Bir yandan güvenlik önlemlerinin son seviyede tutulduğu Gilboa Hapishanesi’nden altı Filistinli esirin kaçmayı başardığı tarihi olay işgal devletinin temellerini sarsarken diğer yandan kameralar, yeni İbrani yılı başlangıcıyla bayram mevsiminde Mescid-i Aksa’da neler yaşandığına dair farklı bir görüntü aktarıyordu.

İbrani takvimince yılbaşı olarak kutlanılan bayramın başlangıcıyla Radikal Tapınak Grupları, üyelerine Mescid-i Aksa’ya baskınları arttırma çağrılarında bulundu. Ayrıca baskınların niteliği üzerinde duran grupların bu yılki baskınlarda ana hedefi, geçtiğimiz yıllarda Aksa’nın kapıları önünde üflemekle yetindikleri şofarı bu yıl, bu grupların en önde gelen manevi liderlerinden Haham Yehuda Glick’in telkinleriyle Mescid-i Aksa’nın içerisinde üflemekti.

Nitekim bu yıl, Radikal Tapınak Grupları sadece şofarlar ile Mescid-i Aksa’ya girme çabalarıyla yetinmemiş ve İbrani Yılbaşı bayramında giyilen ve tövbe kıyafetleri olarak anılan kıyafetlerini giyerek baskın düzenlemişti. Özellikle de Haham Glick, dini ders ve ibadetlerini alışılandan farklı ve dikkat çekici bir şekilde yüksek sesle gerçekleştirdi. Kuşkusuz bu gelişmeler, geçtiğimiz 28 Ramazan olaylarında büyük bir tökezlemeye uğramış olsa da Mescid-i Aksa’nın kimliğinin Yahudileştirilme planının hala işler bir plan olduğunu ve bu yönde yeni bir dönemin başladığını göstermektedir.

Bu noktada bazılarınca “Tapınak Dağı’nda Hac” olarak anılan ve art arda gelen bir bayram sürecinde olduklarını unutmamamız gerekiyor. Nitekim bu bayram sonrasında; 16 Eylül 2021’de Kefaret Günü ve dört gün sonrasında sekiz gün süren Sukot Bayramı ve hemen ardından 29 Eylül’de Simhat Tora Bayramı gerçekleşecektir. Özellikle her yıl gerçekleşen Sukot Bayramı dönemi, Tapınak Grupları tarafından Aksa’nın statükosunda kademeli olarak değişikliklere gidilebilecek önemli bir dönem olarak görülmektedir.

Kuşkusuz Aksa’nın mevcut statükosu bugün gördüğümüz gibi bir düzene sahip değildir; önceki Netenyahu hükümeti, Aksa’nın statükosunu “Müslümanlara ibadet, Yahudilere ise ziyaret özgürlüğü” ilkesiyle koruduğu imajını çiziyordu. Ancak gerçekte bu mevcut düzen anlayışı hatalı ve statükonun hukuksal çerçevedeki gerçekliğiyle uyuşmamaktadır. Öyle ki mevcut statüko işgal öncesine -7 Haziran 1967- ait olan kurallardır. Bu durum da ne Yahudilerin ne de bir başkasının “ziyaret özgürlüğüne” sahip olmadığını göstermektedir.

Ancak Arap dünyasının ve uluslararası camianın Kudüs’te olup bitene göz yumması, İsrail’i Mescid-i Aksa’nın statükosuna kendi anlayışını dikte etme fırsatı tanımış ve istediği zaman olası her türlü değişikliğin uygulanmasını ve bu yeni anlayışın aslında gerçek “statüko” olduğu iddiasına kılıf olarak sunmasının imkanını vermiştir.

Şu an yaşanan da bundan ibarettir; yerleşimciler Mescid-i Aksa’ya dini ibadetlerini yaptıkları kıyafetleriyle giriyor, aleni şekilde ibadetlerini gerçekleştiriyor, Mescid-i Aksa içerisinde dini dersleri sürdürüyor ve dahi su sebillerini kullanmak gibi Mescid-i Aksa içerisinde bulunan tüm yerleri kendi mülkleriymiş gibi davranıyor. Tüm bunlar ve bu yaşananlara karşı yetkili Arap kesimlerin sessizliği; tıpkı 1995 yılındaki Beilin — Ebu Mazen (2. Oslo) Anlaşması olarak bilinen belge hakkında dolaşan söylentiler gibi Müslümanlar ve Yahudiler arasında Mescid-i Aksa’nın mekansal bölümü konusunda bazı Arap taraflar arasında gizli bir anlaşma konusu olup olmadığı yönündeki birçok soruya neden olmaktadır. Sonuç olarak tüm bu tablo, İsrail’in bazı Arap muhalifleri ile Mescid-i Aksa’yı Müslümanlar ve Yahudiler arasında mekansal olarak bölmeyi başarması ne kadar imkan dahilinde sorusunu gündeme getirmektedir.

Kuşkusuz bu soruya cevap verebilmek için birkaç gerçeği kavramamız gerekmektedir:

İlk olarak, işgal devleti Mescid-i Aksa’daki mevcut statükoyu değiştirmek için Filistin topraklarında sükuneti devamlı kılmaya çalışmaktadır; çünkü işgal devletinin ne büyük çatışmaların yaşandığı sırada ne de işgal altındaki topraklarda çıkması muhtemel şiddetli çatışma durumunda hiçbir değişikliği gerçekleştirmeye gücü yetmeyecektir. 28 Ramazan olaylarında işgal devletinin bölgede uzun süredir hakim olan sessizliğin baskının gerçekleşmesine fırsat tanıyacağı yönündeki beklentilerinin boşa çıkması, bu duruma bir örnek teşkil etmekte ve Filistin topraklarının işgal devletiyle devamlı bir çatışma ve sürekli bir gerginlikle karşı karşıya kalmasına sebep olmaktadır.

Bu noktada Gilboa Hapishanesinden kaçmayı başaran altı esirin sebep olduğu ve büyük ses getiren güvenlik skandalından da bahsetmemiz gerekmektedir. Nitekim bu olay, İsrail güvenlik birimleri açısından Batı Şeria halkının ayaklanmasını körüklemesi, altı esirin teslim edilmesine ya da eziyet görmesine sebep olmaları durumunda işgal devleti ve hatta Filistin hükümetine karşı bir çatışmaya girmelerini teşvik edeceği korkusunu barındırmaktadır.

İkinci husus ise bölgede dini açıdan oluşan sıkıntılara kesin çözüm önerisi olarak Mescid-i Aksa’nın mekansal bölünmesini öngören radikal sağ gruplarıdır. Bu gruplara göre barışı sağlamak için beklenen Mesih gelecek, böylelikle Rab gözükecek ve mabedin inşasının tamamlanması ve tüm insanlığın yanlış yolda olduklarını anlamasıyla dünyaya barış yayılacaktır. Bu grubun inandığı bu dini inanış açık ve net bir şekilde gösteriyor ki bireysel çabayla ya da radikal sağ grupların planlamasıyla gerçekleştirilen büyük ancak az sayıdaki işler de akılda tutulması gereken bir ihtimaldir.

Son olarak, Naftali Bennet’in şimdiki İsrail hükümetinde sağı temsil ettiği düşünülürse sağcı grupları destekleyerek sağ cenahtaki varlığını tekrar ispat etmeye çalışacağı ve Knesset’te 6 koltuktan oluşan küçük seçmenini tehlikeye atmayacağı dikkate alınmalıdır. Ayrıca bölge ülkelerini İsrail’in karşısına almayacak şekilde kademeli olarak Mescid-i Aksa’da olası büyük bir değişikliği destekleyeceği görülmektedir; çünkü İsrail güvenlik birimleri 28 Ramazan ve sonrasında yaşanan olaylardan ciddi bir ders çıkarmış durumdadır.

Böylelikle Filistin topraklarında yaşanan son gelişmelere bakarak, işgal devletinin önümüzdeki aylarda Mescid-i Aksa’yı mekansal olarak bölme arzusunun gerçekleşmesinin mümkün olmadığını söyleyebiliriz. Ancak radikal dini grupların Mescid-i Aksa’da ipleri ellerine almaya çalışacakları ve bölgeyi akıl almaz sonuçlara sürükleyebilecek saldırılar gerçekleştirme ihtimalleri hala devam ediyor. Bu yüzden bu grupları kesin olarak Mescid-i Aksa’dan uzaklaştırmayı, Mescid-i Aksa’daki mevcut statükoyu değiştirmeye yönelik atılan adımları ve alınan yeni kararlara müsamaha gösterilmesini durduran tek şey halk direnişidir. Gilboa Hapishanesi’nden kaçış operasyonu, bu topraklarda işgal devleti ve müttefiklerine karşın istikrarın olmayacağını ve işgal devletinin sürekli tetikte bulunmasını gösteren olaylara bir örnektir.

Bu değerlendirme yazısı Kudüs Araştırmaları Uzmanı Dr. Abdallah Marouf tarafından 13.09.2021 tarihinde TRT Arabi için kaleme alınmıştır.”

“Rica: Tercüme ve düzenlenmesi Kudüs’te Bugün ekibi tarafından gerçekleşmiş olup izinsiz paylaşılmaması rica olunur.”