Birçok kişi, radikal sağ grupların kutlamalarının arifesinde Mescid-i Aksa’da yaşanan saldırılarda, sadece nicelik olarak değil nitelik olarak da işgal devletinin tahmin ettiğinden daha yüksek bir katılım olduğunu bilmiyor.

Mescid-i Aksa’daki bu durum artık sadece Filistinlileri değil, Mescid-i Aksa’nın müdafaasına destek vermek için -bazılarının farklı yollarla bazılarının ise oldukça ilginç yollarla- gelen Müslümanları da ilgilendiriyor.

Plastik mermiyle başından ciddi bir yara alarak Kudüs el-Makasid el-Hayriyye Hastanesi’nde yoğun bakıma alınan Sudan vatandaşı Hüseyin Zekeriya’nın başına gelenler, Mescid-i Aksa’da itikafa girmiş Filistinli olmayan murabıtlardan sadece birinin yaşadıklarına örnek teşkil ediyor.

Bu yıl Mescid-i Aksa’da Filistinliler haricinde itikafa girenlerin sayısının artış göstermesi ve bu artışın sebebinin bir oranla Radikal Tapınak Grupları’nın baskınları sırasında Mescid-i Aksa’yı savunmak olması dikkat çekiciydi. Öyle ki durum, İsrail’in vermek istediği “zararsız ve sadece turist Müslüman yoktur” imajını destekler hale gelmişti.

Bu durum, çok fazla tartışılan hassas bir meseleyi daha gündeme getirebilir: Filistinli olmayanların Kudüs’ü ziyareti meselesi. Bu mesele etrafında dönen tartışmalar, Filistin hükümetinin on yıldır süregelen çağrılarından ve Kudüs ziyaretini bir nevi esaretteki mahkımun ziyaret edilmesine benzeterek şiddetle destek çıkmasından; ancak halktan bir kesimin, alimler topluluğunun, kurum ve kuruluşların Kudüs işgal altındayken ziyaret edilmesine kesin ve net bir şekilde karşı durmasından dolayı tekrar alevlenebilir.

Şu an bu konuyu olumlu ya da olumsuz olarak yorumlayacak değilim. Nitekim Filistin hükümeti ve destekçilerinin Kudüs’e ziyaret çağrılarının kesin ve net bir dille reddedilmesi, işgal devleti İsrail’le kalkıştığı işbirlikleriyle kabarık sicili sebebiyle gayet anlaşılır bir durumdur. Çünkü hükümetin işgal devletiyle koordineli hareketleri, işbirliğine karşı çıkan halkla arasında büyük bir güvensizlik duvarı örmüştür.

Aynı zamanda, son dönemde Mescid-i Aksa’ya gelebilenlerden bazılarının da içinde bulunduğu olaylar, işgal devletinin hesaba katmadığı bir konuyu daha masaya yatırmıştır: İsrail’in demokratik ve güvenli bir devlet imajı çizmesine katkı sağlayacağını düşündüğü turistlerin, tam aksine Kudüs’te gerçekleştirmek istediği projelerine yeni darbe indirmesiyle İsrail, kendi kazdığı kuyuya kendi düşmüştür.

Mescid-i Aksa’ya gelebilen herkesin işgal devletiyle işbirliği içinde olmadığını bilmekte fayda vardır. Örnek olarak, yaklaşık 75 bin Sudanlı Müslüman yıllar boyunca Sina’daki Filistin — Mısır sınırını kullanarak farklı hedeflerle ülkeye girebildi ve Darfur davasına ilişkin uluslararası kanun gereği ülke dışına çıkarılmalarını engelleyen yargı kararının verilmesiyle İsrail hükümeti, yasadışı ikamet ettikleri kabul edilen 75 bin Sudanlıyı hala sınır dışı edemiyor. İsrail, eski Sudan hükümetine olan muhalefeti sırasında Darfur’da yaşananları iç savaş olarak kabul etmiş ve bu sebeple de bu kalabalık insan topluluğunu bir çözüme ulaşana dek başta Tel Aviv olmak üzere büyük şehirlerinde tutmak zorunda kalmıştı. Sudanlılar haricinde aynı durumda bulunan yaklaşık 60 bin de Eritreli halihazırda bulunmaktadır. Şimdi bu insan topluluklarının net bir şekilde Mescid-i Aksa’ya işgal altındaki İslami bir mukaddes gözüyle baktığını ve bu yüzden onu savunma girişimlerine katıldığını bir düşünün…

Herhangi bir İsrail saldırısına karşı ülkelerinin bir noktaya kadar vatandaşlarını koruyabilecekleri Avrupa, Amerika ve Avustralya kimliği taşıyanlar da işgal devletinin başına dert olmaktadırlar. İngiltereli, İrlandalı, Amerikalı ve daha başka birçok yabancı Filistin davasına destek oldukları suçlamalarıyla tutuklandığı zamanlar olmuştur. Türklerin ise neden Mescid-i Aksa’yı savunma çalışmalarına etkin bir şekilde katılan diğer grup olduğunu anlamak için Mescid-i Aksa ve Kudüs’e karşı besledikleri yoğun duygudan haberdar olmak yeterlidir. Zaten belli başlı durumlar haricinde bu grupların Kudüs’te bulunmaları Kudüslüler tarafından her zaman hoş karşılanmaktadır.

Bu, Kudüslülerin artık Kudüs’e İsrail’le normalleşmeyi normalleştirmek ve teşvik etmek için gelen kişilerle, buraya gelmelerini kolaylaştıran pasaport ve kimliklerinden yararlanarak gelenleri birbirlerinden net bir şekilde ayırabiliyor olmalarına bağlanabilir. Hatta kimi zaman bazı insanlar, Mescid-i Aksa’yı korumak amacıyla halkın başlattığı girişimlere ve özelde Kudüslüleri genelde de Filistinlileri İsrail saldırıları karşısında yalnız bırakmamak için sınırdan gizlice geçerek Mescid-i Aksa’ya gelmeye çalışmaktadırlar.

Bu yüzden İsrail’le normalleşmesiyle tanınan Haliç vatandaşlarının birisini, Mescid-i Aksa’dan kovan Kudüslülerin, yerleşimcilerin Aksa’daki baskınlarına karşı durmaya gelen bazı Türk, Avrupalı ve diğer milletlerden gelenleri karşılamada birbirleriyle nasıl yarıştıklarını görüyoruz. Yine aynı Kudüslüler, Mescid-i Aksa’daki son saldırıda yaralanan Sudanlı Hüseyin Zekeriya ve ailesini ve dahi diğer Filistinli olmayan yaralıları ziyaret etmek için adeta yarışa girmiş ve onları daha sonraki günlerde işgal devletinden gelebilecek bir tehlikeye karşı korumak için isimlerini yaymamış ve gündem etmemeye çalışmışlardır.

Burada Kudüs’ü işgal devleti İsrail üzerinden ziyaret etmeye çağırıyor ya da bu ziyareti engelliyor değilim ancak, gözler önündeki bu münferit durumun niteliğine ve bu durumun işgal devletini ne derece rahatsız ettiğini göz önünde bulunduran görüşü benimsiyorum. Bu yüzden burada iki durumu birbirinden ayırt etmek gerekiyor: İlk olarak, Mescid-i Aksa’ya turistik amaçla gelerek Mescid-i Aksa’da “selfie” çekilmeyi ve İsrail işgal devletinin ibadet adı altında Mescid-i Aksa’ya gerçekleştirdiği baskınlar karşısında “uslu ve zararsız” kalmayı düşünenlerin Kudüs’te hoş karşılanacaklarını düşünmüyorum. Çünkü bu insanlar, işgal hükümetinin kendisi hakkında çizmeye çalıştığı herkese açık demokratik bir ülke imajına bilerek ya da bilmeyerek hizmet etmektedir.

İkinci durum ise Mescid-i Aksa’nın müdafaasında gerçekten ve etkin bir şekilde rol almak için gelenlerin durumudur. Ramazan ayındaki baskınlar sırasında son günlerde yayılan videolarda da gördüğümüz üzere Mescid-i Aksa’da itikafta bulunan murabıtların Mescid-i Aksa’nın merkezinde Radikal Grupların bulunmasına karşı verdikleri etkin ve faal direniş mücadelesi, işgal devletini son derece rahatsız etmiştir. Bu durumdan işgal devletinin gerçek anlamda rahatsız olması öte yanda Kudüslüleri, Mescid-i Aksa müdafaası için daha da perçinlemiştir.

Kimse de Mescid-i Aksa’da kılınan iki rekatın Aksa’yı savunmak anlamına geldiğini söyleyerek kendini kandırmasın. Çünkü Aksa’nın, işgal devletinin dünya pazarındaki itibarını desteklemek için kendi emellerinde kullanacağı iki rekat namaza ihtiyacı yoktur. Sonuçta insan herkesi kandırabilse dahi kendisini kandıramaz.

“Bu değerlendirme yazısı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Dr. Abdallah Marouf tarafından 22.04.2022 tarihinde kaleme alınmıştır.”

“Rica: Tercüme ve düzenlenmesi Kudüs’te Bugün ekibi tarafından gerçekleşmiş olup izinsiz paylaşılmaması rica olunur.”