Son günlerde Mescid-i Aksa’da itikaf sırasında meydana gelen olaylar akıllara birçok soruyu getirdi. Geçtiğimiz yıl Ramazanın beşinci gününden itibaren Aksa’da itikaf büyük gelişmelere tanıklık edilmeden tamamlandı ancak bu yıl işgal devleti ve kuvvetlerinin itikafı engelleme ve yalnızca son on günle sınırlandırmaya yönelik girişimleri uluslararası ve geniş bir yelpazede tepkiyle karşılandı. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri dahi İsrail işgal kuvvetlerinin Kıble Mescidi’nde itikafa girmiş Müslümanlara vahşice saldırdığı görüntülerden dolayı şaşkınlığını dile getirdi.

Birçok kişinin aklına ise neden şimdi ve İsrail neden özellikle bu yıl son on gün öncesinde itikafı engellemeye çalışıyor sorusu takıldı. Aslında İsrail’in bu yıl uygulamaya koyduğu yeni yöneliminin ardındaki saklı gerçeğe delalet eden birçok işaret ve gösterge bulunuyor. Şüphesiz mevcut Netanyahu hükümetinde aşırı sağcıların ateşli savunucusu ve Yeni Sanhedrin Cemaati çatısı altındaki Tapınak Grupları’na üye İç Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’in bu operasyondaki rolünü es geçmemek gerek. Batı Şeria’daki yerleşimciler için bir grup dini otoritenin oluşturduğu Yeni Sanhedrin Cemaati, Aksa’da “Yahudilerin dini hakları” konusunda taviz verdiğini düşündüğü İsrail’in resmi hahambaşılığının fetvalarına karşıt bir yapı olarak kurulmuştur.

İşin aslı Ben-Gvir’in bu denklemde oynadığı rolün fiziksel boyutundan çok manevi boyutu öne çıkıyor oluşudur. Tapınak Grupları Birliği Ben-Gvir ve Smotrich gibi iki aktif üyesinin İsrail hükmetinde biri İç Güvenlik biri Maliye Bakanlığı olmak üzere önemli makamlara gelmesinden dolayı bu seneyi sıra dışı bir yıl olarak görüyordu. Bu yüzden Mescid-i Aksa’yı tamamen kontrol altına almak ve içinde tüm dini ritüelleri gerçekleştirme hayalini hayata geçirmek için var gücüyle çalışıyor.

Bakan Ben-Gvir’in Mescid-i Aksa’daki işgal kuvvetlerinden sorumlu olduğunu ve Aksa’da görev alan işgal kuvvetleri mensuplarından azımsanmayacak bir kitlenin de doğrudan bu Tapınak Grupları’na bağlı olduğunu unutmamak gerekiyor. Tapınak Grupları Birliği üç yıldan daha uzun bir süre önce üyelerine Mescid-i Aksa kuvvetlerine katılmaları için çağrıda bulunmuştu. Bu çağrının getirilerini şimdi itikafa giren Müslümanlara vahşice saldıran işgal kuvvetleri üzerinde yakinen izleyebiliyoruz. Sadece bu da değil Pesah Bayramı’nın başında Mescid-i Aksa’nın dışında işgal kuvvetlerine bağlı bir polisin Tapınak Grupları üyesi eşliğinde kurbanl koyunu taşıdığına da şahit olduk. Geçmiş deneyimler, şu an bir dizi önlem alarak Mescid-i Aksa’daki denklemi bozmayı hedefleyen ve ilk aşamada Aksa’nın en azından sadece Müslümanların değil Yahudilerle ortak bir mukaddes olduğu fikrini gündeme getirmeye çalışan bir İsrail projesiyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

Bu projenin saiki, Tel Aviv’in sokaklarında çatışan muhafazakar ve laik tüm cihetlerin Aksa’nın İsrail için dini, milli ve tarihi bir sembol olması hasebiyle Müslümanlara olduğu gibi Yahudilere de açık olması ve Aksa’da dini ritüellerini gerçekleştirebilmeleri konusunda hemfikir olmalarıdır.

Bu fikrin yeni yeni çıktığı da zannedilmesin çünkü eski Savunma Bakanı Moşe Dayan 1967’de Kudüs’ün doğusu ve Mescid-i Aksa’nın işgal edildiği sırada yazdığı hatıratlarında aynı fikre çoktan değinmişti bile. Diğer bir deyişle İsraillilerin çoğu Mescid-i Aksa’nın sadece Müslümanların değil Yahudilerle ortak bir mukaddes olması gerektiğini savunmaktadır.

Projenin bir parçası olarak İsrail’in murabıtlar, itikafa girenler ve ibadet etmek için sürekli Aksa’da bulunanlardan oluşan beşeri can yeleğinden kurtulması gerekiyordu. Bu yüzden İsrail 2015’den bu yana ribat kavramını şiddete davet olarak sınıflandırmak ve bu beşeri zırhı koruyup gözeten kurumları kapamak için bir dizi kanun çıkardı. Bu adımlar bu sene Mescid-i Aksa’nın ortak bir mukaddes olması dolayısıyla yönetiminin de doğal olarak artık İslami Vakıflar Dairesi’nde değil İsrail emniyet güçlerinin elinde olduğu realitesini yerleştirmek içindi. Böylelikle Kudüs İslami Vakıflar Dairesinin yetki alanından Aksa’yı ilgilendiren tüm işleri çıkarıp yalnızca Aksa’daki Müslümanların yönetilmesiyle kısıtlamayı hedefliyordu.

Bu denklem işgal devletinin geçtiğimiz yıllarda gerçekleştirmeye yeltendiği birçok girişimin de nedenini açıklıyor. 2017’de patlak veren elektronik kapılar mevzusu ve 2019’un başında Bab’ür Rahme Mescidi’ni tamamen kapama girişimiyle başlayan aynı yılın Kurban bayramında Aksa’ya baskın gerçekleştirmesiyle devam eden, 2021 Korona salgını sırasında Aksa’nın İsrail’in sınıflandırmasına göre Müslümanların günü cuma gününde değil de ortak gün olan pazar günü açılmasında ısrar etmesinde kendini iyice gösteren ve son olarak bu yıl Aksa’da itikaf fikrine ve itikafa giren Müslümanlara eşi benzeri görülmemiş şekilde saldırmasında görüldü.

Olayları takip edenler Filistinlilerden azımsanmayacak bir kesim ise olan biteni ve Mescid-i Aksa’da itikafa girme meselesinin işgal devletinin inisiyatifine bırakılsaydı nasıl sonlanacağını anladı. Hatta Kudüslüler tam da bu aşamada itikafın işgal devletinin projesiyle yüz yüze gelmenin bir yolu olduğunu da sezdi. Bu yüzden Ramazanın ikinci gününden itibaren Aksa’da itikafa başladılar ki bu adım işgal devletinin beklemediği bir meydan okumaydı. Çünkü işgal kuvvetlerini Mescid-i Aksa’dan sorumlu makam kılabileceğini ve Aksa’da yönetimi ele geçirme projesini yürütebileceğini düşünüyordu. İtikaftaki Müslümanlara vahşice saldırması işte bu şokun neticesi olarak meydana geldi.

Bunun haricinde dikkat edilmesi gereken önemli bir diğer husus daha bulunmaktadır: O da işgal devletinin, Mescid-i Aksa’daki itikafa karşı küstahça müdahalesinin neredeyse aynı anda Filistinin kuzeyinde, güneyinde ve iç kesimlerde birçok cephenin patlamasına yol açacağını gördükten sonra Arap rejimini Kudüslülerle yüzleşmeye dahil etme girişimidir. İsrail Dışişleri Bakanı Twitter hesabında açık bir dille Ürdün’den Mescid-i Aksa’da itikafa girenleri İsrail adına kovmasını istedi. Elbette bu girişim, Ürdün’ü Müslümanlarla karşı karşıya getirmek ve Ürdün’e de İsrail’in Aksa’nın ortak bir mukaddes olduğu görüşünü benimsetmek içindi.

Bu girişim, İsrail’in artık Arap rejimlerinin bu aşamada İsrail ile karşı karşıya gelmeyeceğine inandığını gösteriyor. Nitekim İsrail’in bu vizyonu Arap rejimlerini “İsraille ortak mukaddes mekanlar” vizyonunu paylaşmaya itebilir. Ancak bu vizyon ahmakça ve özensiz bir girişim olmakla kalmıyor resmi ve halk tabanında Arapların tepkisini ve hesaplarını anlamaktan da yoksun olduğunu gösteriyor.

Mescid-i Aksa’daki itikaf mücadelesi İsrail’in Kudüs ve çevresi için edindiği stratejik vizyonunda bu kutsal mekanın ne derece merkezi bir önemi olduğunu gözler önüne serdi. Radikal sağın hükümete gelişiyle Mescid-i Aksa idaresi her ne kadar gündeme en şiddetli ve çarpıcı şekilde oturmuşsa da İsrail sağının da solunun da ortak olduğu tek mesele her zaman bu oldu Bu mesele; İsrail’in Araplara ve Müslümanlara nasıl üstten baktığını gösterdi evet, ancak aynı zamanda başta Mescid-i Aksa olmak üzere Kudüs’e ve mukaddesatlarına değecek bir zararın bölgeyi tepetaklak edebilecek güçte olduğunu da gösterdi.

“Bu değerlendirme yazısı 12.04.2023 tarihinde Kudüs Araştırmaları Uzmanı Dr. Abdallah Marouf tarafından kaleme alınmıştır.
“Rica: Tercüme ve düzenlenmesi Kudüs’te Bugün ekibi tarafından gerçekleşmiş olup izinsiz paylaşılmaması rica olunur.”