Halevi, mübarek Mescid-i Aksa’nın Müslümanlar ve Yahudiler arasında taksimi için ortaya bir plan attı. Amacı büyük bir destek elde ederek bunu Knesset’te kanun teklifi olarak sunmaktı. Halevi planını şöyle açıklamıştı: Müslümanlar mescidin güneyinde yani Kıble Mescidi ve çevresinde namaz kılarken, mescidin geri kalanını (Kubbet-üs Sahra, avlu vb. dahil) Yahudiler kullanacaktı.  Planın hedef aldığı en önemli nokta ise Mescid-i Aksa tanımının yenilenmesiydi.  Diğer bir ifadeyle Siyonistlere göre Mescid-i Aksa kurşun kubbeli küçük bir yapı olan Kıble Mescidi’nden ibaretti.

Bu plan Siyonistlerin ilk girişimi değildi. Mescid-i Aksa’nın İslami kimliğini, hakikatini yok etmek için İsrailliler muhtelif girişimlerde bulunmuştu. Örneğin İsrail Dışişleri Bakanlığı yıllardır Mescid-i Aksa’yı bu şekilde tanımlıyor. En önemli girişimlerden biri, İsrail misyonunun Birleşmiş Milletler nezdinde 2010 yılında farklı ülke misyonlarına Mescid-i Aksa vizyonunu açıklayan resmi bir bildiri dağıtarak ve Mescid-i Aksa’nın gerçek alanı olan 144 dönümün 4 dönümünü geçmeyen Kıble Camii ile sınırlandırmasıdır. Dahası Kubbet’üs Sahra’nın aslında bir mescit olmadığını savunmasıdır ki bu işgal devletinin Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde bugüne kadar yayınlanan resmi tutumuyla aynıdır.

Ya biz de tuzağa düşersek?

Öte yandan, birçoğumuz seksenlerde insanların Mescid-i Aksa’yı fotoğraflarda ve videolarda gördükleri Kubbet’üs Sahra olarak bildiğini hatırlar. Sonra 1990’lar bambaşka bir şekilde karşımıza çıktı, Kubbet’üs Sahra’nın Mescid-i Aksa olmadığı, önemsiz olduğu, aslında Mescid-i Aksa’nın Kıble Mescidi olduğu iddia edildi. Aslında tüm bunlar düştüğümüz tuzağa birer örnek!

Diğer bir deyişle Mescid-i Aksa kavramını sadece Kıble Mescidi ile sınırlandırarak, yukarıda bahsedilen İsrail propagandasını -farkında olmadan- toplumun genelinin benimsediği bir dönemde yaşadık. Tüm bunlar Amit Halevi’nin bu yıl yaptığı gibi, işgal devletinin ve liderlerinin Mescid-i Aksa’yı mekansal olarak bölme adına pratik fikirler ortaya koymadan önceydi.

Nitekim planları 20 yıl öncesine dayanmaktadır ki Mescid-i Aksa’nın Kıble Mescidi olarak sınırlandırılması gösterdiği üzere Mescid-i Aksa’da olan biteni takip edip önem vermektedir. Mescid-i Aksa’nın sadece Kıble Mescidi olduğunu söyleyenler, bu fikri o dönemde Mescid-i Aksa’yı (kendilerine göre Kıble Mescidi) yıkmak için “Siyonist bir komplo” olarak düşünmektedir. Dahası, bu “mantığa” göre, Mescid-i Aksa’nın medyada gösterilmesi, Müslümanları yanıltmak ve Mescid-i Aksa’nın iyi olduğunu söylemek için bir girişim olarak değerlendirilmektedir.

Bu yeniden tanımlama, Mescid-i Aksa kavramının insanların zihninde çarpıtılması ve daha sonra denetim altına alınmasına yönelik bir ilk adım olarak değerlendirilmektedir. Buradan hareketle, Mescid-i Aksa’nın gerçek tanımının yapılması ve insanlara aktarılması son derece önem arz etmektedir. Bu sayede mescidin bölünmesi fikrinden başlayarak kontrol altına alınması önlenebilir.

Mescid-i Aksa ne ifade ediyor?

Mescid-i Aksa yarı dikdörtgen surun çevrelediği, yaklaşık 144 dönüm olan alanın tümüdür ve Kubbet’üs Sahra (Altın kubbeli yapı), Kıble Mescidi (Kurşuni kubbeli yapı) kubbeler, avlular, okullar, sütunlar, halvetler ve namazgahlar gibi birçok yapıyı içine alan bölgenin tamamıdır.

Yarı dikdörtgen şekli, en kısası yaklaşık 281 metre uzunluğa ulaşan güney tarafı olan dört büyük kenardan oluşur. Daha sonra yaklaşık 314 metre uzunluğundaki kuzey tarafı, ardından 466 metre uzunluğundaki doğu tarafı gelir. En uzun tarafı 488 metre uzunluğu ile batı tarafıdır. Pek çok kişinin bilmediği şey ise Mescid-i Aksa’nın bu eşit olmayan kenarları ve eşit olmayan açıları ile dünyada tek yapı dışında eşi benzerinin olmadığıdır. Bu yapı ise Kabe’dir; Kabe’nin asıl şekli Mescid-i Aksa ile aynıdır. Yani, en kısa uzunluğu (Yemani Köşesi ile Hacer’ül Esved Köşesi arasında) 20 arşın, kenarları olan yarı dikdörtgen; en uzunu (Yemani köşesinden Batı köşesine) 32 arşındır. Kenarların ve açıların oranlarındaki bu ilginç benzerlik, 2005 yılında Nablus’taki Al-Najah Üniversitesi’nde Mimarlık Profesörü olan Haithem Al Ratrout tarafından keşfedilmiştir.

Bu da başka bir gerçeği gözler önüne sermektedir ki her iki yapıyı da inşaa eden aynı kişidir. Kabe ve Mescid-i Aksa’nın inşasının da birbirine yakın bir dönemde gerçekleştiği, Resulullah’ın hadisinde: Ebû Zerr (r.a.) Resulullah (s.a.v.)’e Kâbe’nin yapılışından Aksa’ya kadar geçen süreyi sorduğunda kırk yıl buyurması bu durma kanıt teşkil etmektedir.

Harem/ Kutsal alan ifadeleri

Burada Harem-i Şerif veya Kutsal Harem tabirine karşı farkındalık sahibi olmalıyız çünkü bazıları bu kelimenin Kudüslüler ve genel olarak halk arasında iyi bilinen ve yaygın bir terim olduğu ve Mescid-i Aksa kavramını değiştirmek değil onurlandırmak için kullanıldığı gerekçesiyle kullanımında müsamahakar davranmaktadır.

Teorik olarak bu kullanımın Mescid-i Aksa kavramı üzerinde ciddi siyasi çağrışımları olmadığı söylenebilir. Ancak bugün mesele tamamen farklı, çünkü İsrail makamları kasıtlı olarak 144 dönümlük bir alana sahip tüm bu yerin mescide özgü olmayan genel bir adlandırma olarak Harem-i Şerif olarak adlandırıldığını ve Harem-i Şerif’in için de kurşun kubbeli küçük bir bina olduğunu söylemeye çalışmaktadır. Dolayısıyla bu kubbeyi Mescid-i Aksa olarak göstermeye çalışmaktadır. Müslümanlardan alınmış olsa bile aynı ifadeyi kullanmaktaki tehlike buradan kaynaklanmaktadır.

Yukarıda zikrettiğimiz İsrail Dışişleri Bakanlığı örneği, bakanlığın Mescid-i Aksa tanımını sadece Kıble Mescidi ile sınırlandırmayı amaçladığı bir kavram olarak Haram-i Şerif kavramını kullanması da bu durumu desteklemektedir. “Tapınak Dağı” dediği şeyin Müslümanların “Harem-i Şerif” olarak bildikleri yer olduğunu ve “Mescid-i Aksa”nın “Harem-i Şerif”in en güneyinde yer alan küçük bir binadan başka bir şey olmadığını iddia etmektedir. Buradan da anlaşıldığı üzere avlu mescide dahil değildir yani Mescid-i Aksa’nın bir parçası değildir ve burada kullanılan ifade büyük bir tehlike teşkil etmektedir. İşgal polisinin Mescid-i Aksa’daki olaylara ilişkin yaptığı açıklamalarda da bu kullanım tekrarlanmaktadır.

“Harem-i Şerif” ifadesi Müslümanlar tarafından Memlükler döneminden beri kullanılmaktadır. Şimdiyse Mescid-i Aksa’nın tümü için bir saygı ifadesi olarak kullanılmaktadır. Bu kullanım İbn Teymiyye’nin dikkatini çekmiş, Mescid-i Aksa için kullanmanın fıkhi yönden doğru olmadığını ve İslam’da bir mekanın “harem” olması için gereken hükümleri sıralamıştır: Av yapılmamalı, ağaçları kesilmemeli, paradan ve diğer erzaktan bir parça dahi alınmamalıdır.

Fakat İbn Teymiyye’nin bu sözleri Memlüklerin sonu Osmanlının başında bu konuya değinen Mucireddin gibi insanlar arasında çok ilgi görmemiştir. Çünkü söz ve kavramlar konusu o dönemde Mescid-i Aksa’nın kendisi için bir tehdit oluşturmamaktaydı. Çünkü Mescid-i Aksa, mefhumları alt üst eden ve kendi askerleri için kullanan bir işgal altında değildi. Fakat günümüzde mesele tamamen farklı, bu nedenle çağı kelime dağarcığı ve ihtiyaçları ile ele almalıyız. Yapmamız gereken en önemli şey Mescid-i Aksa’yı gerçek manasıyla tanımak ve çevresindeki bir ağacın dahi onun ayrılmaz bir parçası olduğunun bilincinde olmaktır. Her bir kubbe, halvet, oda, avlu, mihrap, sebil Mescid-i Aksa’nın ayrılmaz parçalarıdır ve bu tanımın gerektirdiği gibi değerlendirilmelidir.

Doğru tanım Mescid’i korur

Doğru ve gerçek tanım Mescid-i Aksa’nın maruz kaldığı tehlikeyi anlamamıza yardımcı olur. Mekanın tüm sınırlarını tüm özellikleriyle kapsayan doğru tanımlama, Mescid-i Aksa’nın tüm yapılarıyla işgal edildiğini ve Müslümanların elinde olmadığını bilmemizi sağlar. Burada caminin sınırlarında yer alan Meğaribe Kapısı’ndan veya Burak Duvarı’ndan bahsetmiyoruz, daha çok kuzeydeki Kubbet’üs Sahra meydanında bulunan ve 1967’den sonra tamamen işgal devleti tarafından kontrol edilen Kitaas Bey Halveti ve Canbolat Halvetini kastediyoruz. Ayrıca Mescid-i Aksa’nın doğu tarafında yer alan Bab’ür Rahme Mescidi’nin 2019 yılında Babür Rahme Direnişiyle yeniden açılmasından bu yana yaşananlar, konunun ciddiyetinin ve işgal gücün kendi Mescid-i Aksa tanımını dayatmasının en önemli örneklerinden biridir. Bunun beraberinde işgal polisinin mescide ayakkabılarıyla girmesi orayı bir mescit olarak görmediğinin bir göstergesidir.

Ayrıca işgal mahkemesinin tüm kapatma kararları, işgal polisi ile yaptığı yazışmalar ve mekanla ilgili resmi basın açıklamaları, mekanın sadece İslami Vakıflar Dairesi’nin ofislerinden biri olarak görülmesini sağlamakla birlikte buranın bir mescit veya Aksa’nın bir bölümü olmadığı konusundaki ısrarın göstergesidir. Bu durum, onun bu bölümü Mescid-i Aksa’dan bağımsız olarak kabul etme konusundaki ısrarını gösteriyor ki bu tablo bizlerin yerleşimcilerin ve Radikal Tapınak Grupları’nın 2003’ün başlarında kapatılmasından bu yana Bab’ür Rahme Kapısı’nı kontrol etmeye ve onu bir sinagoga dönüştürmeye yönelik çaresiz girişimlerinin sırrını anlamamızı sağlayabilir.

Bu gerçekleri göz önünde bulundurduğumuzda, kavramsal açından mübarek Mescid-i Aksa’da olup bitenlerin ciddiyeti bizim için netleşiyor. İyi tanımadığımız, şeklini ve sınırlarını bilmediğimiz bir mescidi savunamayacağımız gibi özgürleştirmemiz de mümkün değildir.  Geç olsa da bu husus gereken değeri görmeye başlamıştır. Kral II. Abdullah’ın Mart 2013’te Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile imzaladığı Haşimi Vesayet Anlaşması, Mescid-i Aksa’nın sınırlarının ve tanımının önemli bir şekilde netleştirilmesini ve yer üstü, yer altı, tüm mescitleri ve meydanları içeren 144 dönümlük bir alanı kapsadığını şart koşuyordu.

Bu anlaşmayı imzalamak için resmiyet kazanana kadar bilinen, çeşitli alan ve organlarda yayılan “Aksa’nın Tüm Surlar” kampanyası gibi, çeşitli kurum ve kuruluşların desteğiyle farkındalığı artırmak için kampanyalar düzenlenmiş ve tüm bunlar halkın büyük çabası sayesinde gerçekleşmiştir. Bu gerek okul müfredatlarında ve medyada, gerekse Mescid-i Aksa’dan sorumlu diğer platformlarda konunun ciddiyetinin dikkate alınması gerektiğini gösteren çok önemli siyasi bir gelişmedir.

Güncel Uygulanabilir Bilgiler

Mescid-i Aksa’nın açık ve doğru tanımını yapmak ve onu insanlara anlatmak önemsiz bir bilgi değil, bilakis sahada gerçek çalışmanın dayandığı temel bir meseledir. Mescid-i Aksa’nın bugün ihtiyaç duyduğu bilgi, Mescid-i Aksa’yı işgal karşısında savunmak için hangi duruşlar üzerine inşa edildiği ve zeminde uygulanabilir olandır. Bu temel bilgiler üzerine bütünleşmiş bir siyaset, medya, sosyal ve eğitim çalışmasının yapılmasını gerektiriyor ki 144 dönümlük sınırlar içinde meydana gelen herhangi bir olay aynı ciddiyetle ele alınsın. İstek ve fiili çalışma, Kitaas ve Canbolat Halvetinin işgal polis karakolundan kurtarılması ve Müslümanların Mescid-i Aksa üzerindeki hakimiyet ve kontrolünün bir karış dahi eksik olmadan tüm alana nüfuz etmesiyle başlar.

Eğer bu şekilde ilerlemezsek, işgalin Mescid-i Aksa’nın diğer bölümlerini de haberimiz olmadan, olayın vahametine yakışır bir tepki gösteremeden ele geçirmesini izlemek durumunda kalırız ve bu da işgalin Mescid-i Aksa’yı bölmesinin ilk adımı olur. En sonunda mescidi tamamen kontrol altına alma zamanı gelir…Zaten işgal devletinin nihai amacı budur, aksini düşünen hayalperesttir.

*Bu metin Kudüs’te Bugün ekibi tarafından Arapçadan Türkçeye çevrilmiştir.