Evet, Şeyh Cerrah mahallelerinden olan doğuda Kerem ec-Cuani, batıda ise Kerem An-Naqa’ mahallesi sakinleri, solcu Siyonist aktivistlerin, Free Jerusalem, Just Vision, +972 ve Mecomet gazetecileri gibi kuruluşların da yer aldığı iftar programına katıldılar.

Aslında, iki taraf da kimlerle iftar yaptığının son derece farkındaydı. Ancak hakikat bununla sınırlı değildi; çünkü Şeyh Cerrah sakinleri vatan mücadelesini on bir yıl boyunca bu sol grubun çatısı altında sürdürmek zorunda kaldı. Bundan her ne kadar hoşlanmasak da mücadelemizin gerçek yüzü çok karmaşık, semeresiz ve bir o kadar karanlıktı. Ancak bu durum mücadelemizi ortadan kaldırmaz; aksine bizi olması gerektiği gibi devam ettirmenin bir yolunu bulmaya teşvik eder.

Uzunca süren yargı sürecinin sonunda 2008 yılında, Şeyh Cerrah mahallelerinden olan Kerem ec-Cuani Mahallesi’nde ilk zorla yerinden etme hadisesi yaşandı. İşgal kuvvetleri, mahkeme emriyle Hacı Umm Kamel el-Kurd’un ailesini ve ardından 2009 ve 2010 yıllarında el-Ghawi ve Hanoun ailelerini zorla evlerinden etmişti. Hacı Umm Kamel el-Kurd bu karara karşı evinin önünde direniş çadırı kurmuş ancak çadırı, işgal kuvvetleri tarafından en az on kez yıkılmıştı. Filistin siyasi güçleri ve dünyanın dört bir yanından destekçiler çadıra gelerek ailenin yanında durmuştu. Aynı şekilde el-Ghawi ve Hanoun aileleri de evlerinin önünde, çadırlarda ve sokaklarda, soğuğun ve baskının ortasında bu zulme direnişti. Ancak bu direniş ne kadar kararlı ve çetin olsa da bir fayda etmedi. Nihayetinde adlarına zorunlu göç kararı çıkartıldı.

O tarihten sonra Şeyh Cerrah’ın bu iki mahallesine adeta sırt dönülmüştü. Hukukçuların ve avukatların masraflarının ödenmesi dışında hiçbir tarafın siyasi, kayda değer bir desteği olmadı. Gözleriyle şahit oldukları bu çetin tecrübenin ardından mahalle sakinleri, sonucun aynı olmayacağı başka türlü bir direniş şekli bulmaya çalışıyordu. Solcu Siyonist “sırtlanlar” kışkırtmalarıyla, davullarıyla, yaftalarıyla, medya desteğiyle ve sözde insanlıkla çevrili söylemleriyle karşılarında duruyordu. Evet, aileler mücadelelerini on bir yıl boyunca bu sol grubun çatısı altında sürdürmeye çalıştılar. Bu seferkinin onlara farklı bir sonuç getirmelerini umuyorlardı. İftar zamanında ölçütlerimize yabancılaştıklarını hissetmelerine rağmen bunu bize açıklayamadılar. Yönetmene, “Kimin davet edildiğini bilmiyorduk” denmesi gerekmişti. 

Pek tabii solcu Siyonistlerle yol, alışılageldiği üzere çıkmaz sokağa girmişti. Onlar her zaman davalarımız için yönetimle birlikte bir çözüm yolu bulacaklarını söylüyor hatta sonunda devletinin varlığını ve meşru oluşunu övüyordu.

Bu sol grup, başka bir yüzüyle işgalle mücadele (ırkçılıkla mücadele) ve Siyonizmle mücadele arasındaki belirsiz tavrını koruyordu. Hepsi Siyonist olan bütün müesseseler ve Free Jerusalem, Just Vision gibi kuruluşlar da işgal gerekçesiyle mücadeleyi “Doğu Kudüs” ile sınırlandırıyor, işin ucu Yeşil Hat’ın batısındaki “diğer Kudüs’e” dokununca İsrail’in başkenti rivayetleri destekleniyordu. Bu yüzden, Kudüs’ün işgalden önceki asıl ve “tek” kimliğine olan inanç, Siyonistlerin bütün Kudüs’ü tek ve başkentleri olarak görmelerine izin vermemek için bitirilmeliydi. +972 kuruluşu ise onlar davalarının ırkçılığı yok etmek olduğunu ve İsrail’in Batı Şeria’yı ele geçirip orada bu ırkçılığın tohumlarını attığını ifade ediyordu. Üzerimize düşense “İsrail-Filistin devleti arayışı içinde olmamızdır” diyorlar, ya da bunlar yalnızca sözlerinin başlıklarıydı. “Filistinliler olarak davamız Doğu Yahudileri, Afrikalı mülteciler ve eşcinsel topluluklar gibi azınlıklar ve diğer marjinal gruplar için adalet çerçevesinde ilerlemektir.” Evet bu gruplar, Siyonizm’in ırkçı bir sömürge politikası olarak parçalanmasından bahsederken komünizmin yeni bir yüzünü oluşturmaktadır ve dahası Siyonizm’den onun devlet oluşundan ve organlarından tecrit edilmiş bir şekilde bahsetmektedir. Bize birinciyi nasıl parçalayacağımızdan ve ikinciyle de nasıl ayakta kalacağımızdan bahsetmiyor. Bu mantık hatası, matematikte bir sayıyı sıfıra bölmek gibi bir şey.

Bu mücadele, solcu Siyonistlerin çatısı altında zorunlu göçe kadar ulaşmış vaziyette. Mahallelileri, sınırları aşan feryatlara iten de tam olarak buydu. Bu feryatlarla öne çıkan iki yüz vardı: Muhammed ve Muna el-Kurd… Mescid-i Aksa’nın yanı başında bulunan Şeyh Cerrah için bir seferberlik ve savaş başlamıştı. Bu direniş eylemi daha önce eşi benzeri görülmemiş bir caydırıcılıkla işgal devletinin gözünü korkutmak ve geri çekilmesini sağlamak için yeterli olmuştu.

O hareketli günlerin ardından mahalleliler karşılarında solcu Siyonistleri ve mahkemeleri bulmak için önceki mücadelelerine geri dönmüşlerdi. Biz mahkemelerin önünde neredeyse kaybetmeseydik ya da son dakikaya kadar tesviye başarılı olmasaydı; bu mesele milli bir şuura ve kazanılması gereken bir savaşa dönüşmeyecekti. Nitekim 2008–2010’da ve daha sonra da 2021’de elde edilen tecrübelere bakarsak, ortak noktanın aniden Şeyh Cerrah’a yönelmek ve yine aynı hızla ondan yüz çevirmek olduğu görülecektir. İlki bir hezimetin ikincisi bir başarının ardındandı… Tüm hadise, Şeyh Cerrah’ta mücadeleye devam etmeden, siyaset meydanında gerçek bir mücadele verilmeksizin ve plansız bir şekilde mahallenin terk edilmesiydi. Bu yaşananlar, bizim tüm Kudüs’te, Mescid-i Aksa’da, Silvan’da Tekbir Dağı’nda (Cebel Mükebbir) ve dahi Han’ul Ahmar’da yaptıklarımızın küçük bir örneğiydi… Böylelikle işgal devletine sunduğumuz şey, zorlu bir çatışmanın ardından yavaş yavaş ona istediğini vermekti.

“İsrail’le normalleşme” iftarı, mahalle halkının 2008’den bu yana zorunlu göçe tabi tutulduklarını ve amansız mücadelelerini yok sayan bir mahkeme kararına dönüşüvermişti.

Bu söylenenler gerçekten vuku buldu ve mahalle, tekrar dikkatleri üzerine çekmeden solcu Siyonistlerin 11 yıldır verdikleri “gönüllü” mücadeleye terk edildi. Bu da solcu Siyonistlerin bu mahallede, her aşamada ve her olayında var olmalarını sağladı. Her şeye rağmen şu anda bunların aleni bir şekilde açıklanması oldukça zor. Bunlar hiç istemediğimiz şeyler ve devam da etmemeli. Ancak çözüm, mahalle sakinlerini yok saymak ve sahte bir mahkeme kurmak asla değildir.

Hiç şüphesiz bizim bugün Şeyh Cerrah’ı yeniden hakkettiği milli mücadele konumuna taşıyabilmek için bir yöntem bulmamız gerekmektedir: Tüm imkanları seferber etmemiz ve mahalle için siyasi bir mücadeleye ve devamlı bir şuura sahip olmamız gereklidir. Mahalleliden beklenen ise gelecek kaygılarından kurtulması, kendi halkına güvenmesi ve onları gerçek başarının tek anahtarı olarak görmesidir. Girdikleri ve direndikleri savaş en büyük hediyeleri olmuş ve onları zorunlu göçten kurtarmıştı. 40 yıllık göz ardı etmenin ardından işgal mahkemesini ilk kez “haklı görmeye” iten şey de buydu.

Tam aksine, bugün mahallelinin yaşadığı yalnızlık ve düşüş için çift yönlü bir girişime ihtiyacımız var: Şeyh Cerrah davası uğruna sürekli ve siyasi, yasal ve medya mücadelesi verilmeli, bu dava bir milli bir dava olarak benimsenmelidir. Mahalle sakinleri ise halkına ve ümmetine güvenmeli, tüm komitelerde, faaliyet ve hareketlerde ulusal ve İslami bütün cihet ve müesseselerle işbirliği içinde olmalı ve daha önceki mücadele günlerinin dayattığı ve zorunlu göç furyasını hiçbir şekilde engellemeyen bu soyutlanmadan kurtulmaları gereklidir.

Şeyh Cerrah’ta geçen seneden geriye kalanlar:

Kudüs’te yaşanan olayları ve haberleri takipte kalın: https://linktr.ee/KudusteBugun

“Bu değerlendirme yazısı 26.04. 2022 tarihinde Kudüs Araştırmaları Uzmanı Ziad Ibhais tarafından kaleme alınmıştır.”
“Rica: Tercüme ve düzenlenmesi Kudüs’te Bugün ekibi tarafından gerçekleşmiş olup izinsiz paylaşılmaması rica olunur.”