Geçtiğimiz pazar günü Kudüs ve Mescid-i Aksa, “Kudüs Günü” kutlamalarında Kudüs’ün doğusunun 1967’deki işgalinden bu yana görülmemiş provokasyonlara tanıklık etti.

Son yaşanan gelişmeler ışığında, işgal hükümeti Başbakanı Naftali Bennett’in çizdiği hedef doğrultusunda başarıyla ilerlediğine hükmetmek yeterli olmayacaktır. Bu çerçevede, o gün yaşanan iki olayın teoride birbiriyle bağlantılı gibi görünse de pratikte iki ayrı olay olduklarına dikkat çekmek gerekiyor. Bu olayların ilki, Mescid-i Aksa’ya gerçekleştirilen sabah baskını ikincisi ise Eski Şehir’de Şam Kapısı ve Vad yolunda gerçekleşen Bayrak Yürüyüşü’ydü.

İki olayı birbirinden o günün detaylarını, sonucunu ve yankılarını anlayabilmek amacıyla ayrı tutmak gerekiyor. Mescid-i Aksa baskınları, bir tarafta Yahudilere baskınları haram kılan işgal devleti hahambaşılığı, diğer tarafta Batı Şeria yerleşim birimleri hahamlarını temsil eden Yeni Senhadrin dini topluluğu bulunmak üzere dini açıdan Yahudi gruplar arasında üzerinde ittifak edilememiş bir mesele olarak varlığını koruyor.

Baskınlar konusunda hala ortak dini bir görüş bulunmazken Kudüs’ün işgal devletinin milli başkenti sayılması hususunda tüm laik ve muhafazakar çevreler hemfikirdir. Nitekim İsrail siyasetinde de “Kudüs’ün birleşmesi” konusunda neredeyse hiçbir fikir ayrılığının olmadığı aşikardır.

Bu görüş birliğinde, 55 yıldır Kudüs’ün doğusunun kontrol edilememesinin İsrail için bir güvenlik zafiyeti oluşturduğunu düşünen bazı akımlar istisnadır. Bu konuya bir çözüm önerisiyle yaklaşmıyor oluşunun nedeni ise doğal ve en mantıklı çözüm olarak Kudüs’ün doğusundan çekilmesine kapı aralayacak sonuçtan duyduğu korku olabilir.

Bu sebeple iki olayın sonuçlarını ayrı ayrı değerlendirmemiz gerekiyor: Öncelikle işgal devleti, sabah baskınında Mescid-i Aksa’da kendisine bir zafer imajı çizmeyi başardı. Çünkü radikal sağ grupların Kudüs Günü baskınında ulaşmayı hedefledikleri amaçları, bir günde 2000’i aşkın yerleşimcinin Mescid-i Aksa’ya baskın gerçekleştirmesi, aleni şekilde dini ritüellerin gerçekleşmesi ve İsrail bayrağının Aksa içerisinde açılmasıydı.

Kuşkusuz Tapınak Grupları bu hedefleri, Ramazan ayında Mescid-i Aksa’da itikafta bulunan gençlerin Pesah baskınlarında büyük bir gerilime yol açması sebebiyle geri adım atmak zorunda kalmalarını ve yenilgiyi tolere etmek amacıyla belirlemişti. Gençlerin itikafta direnmesiyle Tapınak Grupları, Ramazan ayında tamamen hezimete uğradıklarını kabul etmek zorunda kaldılar. Buradan yola çıkarak Mescid-i Aksa’da pazar sabahı yaşananların açıkladıkları tüm hedeflere ulaşmaları açısından bu grupların nezdinde başarı sayıldığı söylenebilir.

Yerleşimcilerin Mescid-i Aksa’da dans etmeleri 55 yıldır benzeri görülmemiş bir görüntüydü. Aynı şekilde Tapınak Grupları Birliği radikal üyelerinden bazılarının toplu şekilde tam secde gerçekleştirmeleri bu boyutta hiçbir zaman gerçekleşmemişti. Bu olayların hepsi işgal kuvvetleri tarafından sessizce karşılanmıştı. Hatta, sabah baskınlarının bitiminden kırk dakika öncesinde İsrail bayraklarıyla birlikte bir grup radikal yerleşimcinin baskın yapmasına ve baskın sırasında işgal devleti bayrakları açmasına izin vermişti. Her ne kadar İslami vakıfların baskına katılanları açıkladığı resmi rakamla (1687) işgal kuvvetlerinin açıkladığı rakam (2626) arasında büyük bir fark olsa da ortaya çıkan fotoğraflarda da görüldüğü üzere sayı oldukça fazlaydı. Nitekim bu kalabalık, Tapınak Gruplarını en çok memnun eden şeydi.

Kudüs Günü sabahında Mescid-i Aksa’da yaşananlar, Radikal Tapınak Grupları Birliği ve Tapınak Dağı Elimizde Hareketi’nin (Beyadenu) ciddi anlamda mescitte çatışma çıkaracak derecede Naftali Bennett’i parmaklarında oynatma kabiliyetinde olduklarını gösterdi.

Kanaatimce bu sürecin ardı arkası -birkaç gün içerisinde başlayacak üçüncü baskın dönemine girilmesiyle birlikte- kesilmeyecektir. Özellikle 5 Haziran Pazar gününe denk gelen Tevrat’ın vahyedilişinin kutlandığı Şavout Bayramı, Radikal Gruplar tarafından Mescid-i Aksa’ya baskını hedefleyen büyük hac dönemlerinden biri olarak sayılmaktadır. İşte o zaman Tapınak Grupları’nın, Mescid-i Aksa için ortaya attıkları ziyaret hakkından ibadet hakkına geçiş denkleminin ne derece başarılı olduğunu değerlendirebiliriz.

Bu, Mescid-i Aksa baskını boyutuyla ilgili olan kısımdı; ancak İsrail sağının Netenyahu ve Bennett hükümetinin bazı üyeleri öncülüğünde Şam Kapısı’nda gerçekleştirdiği Bayrak Yürüyüşü’ne gelince bu yürüyüşün değerlendirilmesi, pazar sabahı düzenlenen baskından tamamen farklı olmalıdır.

Açıkçası bu yürüyüş, daha başlamadan dahi işgal hükümeti için bir fiyaskosuydu. Tamamlanmış olsun ya da olmasın yürüyüşün ilanı ve ardından gerek işgal hükümeti gerekse ulusal çevrede dönen o büyük tartışma, İsrail’in Kudüs üzerinde kurmaya çalıştığı egemenliğin tam bir fiyasko hatta rezalet olduğunu gösterdi. Dünya üzerinde hangi devlet başkenti olduğunu öne sürdüğü şehirde sırf bir bayrak kaldırabilmek için olağanüstü hal ilan eder, yolları kapar, binlerce kolluk kuvvetini görevlendirir ve devletin tüm organlarını bu güne hasreder?

Hangimiz başkenti dediği şehri bu şekilde görür de kendini gülmekten alıkoyamaz! İsrail’in tam teşkilat hazırlandığı bu geniş çaplı askeri operasyonun Kudüs üzerinde bir egemenlik olarak algılanması söz konusu olamaz. Tam aksine, Kudüs’te bir İsrail bayrağı kaldırılabilsin diye bütün bu hazırlıkların yapılması, güvenlik önlemlerinin alınması ve Kudüslülerin yürüyüşe yaklaşmalarının yüzlerce metre öteden yasaklanarak türlü türlü engeller konulması İsrail’in Kudüs’ü iddia ettiği üzere başkenti olarak görmediğini alenen ortaya koymuştur.

Tel Aviv gibi daha çok Yahudiyi içinde barındıran, işgal devletine Kudüs’ten daha çok başkent olarak sayılan bir şehirde bu tür hazırlıkları göremezsiniz. Nitekim Kudüslülerin aynı saatlerde üç bin Filistin bayrağını Kudüs’ün farklı yerlerinde dalgalandırması ve Drone aracılığıyla bir bayrağın Bayrak Yürüyüşü yapanların üzerinde gökyüzünde dalgalanması İsrail’in Kudüs’te kendisine çizdiği portreye bir başka darbeyi vurmuştur. Yediot Aharonot gazetesi yazarı Amihai Attali bu durumu, “Artık yalan söylemeyi bırakmalıyız çünkü Bayrak Yürüyüşü “Kudüs’ün tek” olmadığını ve yürüyüşün tamamlanmasının tamamen polis sayesinde gerçekleştiğini apaçık gözler önüne serdi. Onların koruması olmasaydı hiçbir Yahudi bunu tek başına gerçekleştiremezdi” sözleriyle açıkladı.

Amihai Attali, bu sözleriyle adeta o gün ikindi vaktinde yaşananları özetledi. İsrail, Mescid-i Aksa’ya baskın gerçekleştirerek birçok hak ihlalinde bulunabilse dahi Şam Kapısı ve Kudüs sokaklarında geçirdiği ve bundan daha tehlikeli ve zorlu olan sınavdan sınıfta kaldı. Başkenti olduğunu iddia ettiği şehirde Bayrak Yürüyüşü yapan bir devlet olarak değil, aksine Kudüs’ün taşından toprağına her şeyin avaz avaz bağırdığı gibi varlığını kaba kuvvet ve zorbalıkla dikte etmeye çalışan bir işgal devleti olarak asıl yüzünü ortaya çıkardı. İsrail ne yaparsa yapsın bu imajı düzeltemeyecek; çünkü ne geçmişte ne bugün ve dahi gelecekte işgalden öteye geçemeyecek.

“Bu değerlendirme yazısı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Dr. Abdallah Marouf tarafından kaleme alınmıştır.”
“Rica: Tercüme ve düzenlenmesi Kudüs’te Bugün ekibi tarafından gerçekleşmiş olup izinsiz paylaşılmaması rica olunur.”